Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Hulki CEVİZOĞLU
Hulki CEVİZOĞLU

Eğri cetvelden doğru çizgi çıkar mı?

Siz bu satırları okurken, ben Bursa Tüyap Kitap Fuarında okuyucu ve izleyicilerimle buluşuyor olacağım.
O yüzden Pazar yazımı iki gün önce, Cuma gününden yazdım. Dün de yazmış olsaydım, günceli takip açısından bir şey yitirmiş olmazdık. Çünkü, Türkiye’de gündem “an” lık değiştiği için yakalamak mümkün değil. Ancak “anı” yakalamak, radyo ya da televizyon yayını ile mümkün.
Bugün sizlere anlık değil ama, sürekli sorun olan bir konuyu sunmak istiyorum: Avukat-müvekkil ilişkisi, yani avukata karşı vatandaşın hakkı!..
Soru (ve sorun) şu: “Bir insan kendisini avukatına karşı savunabilir mi?”
Ya da; vatandaş, uzmanı olmadığı hukuk ilişkisinde, kendisini kötü niyetli avukatına karşı savunabilir mi?
Diyeceksiniz ki, “Öyle soru olur mu? Avukatı zaten müvekkilini savunmakla görevli değil mi?”
Ben de öyle düşünüyordum ama yaşadıklarım bana tam tersini de gösterdi.
Şimdi anlatacaklarım benim başıma geliyorsa, bunu paylaşmalıyım. Çünkü, garibanların da başına mutlaka geliyordur ve gıkı çıkmadığı için haberimiz olmuyor ve çözülemiyordur.

***

Malum, bugünlerde bir “Yargı reformu” tartışması var. Hükümet, ele geçiremediği “yüksek yargıyı dize getirmek” için “demokrasi-memokrasi” kılıfları içinde sunuş yapıyor.
“Kanunlar ve başta Anayasa değişecek, Türkiye daha çağdaş olacak” diyorlar.
Önemli olan yasaları nasıl uyguladığınızdır. Sonuçta, ne yaparsanız yapın, iş gelip insanın uygulamasına dayanıyor.
Buradan yukarıdaki soruna geleyim.

***


“Avukatı, savunması gerektiği müvekkiline dava açarsa, müvekkili (yani siz) ne yapmalı?” O avukatla çalışmaya devam etmeli mi?
Ben etmedim.
Çalıştığım önceki TV kanallarından biri -ART değil- sözleşmeye dayalı alacağımı ödemediği için dava açtım. Kazandım. Ama o TV’ye TMSF el koyduğu için, Yargıtay kararına rağmen, ödemedi. Başında Ahmet Ertürk vardı. Hani “Kimsenin hakkını yemedim” diye hava atan ve şimdi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e “başdanışman” olan kişi!
Sıkılmayın. Başınıza
gelebilir haberiniz olsun, diye anlatıyorum.
Alacağımı tahsil edemediği için avukatımdan rica etmiş, başka bir avukata dosyayı devretmiştim. Meğerse avukatlar arasında “feragat” yazısı olması gerekiyormuş. Dosyayı devreden avukatım bunu bana söylemedi. Alan avukatım da söylemedi. Dosyayı üstlenen avukatım, TMSF’ye “Ben alacağımdan vazgeçiyorum” yazısı verdi.(Çünkü TMSF bunu şart koşmuştu.)
Mahkeme kararını ve ardından Yargıtay’ın onamasını TMSF takmadı, ben de hak etmeme ve kazanmama rağmen, hiçbir şey alamamaktansa, alacağımın çoğundan ve faizlerinden vazgeçerek bir miktarını -kendim devreye girerek- kurtardım. (Ölümü gördüm, sıtmaya razı oldum!..)
Bu dava uzun sürdü. O arada ben başka bir TV’ye geçmiş ve -satılınca- oradan da alacağımı alamamıştım! (Hepsi de beni buluyor!..) Bu davayı da eski avukat takip ediyordu. (Ama hâlen duruşması başlayamadı!..)
TMSF’nin elinden alacağımın bir kısmını “kurtardıktan” sonra, eski avukat “Ben alacağımı isterim” diye ortaya çıktı ve bana dava açtı! (O ana kadar, hiç ortaya çıkmamış, dosyayı başka avukata veremezsiniz diye avukat yeğenini uyarmamış, bana da bir şey söylememişti. (Ortaya çıktı, diyorum çünkü kendisi hiç davaya girmemiş, avukat yeğeni takip etmişti. Acaba, avukat amca ile avukat yeğen arasındaki anlaşmazlığa mı kurban gittim?..)
Bu eski avukatım vaktiyle, istemediğim ve ihtiyacım olmadığı halde, benim avukatım olmak için çok ısrar etmiş, “Sizden para istemiyorum. Genç bir avukat yeğenim var. Arada isterseniz ona çok az ödeme yaparsınız. Biz dostuz. Düşüncelerimiz aynı. Sizin çok davanız olur. Bunları takip etmek bizim için şereftir” demişti. (Ben o arada, bu avukatın diğer yeğenini de yanımda yetişsin diye -kendi istekleri üzerine- işe de almıştım.- Hiçbir iyilik cezasız kalmaz değil mi?)

***


Kendi avukatım bana dava açınca, ben de “bana dava açan avukatımı” azlettim. Davalı olduğum ve beni diğer davalarda savunması gereken bir avukatla nasıl çalışabilirdim ki?
Sonuç olarak; TMSF elindeki TV’ye açtığım dava için avukatlık ücreti davası -muhtelemen- bu Perşembe sonuçlanacak. Ama daha sonra açılan, (yani satılan TV’ye açtığım dava için avukatlık ücreti davası ise), daha önce sonuçlandı ve bu davayı kaybettim.
Burası o kadar ilginç ki!.. Bu dava üç mahkeme gezdi. Hangi mahkemenin bakacağına yargıçlarımız karar veremedi, bizim eski avukat da ilk başvuruda yanlış mahkemeye gitmiş!. Şimdi bu, Yargıtay’da. Yargıtay, hangi mahkemenin bakacağına karar verecek, sonra bu dava da -muhtemelen- yıllar sürecek.
Ama işin ilginci, henüz mahkemesi bile belli olmayan, duruşması başlamayan bu dava için ben, eski avukata karşı mahkeme kaybettim. (Ben de bunu Yargıtay’da temyiz edeceğim. Bakalım yüksek yargı ne söyleyecek?)
Mahkeme, sanki henüz duruşması bile başlamamış dava sonuçlanmış da, ben TV’den istediğim parayı kazanmışım gibi, hem de o miktarın “tamamını” kazanmışım gibi, istediğim rakamı esas alarak avukata ücret ödememe hükmetti!..
Böyle adalet olur mu?
Bu hangi kanuna göre oluyor?
Kanun eğri ise, oradan doğru ve adil bir karar çıkar mı?
Bu ve benzeri davalar her gün binlerce kişinin başına gelirken, siz istediğiniz kadar “yargı reformu” diye çırpının durun.
E, filozof ne demişti?
“Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz”
Bu neredeyse bir “Asiye Nasıl Kurtulur?” öyküsü.
Yanıtını bilen varsa -insaniyet namına (!)- bildirebilir.
Kavgasız ve sıkıntısız Pazarlar diliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları