Ekonomi neden bu kadar kırılgan
Merkez Bankası’nın şok faiz artırmasına rağmen döviz kurlarında yüksek dalgalanma sürüyor. Aşırı kırılganlık yalnızca siyasi olaylara veya Merkez Bankası’nın önlem almakta geç kalmış olmasına bağlanamaz. Her şeyden önce Hükümetin önlem alması gerekir. Hükümet de sanki ekonomik kırılganlığın kendisiyle ilgisi yokmuş gibi, Merkez Bankası’nın kararlarını yorumluyor. Gerçekte ise bugünlere siyasi iktidar getirdi.
Kırılganlığı artıran üç temel sonuç var. Cari açık... Enflasyon ve dış borç...
Türkiye bugünkü iktidar döneminde, 2003 ile 2013 arasında toplam 403 milyar dolar cari açık verdi.
Küreselleşmenin hızlandığı yıllarda, spekülatif sermaye Türkiye gibi ülkeleri yükselen ülkeler olarak ilan etti. Aslında sermaye kendi kazancının yükselmesini kriter olarak alıyordu. Başka bir ifade ile en çok sömürdükleri ülkeleri kastediyordu.
Türkiye’de başta Hükümet üyeleri, liberal düşünenler, ulusal ekonomik anlayışın karşısında olanlar, bu “yükselen ekonomiler” unvanıyla övünüyorlardı. Aynı sermaye temsilcileri (Morgan Stanley analisti James Lord) FED’in sermaye hareketlerine sınır getirecek kararından sonra, bu karardan en fazla etkilenecek beş ülkeyi (Brezilya, Endonezya, Hindistan, Türkiye ve Güney Afrika) “Kırılgan Beşli” olarak ilan etti. Kırılganlık kriteri olarak cari açık ve enflasyon gösterildi. Cari açığın da en yüksek olduğu ülke, Türkiye olarak ilan edildi.
Financial Times (FT) gazetesinin, finans uzmanlarına ve raporlara dayanarak verdiği analizde, Türkiye, Brezilya, Hindistan, Endonezya ve Güney Afrika’dan oluşan “Kırılgan Beşli” ye Şili, Macaristan ve Polonya’nın da eklendiğini, böylelikle “Kırılgan Sekizli” yi oluşturdukları kaydedildi.
Türkiye’ye yeni yabancı yatırım yapmak için gelen yabancı sermaye çok sınırlıdır. Bu anlamda cari açığın sürdürülmesi, potansiyel maliyetlerin ve risklerin artması pahasına yapılmaktadır. Uzun süre sürdürülemez. Sürekli cari açıkla yaşamak, kriz enerjisinin artmasına neden oluyor. Cari açığın ekonomik ve sosyal maliyetlerinin ne kadar ağır olduğu, ülkeye göre, ülkenin döviz kazanma imkânlarına göre ve bu cari açığın finansman şekline göre değişir. Söz gelimi ABD cari açığı yönetebilir. Çünkü finansmanını da kendi parası ile yapıyor. Diğer ülkeler ve Türkiye ise dövizle yapıyor. Bununla birlikte genel bir yaklaşım olarak, cari açığın GSYH’ya oranının yüzde 5’i geçmesi riskli kabul edilmektedir. Oysa ki bizde cari açığın GSYH içindeki payı 2011 yılında yüzde 10’a kadar çıktı, 2012 yılında yüzde 6,2 oldu.
Dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 45 dolayındadır. Bu oran yüksek bir oran değildir. Ancak dış borçlarda yalnızca bu gibi oranlara bakarak, borç yükü hakkında bir sonuç çıkaramayız. Söz gelimi ABD’nin dış borç oranı daha yüksektir. Ancak ABD kendi doları ile ödediği için bir dış borç ödeme sorunu yoktur.
Biz ise bir yandan cari açık vermekteyiz... Bir yandan sıcak para işgali altındayız. Bir yandan rezervlerimiz yetersidir. Bu şartlarda dış borç sorunu, cari açık sorunu kadar önemlidir. Türkiye’nin ikinci bir yumuşak karnıdır.
Öte yandan, kur artışı nedeni ile bir yıl içinde ödenecek kısa ve uzun vadeli borçlar özel sektör için tehdit oluşturdu. Dış borçları yeni dış borç alarak ödüyoruz. Üstelik cari açığı kapatmak için her sene daha fazla dış borç alıyoruz. Borcu borçla ödemenin de bir sonu olacaktır. Kur artışı yanında, Türkiye’nin kırılgan ülke olarak ilan edilmiş olması, dünya ekonomik ve siyasi konjonktürü, dünyada likidite sıkılaştırma gibi sorunlar, borçların döndürülmesini sınırlayabilir.
Gelişmiş ülkelerde uzun vadeli borçların vadeleri 20-30 yıl iken, Türkiye’de 10 yıldır. Kaldı ki özel sektörün dış borçları içinde kısa vadeli dış borçların payı da yüksektir. 255.3 milyar dolar tutan özel sektör dış borç stokunun, 125.6 milyar doları bir yıl ve daha kısa vadelidir.
Merkez Bankası’na göre özel sektör olarak dış borçlar içinde en fazla pay, bankalar ve diğer finansal kuruluşlara aittir. İkinci sırada hizmetler sektörü geliyor. İmalat sanayisi üçüncü sırada geliyor.
Ekonomik anlamda daha önemli bir sorun da bu dış borçları Türkiye, yatırım yapmak ve ülkenin üretim potansiyelini artırmak için değil, iç tasarruf açığını, açıkları kapamak için almış olmasıdır.
Sonuç olarak; Hükümet üyeleri, ekonomiyi tamamıyla piyasaya ve Merkez Bankası’na teslim edip, kendi günahları yokmuş gibi görüntü vermeyi kimseye yutturamazlar.