Ekonomi ve insan (17 Temmuz 2009)
Adam Smith, 1723-1790 yılları arasında yaşamış İskoçyalı Ahlak Felsefesi Profesörüdür. Ekonominin de babası sayılmaktadır.
1776 yılında yayınladığı “Milletlerin Zenginliği” kitabında, “Doğal hürriyet sisteminde her insan kendi menfaatini izlerken, kendi istemese de toplumun menfaatini sağlamaktadır” diyerek insanı ön plana çıkarmıştır.
Bununla birlikte, yerine göre devlet müdahalelerinin de gerektiğini söylemektedir.
Özetle, iktisatta ilk defa tam rekabet şartları altında ekonomide mevcut kaynakların en etkin şekilde dağılabileceğini analiz etmiştir.
Adam Smith ve kendinden sonra gelen, klasik ve neo klasik iktisatçıların savunduğu “özel gelişim ekonomisi” tam istihdam sağlamada yetersiz kalmış ve 1930-1932 ,Dünya Ekonomik Krizi’nde ortaya çıkardığı sıkıntılardan sonra, hemen hemen her ülkede Keynesgil politikalar devreye girmiştir.
İngiliz olan John Maynard Keynes, (1883-1946) işsizliğin önlenmesi için devletin devreye girmesini ve “pozitif maliye ve para politikalarının uygulanması”nı tavsiye etti. Ancak ilk adımı tam istihdam yani işsizliğin çözümü oluşturmuştur.
Karl Marx da, (1818-1883) büyüme modeli olan emek-değer teorisinde emeği ön plana çıkararak, ilk sıraya insan faktörünü koymuştur.
Özet olarak, hangi sosyal ekonomik sistem olursa olsun, hangi yaklaşım olursa olsun, hedef insanın ve toplumun refahı için düşünülmüş ve geliştirilmiştir.
Başka bir ifade ile teoriler ve sistemler arasında uçurum olsa bile, hepsinde hedef ya doğrudan veya dolaylı yoldan insan refahıdır.
Uygulamada bu teoriler veya bu sistemler yozlaştığında, insan ve toplum yerine belirli kesimlere, örneğin yalnızca sermaye kesimine veya yalnızca bürokrata veya yalnızca işçi sınıfına, yalnızca bir diktatöre veya siyasi oligarşiye hizmet eder duruma geldiğinde, sistem kendini yok ediyor.
Küreselleşme sürecinde, insan faktörü daha fazla ön plana çıkmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde, demokrasi ve insan hakları zaten çok gelişmiştir. İnsanın ekonomik haklarının da aynı şekilde gelişmesi gerekiyor...
Bu haklar; insanca yaşamayı sağlayacak gelir düzeyi, istihdam, işsizlik sigortası, eğitim ve sağlık gibi haklardır.
Türkiye’de, üniversite giriş sınavlarında 30 bin kişinin sıfır not alması, AKP Hükümetinin okulları satmak ve eğitimi özelleştirmek istemesi, işçinin işsizlik sigorta fonunu bütçeye aktarması ve bu yolla işçinin hakkını çiğnemesi, 6 milyon 300 bin işsiz yaratması, emekliye enflasyonun altında zam yapması, hangi insan haklarına sığar?
Dünyada da küreselleşme, insan haklarını en son plana itti. Spekülatif fonların serbestçe dolaştığı bir dünyada, emek faktörüne sınır getirilmesi, insan haklarının ihlali değil mi?