Eee kimin öğrencisi

Zahid Akman, hakkındaki mahkeme kararına rağmen TOBB Başkanlığı’nı bırakmamak için kendisini makam odasına kilitleyen Necmettin Erbakan’ın yolunda mı ilerliyor?..

Necmettin Erbakan, 1965-1969 yılları arasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nde Genel Sekreter olarak görev yapmıştı. Başkan Sırrı Enver Batur görevini bırakınca Başkanlık görevini Erbakan üstlendi. Ama dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Genel Sekreterlik için seçilen bir kişinin Başkanlık yapamayacağını öne sürerek dava açtı. Sonunda Mahkeme, Erbakan’ın görevden alınmasına karar verdi.
Fakat o, görevi bırakmamaya kararlıydı. 8 Ağustos 1969’da kendisini makam odasına kilitledi. Ancak polis zoruyla çıkartılabildi!
RTÜK Başkanı da, eski hocasının yolunda emin adımlarla ilerliyor. Yakında onun da koltuğunu bırakmamak için kendisini makam odasına kilitlediğini duyarsanız şaşırmayın...
Beyefendinin adı, Almanya’daki Deniz Feneri Davası’nda sanık olarak geçti, aldırmadı!
Yine Almanya’daki bir kooperatif yolsuzluğundan hakkında tutuklama kararı olduğu anlaşıldı görmezden geldi...
RTÜK Başkanı seçildikten sonra, tüm işlerini bırakması gerekirken buna uymadığı ortaya çıktı aldırmadı! Sonunda tıpkı Erbakan gibi onun görevden alınması için de dava açıldı.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı belgelere göre Zahid Bey’in ortak olduğu şirket, televizyonlara “mal” satmaya devam ediyor! Satılan “mal”ların parası, Zahid Bey’in cebine giriyor!
Yani Beyefendi hem hâkim, hem de avukatlık bürosu işletiyor...
Bunca kanıta, belgeye karşın RTÜK Başkanlığı’ndan istifa etmeyerek ’hocasının öğrencisi’olduğunu kanıtlayan Zahid Akman’a “Pes” demekten başka söyleyecek söz bulamıyorum!
* Mustafa Mutlu / Vatan

++++++

GÜNÜN SÖZÜ
AB’ye göre, yolsuzlukla mücadele dosyası bir yıldır Erdoğan’ın imzasını bekliyormuş. Dostlarına değer verdiği bilinen Başbakanımızın eli bir türlü kaleme varmıyor demek...
* Melih Aşık

++++++

Deniz Feneri İslamcı...
Anadolu Müslümandır
Amerikanofil İslamcı iktidarı yüklenen Türkiye’de, iki olay, yaşadığımız zamanenin iktidar karakterini ya da karaktersizliğini belgeledi...

* * *

Bunlardan biri meşhur Deniz Feneri olayıdır.. İkincisi Vakit gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez vakasıdır...

* * *


İslamcı iktidarın ikiyüzlü karakteri Deniz Feneri vakasında dinci dolandırıcılıkla sergilenmiştir...
İktidarın üst katlarına dek tırmanan ve Almanya - Türkiye arasında omurgalaşan Deniz Feneri sahtekârlığı, siyasal örgütlenmede önemli bir işlev üstlenmiştir...

* * *


Deniz Feneri dolandırıcılığı parasallık üzerinedir...
Üzmez olayı nedir?..
“Maneviyat” üzerinedir..
Ahlak.. Kadın ve çocuk hakları.. Cinsellik..
Vakit yazarı Hüseyin Üzmez, annesiyle fingirdeleştiği kız çocuğuna tasallut etmekle suçlanıyor...
Üzmez yalnız değildir... TV’lere çıkıp babalanan ve yandaşlarınca desteklenen Vakit yazarının cüreti de bu kaynaktan besleniyor.

* * *


1) Deniz Feneri...
2) Ve Üzmez olayı...
İslamcılık işte budur!..
Anadolu ise İslamcı değil, Müslümandır...
Müslüman ne dolandırıcıdır...
Ne de kadını kızı mal gibi görür...
Amerikanofil İslamcılığı ise malı, davarı, parayı, pulu, kadını, kızı götürmek üzerine ahlaksızlığın dinci politikasıdır.
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

++++++

TRT 2’nin cumhuriyeti (!)
TRT daha önce yapılan programlar bağlamında defalarca eleştirilmişti. Ancak bu eleştirilerden ders çıkarmışa pek benzemiyor TRT yönetimi.
TRT 2’de pazar günleri bir program yayınlanıyor: ’Yayın Dünyası’...
Programı hazırlayan ve sunan Seyyid Erkal...
Programda, bu hafta ’Tasavvuf’adı altında bu dünyadan vazgeçme, sessizleşme, hiçliğe gitme gibi konular canla başla savunuluyor. Biraz araştırınca Erkal’ın yayıncılık yaptığı alanların Cumhuriyet karşıtı, pozitif bilim karşıtı ve Atatürk karşıtı tutumlarını öğreniyoruz.
Merak ettim, İslamcılar üzerinde çalışan bir uzmanla konuştum. Bu kişilerin, tıpkı Zahid Akman olayında olduğu gibi, imajlarını ve dış görünüşlerini sisteme uydurarak tasavvuf adı altında rejimin altını oyma planlarının olduğunu vurguluyor.
TRT yönetiminin aklını başına toparlaması gerek. Cumhuriyet’in kutlandığı hafta, maddi iktidar-manevi otorite çelişkisi (bu sunucunun tanımlaması) gibi hassas konunun deşilip, manevi iktidarın savunulduğu programların TRT 2’de yapılması hiç şık değil.
TRT’de yapılan bir kitap programı, Cumhuriyet haftasında Cumhuriyet’e ayrılmalı idi.
* Yalçın Bayer / Hürriyet

++++++

Emret Genel Müdürüm!
Tıp literatüründe ‘yasaklama bağımlılığı’ veya ‘yasakçılık hastalığı’ diye bir şey var mıdır acaba?
Vallahi bu sefer biz bir şey demiyoruz. Söz TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’de: “Hem Hadise’ye hem de TRT çalışanlarına yasak getirdim.”
Cümlede “hepsinin sahibi benim” gizli vurgusu hissettiniz mi?
Ben sahibim, onlar kölelerim... İkinci bir emre kadar konuşmayacaklar!... Sanırsın dünyayı ele geçirme planları var... Bir gizem, bir saklılık!
TRT Eurovision’da Türkiye’yi temsil etmesi için sağır sultanın bile duyduğu gibi Hadise ile anlaşmış. Şahin’in ifadesi ile ’anlaşmayı bitirdikleri kesin’... Eeee daha ne? ‘Basın toplantısı yapayım, ben açıklayayım’ diyorsan; o zaman de ki “prensip kararı aldık, 6 Kasım’da basın toplantısı yapacağız, sorularını o zamana saklayın!...vs.” Ne demek “yasakladım?”
Yasağa itaat etmemenin cezası ne? TRT Genel Müdürü’nün sanatçıya yasak getirme yetkisi var mı?
Davet ettikleri Angelina Jolie, bir vakfa yardım koşulu sununca AKP Kadın Kolları Başkanı Fatma Şahin, ’biz tek başına iktidardayız, bugüne kadar hiçbir sanatçıya beş kuruş vermedik, çağırdık geldiler’ gibi şeyler söylemişti. İrkilmiştim. İktidarda olmalarının, sanatçıyı, emeğinin karşılığını vermeden köleleştirme hakkı tanıdığına inanıyorlardı demek. Sanatçının reddetme, haşa hizmetinin bedelini isteme hakkı olamazdı. Çağırırdı gelirlerdi o kadar! Bu bir zihniyet meselesi! İbrahim Şahin’in Fatma Hanım’la tek benzerlği soyadı değil anlaşılan... Şahin koskoca TRT’nin Genel Müdürü. Hadise kim ki? Yasaklar konuşmaz!


++++++

Ortadoğu’yu yeniden Şekillendirmeye çalışan ABD İçin:
Bundan iyisi Şam’da kayısı
Irak ve Afganistan işgalinden beri Amerikan karşıtlığı doruk noktasına ulaştı. Bu nefreti evcilleştirecek bir figüre ihtiyaç vardı. Hem siyah hem beyaz, hem Müslüman hem Hıristiyan: Tam da ihtiyaç duyulan böylesi bir karışım tesadüf olabilir mi?
Amerika, epey önce Türkiye’nin de “laik ve demokraik” bir Cumhuriyet olmasındansa “Ilımlı İslam”a yönelmesinin uygun olacağına karar verdi. Kendisine “demokrat basın” yaftasını yapıştıranlar bunun altyapısını hazırlamaya çalıştılar.
Ancak Türkiye, kendine özgü koşulları yüzünden bu geçişe direniyor. Geçen sene gündemin önemli maddelerinden biri Cumhuriyet mitingleriydi. İnsanların kendilerini ifade ettiği, bayrak salladığı mitingler psikolojik harp kapsamınca “çeteci”, “Egenekoncu” ilan edilmeye çalışıldı. Ilımlı İslam’ın neredeyse her türlü altyapı hazırlanmışken ilan edilmemesi, “İkinci Cumhuriyet”e geçilmemesinin de altında bu direnç yatıyor. Henüz hiçbirimiz Cumhuriyet’ten vazgeçmeye hazır değiliz. Hele bir de Türkiye’de toplumun bütün katmanlarına yayılan anti-Amerikancılık göz önünde bulundurulduğunda, bu topraklarda masabaşı oyunların planlandığı kadar kolay oynanmadığını da gösteriyor.
Barack Obama Başkan seçildiğinde vaktinin büyük bölümünü “bölgeyi” kendine göre düzenlemekle geçirecek.
Kim Başkan olursa olsun ülkesinin Ortadoğu’daki politikası değişmeyecek. Sadece Obama sayesinde işlerin daha kolay yürüyebileceği ihtimali var.
Türkiye, McCain’in seçilmesi halinde kendi özerkliği için biraz daha zaman kazanacak. Çünkü McCain’in kendini Ortadoğu’ya kabul ettirmesi daha uzun vakit alacak.
Yine Türkiye’nin bu anlamdaki kaderinin Amerikan taşrasındaki alt-orta sınıfın elinde olması da bir o kadar trajik...
Yeni dünya düzeni kuruluyor.
* Oray Eğin /Akşam

++++++

Öneri
TRT 2 Elif Şafak’ı da kadrosuna katsın. ’Acıyla terbiye olmak’ için yıllarca ensesinde çengelli iğne ile dolaştığı ve imaj sanılan boğazlı kazağını kamuflaj olarak kullandığı söylentisi ayyuka çıkan Şafak, manevi otorite kurma formatını alır götürür...

++++++

MİNİ YORUM
Gazetecilik İncil’ini okudunuz mu?
Sabah’ın Okur Temsilcisi Yavuz Baydar, okuyucusunun “önce vatan mı, önce gazetecilik mi?” sorusuna cevap verirken, New York Times’ın eski Washington Büro Şefi Kovach’ı kaynak göstermiş.
Diyor ki: “Gazeteciliğin Esasları adlı kitabı mesleki eğitimin İncil’i sayılır”
Belki ABD’de böyle tanımlanıyordur. Ama Baydar’ın bunu kabule dönüştürmesi neden? Neden “Gazeteciliğin el kitabı”, “Gazeteciliğin ABC’si”, “Anayasası”... değil?
Gazeteci ne kadar “önce Türk olmamalı”ysa, o kadar “önce Hristiyan” mı olmalı yoksa?
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları