Eğitim sistemi de siyasete alet ediliyor
Bugünlerde gazetelerde haber olarak TEOG sonuçları, reklam olarak da Vakıf Üniversitelerinin reklamları yer alıyor.
TEOG, Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş sisteminin kısaltılmış adıdır. Sınav sistemi, öğrencinin yıl sonu başarı puanı ile ortak yapılan sınavı kapsıyor.
Temel eğitimden orta öğretime geçişte, siyasi iktidar öğrencileri, İmam Hatip liselerine yönlendirmeye uğraşıyor. Bu konuda halktan fazla şikâyet var. AKP öncesi de İmam-Hatip liseleri mezunlarının Üniversiteye girişi zorlaştırılmıştı.
Vakıf Üniversitelerine gelince... Üniversitelerin tanıtım reklamı vermeleri normaldir... Ancak inşaat şirketleri gibi her gün ve onlarca Vakıf Üniversitesi reklamı, yarı kamusal bir eğitim olan Üniversite eğitimini, özel bir mal, söz gelimi daire pazarlamakla aynı statüye sokuyor.
Türkiye’de eğitim, siyasi hedeflere ve para kazanma hırsına feda ediliyor.
Oysa ki insan var olalı beri eğitimin önemi bilinmektedir. Ancak, üretim faktörleri yanında, eğitimin de ilave bir değer yarattığı, yirminci asrın ikinci yarısında bilimsel olarak da ispat edildi ve eğitim de bir yatırım olarak kabul edildi. Hatta fiziki yatırımdan daha önemli bir yatırım olduğu anlaşıldı. Adına “Beşeri yatırım”, “İnsana yatırım” denildi. İnsani yatırım birikimine de “beşeri sermaye” deniliyor. Beşeri sermaye, ekonomik faaliyetlerle ilgili olarak insanlarda oluşacak tüm bilgi ve beceri ve bu alandaki nitelikleri ifade eder.
Beşeri yatırım, insanın hayat boyu gelir faydasını artırır. Daha kaliteli iş bulma imkânı sağlar. Bunlar beşeri yatırımın özel faydasıdır. Bunun yanında, diğer üretim faktörlerinin de verimliliğini artırır. Toplumsal ilişkilerin daha sağlıklı olmasını sağlar. Bunlar da beşeri yatırımın toplumsal (sosyal) faydasıdır.
Eğitim ve sağlık gibi insana yapılan yatırımının etkisi kısa sürede ortaya çıkmaz. Ancak uzun dönemde iktisadi gelişmenin vazgeçilmez şartıdır.
Sovyetler Bloku dağıldıktan sonra, birçok yatırım atıl durumda kaldı. Çünkü Sovyetler, iktisadi etkinliği değil, siyasi bağlantıları ön planda tutmuşlardı. Entegre yatırımları farklı ülkelerde, farklı bölgelerde yapmışlardı. Yan sanayileri farklı ülkelere dağıtmışlardı. Ara malının bir ülkede yapılıp, başka bir ülkede bulunan fabrikaya taşınması maliyetleri artırıyordu. Ancak ülkeleri de birbirine sıkı sıkıya bağlıyordu. Sovyetler Blokuna dâhil ülkelerin ellerinde kalan tek yatırım, insana yapılan yatırımdı. Herkes eğitim görmüştü. Uzman sayısı fazlaydı. Bu nedenle de piyasa ekonomisine intibak etmekte çok sıkıntı çekmediler. Yahut da beklenen kadar sıkıntı çekmediler.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yerle bir olmuş Almanya’nın kalkınma mucizesi de vasıflı iş gücünün olmasıydı.
Eğitim ve sağlığı özel sektöre bırakmak, parası olanın okuması ve parası olanın sağlık hizmeti alması demektir. Gelişmekte olan bir ülke için, bu yol yanlıştır. Çünkü vatandaşın eğitimi ve sağlığı devletin asli görevlerinden birisidir.
Eğitimin iktisadi açıdan etkin olması için, eğitim göreceklerin daha geniş tabandan ve kabiliyetli olanlar arasından seçilmesi gerekir. Eğitimi paralı yaparsak, bu kabiliyetliler dışarıda kalacaktır. Ziyan olacaktır. Bundan toplum kaybedecektir.
Özet olarak, eğitim ve sağlık devlet tarafından yapılırsa, doğacak fayda maliyetin üstünde olur. Eğitimin sosyal faydasının, özel faydasının üstünde olması nedeniyle bu hizmeti piyasanın vermesi kaynak kaybına neden oluyor. Zira piyasa, eğitimin sosyal faydasını dikkate almaz ve eğitimin kişiye sağlayacağı özel fayda kadar kaynak ayırır.
Öte yandan piyasa tarafından da verilse, eğitimi devletin planlaması gerekir. Devletin eğitim kurumlarını insan gücü talebini tahmin ederek açması veya izin vermesi gerekiyor. Türkiye açısından orta öğrenimde mesleğe yönelik ve ara eleman yetiştirecek eğitime ağırlık vermesi gerekiyor. Buna “eğitimde insan gücü planlaması” deniliyor.
Türkiye’de eğitimi siyasi istismar konusu yaparsak, en yetenekli olanlar yerine parası olana eğitim verilirse, iktisadi kalkınmayı sağlamak imkânı da olmayacaktır.