Ekonomide akıl tutulması (01 Eylül 2013)
Atatürk’ün ekonomik anlayışında akılcılık vardır. 1923-1932 arasında uygulanan piyasa öncelikli politikalarda da, 1933’den sonraki devletçilik uygulamasında da ekonomik anlayış, ulusal çıkarlarımızı koruyan ve halkın refahını kollayan politikalara önem veren anlayış olmuştur. 1933 ile 1938 arasında Birinci Sanayi Planı ile, planda öngörülenden daha fazla alt yapı ve sanayi yatırımları tamamlanmıştır.
Atatürk Türkiye’si, Kurtuluş Savaşı yıllarının ağır ekonomik şartları altında bile, ideolojik bir tercih yapmamış, Sovyetler birliği’nin desteğine rağmen Marksist ideolojiyi reddetmiştir.
Bizim ve dünyanın yaşadığı sorunlar göstermiştir ki, ideolojik takıntılar, sloganlar, ekonomide uyumsuz politikaları gündeme getirmekte ve bundan toplum zarar görmektedir.
İktisat politikalarında farklı ülkeler, farklı zamanlarda genel anlamda benzer ekonomik felsefeyi benimseyebilir... Ancak aynı program ve aynı araçlarla aynı sonuçların alınması mümkün olmaz... Çünkü söz konusu politikalar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktüre, toplumun tüketim-tasarruf alışkanlığına, halkın bilinç düzeyi ve psikolojisine ve ülkeyi yönetenlerin siyasi anlayışına göre farklı sonuçlar verir.
Başı daraldıkça IMF’ye giden bir ülke ulusal çıkarlarını sağlayamaz. Çünkü IMF reçeteleri değişmez. Her ülke için aynıdır. Ayrıca IMF’nin görevi, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak değil, dünya ekonomik istikrarını sağlamaktır. Kaldı ki, IMF ülke koşullarını bilmediği için fahiş hatalar da yapmaktadır. Söz gelimi, 1999 yılında Türkiye’ye önerdiği sabit kur rejimi iflas edince, hiçbir geçiş süreci tanımadan, hiçbir kontrol önermeden önceki rejimin 180 derece tersi dalgalı kur sistemini şart koşmuştur. Türkiye’de dalgalı kur sistemi için altyapı olmadığını, sıcak para ve spekülatif sermayenin getireceği kur sorunları ve cari açık sorunlarını göz ardı etmiştir.
Siyasi iktidar da günü kurtarmak için, sıcak paraya göz yummuş, kur baskısına izin vermiş, bugüne kadar 340 milyar dolar, cari açık şeklinde kan kaybına çözüm getirmemiştir. Tersine gelecek iktidarlara ve gelecek nesillere ağır dış borç yükü, varlıkları olmayan bir devlet miras bırakmıştır. Bankaların ve sanayinin yüzde 50’den fazlasının yabancı kontrolüne girmesine izin vermiştir.
Bugün 12 yıl önce yaşadığımız tehditler, daha ağır şekliyle karşımıza çıkmıştır. Ekonomik politikaların sloganlaşması, esnekliği ortadan kaldırır. Gelişmekte olan ülkelerin dışa açılması ve küreselleşme dünyada bir slogan oldu... Herkese, her topluma yararlı olacak diye beyinler yıkandı... Ancak bugün gördük ki, Çin gibi birkaç ülke dışında, bizim gibi ülkeler küreselleşmenin görünmez ve ağır maliyeti altına girdi. Görünmez maliyet dediğim, dış borçlar ve varlıkların azalmasıdır.
Ekonomide en büyük akıl tutulması toplumda oldu. Halk sıcak paranın getirdiği geçici refaha ve dağıtılan yardımlara ve muhalafet partilerinin para dağıtma projelerine fit oldu... “Bana balık dağıtma, balık tutmasını öğret, yardım dağıtma, iş ver” demedi.
İktidar ve muhalafet partileri, küreselleşmeyi tabu olarak gördü. CHP, sosyal demokrat parti olduğu halde, ekonomiyi IMF’nin yetiştirdiği bürokratlara teslim etti. MHP yüksek politika yapıyorum diye, ekonomiyi önemsemedi .
Gerçekte ise, dış politika da, siyaset te ekonomi için yapılır. Krizler siyasi iktidarların göz yaşlarına bakmaz. Ülkenin ve halkın çıkarlarını gözetmeyen politikalar ve bunları olmazsa olmaz gören sloganlar çökmeye mahkumdur.