Düşünme, sorgulama; izle ve uyu!
AKP'nin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra medyadaki sermaye yapıları değişmeye başladı. Seçimlerden üst üste güçlenerek çıkan AKP, medyada da önemli bir değişimin yaşanmasına neden oldu. Sermaye yapıları değiştikçe, objektif gazetecilik de bir daha dönmemecesine rafa kaldırıldı.
Önce FETÖ'cülerin medyası güçlendirildi. Daha sonrasında doğrudan iktidarın kontrolünde bir medya oluşturuldu.
Öte yandan Türkiye'nin kültürel normları, değerleri ve ahlaki yapısıyla bağdaşmayan; kalitesiz, itici ve avam programlar üretildi. Bunların başında evlilik programları geliyordu.
Organize rezalet; kanal sahipleri için düşük bütçeyle yüksek reyting anlamına geliyordu. Özellikle gündüz kuşağında ev kadınları en büyük hedef kitleydi… Programlar kısa sürede reytingde başarıya ulaşmıştı.
"Başkasının yerine utanmak" yaklaşımın belki de en iğrenç örnekleri bu programlarda ortaya konulmaya başlandı. Şikâyetler milyonlara dayandı… Buna rağmen programların yayın süreleri daha da artırıldı.
Ev kadınlarını hedefleyen programlar hiç beklenmediği şekilde toplumun birçok kesimine ulaşıyordu. Avamlık; evlerin içlerine kadar girerken, küçük çocukların bile zihinlerine kazındı, davranışlarını etkilemeye başladı. (Çevrenizde evlilik programları ve Türk dizilerine maruz kalan çocukların davranışlarını incelemenizi öneririm.)
Tabi bu sırada medyadaki sermaye hareketleri de değişmeye devam ediyordu. Milliyetçi, Atatürkçü isimlerin ekranlara çıkması yasaklanmıştı. Ekranlarda, gazete sütunlarında "Türk milleti, Türk kimliği, Türk coğrafyası" gibi ifadelerle konuşan gazeteciler açıkça hedef gösteriliyordu.
Güç zehirlenmesi giderek tüm organlara sirayet etti. Gerçek gazetecilerin, gerçek televizyoncuların tasfiye edilmesiyle içi doldurulamayan, fanatik, sloganlarla hareket eden, siyasi partiye iliştirilmiş bir anlayış ortaya çıktı. Tüm bunlar yaşanırken, toplumun haber alma ihtiyacı; yapılan baskılar, sansür girişimleri ile sekteye uğratılıyordu.
Ekmek parasını, geçimini medyadan sağlayanların önlerinde iki seçenek kalmıştı. Ya sektörden tamamen uzaklaşacak ya da "oto sansür" geliştireceklerdi. Bir kısmı ilkini tercih edip gözlerden uzaklaşırken, büyük bir kısmı "oto sansür"e zorunlu kaldı.
Tıpkı George Orwell'ın 1984 romanındaki gibi televizyon aygıtı; tek sesli, tek mesajlı ve kontrollü hale gelmişti.
Haberlere, belgesellere, dizilere bile el atan siyasi erkler, ne hikmetse gayri ahlaki, insanlıktan nasibini almamış garip eğlence programları için kıllarını bile kıpırdatmıyorlardı.
Şimdilerde "KHK'larla yasaklandı" adı altında, sanki programlara hükümet tepkiliymiş mesajı verilmek isteniyor. Bu programlar için KHK'ya gerek olmadığını hepimiz çok iyi biliyoruz. Çözüm sürecinde terörü anlatan dizileri 2.bölümünde yasaklayıp, medya ile oyuncak gibi oynayanların, evlilik programlarının varlığından rahatsız olmaları pek mantıklı gözükmüyor.
Dolayısıyla; düşünmenin, sorgulamanın ve gerçekleri öğrenmenin istenmediği bir dönemde bu programların bitmesi pek imkân dâhilinde gözükmüyor.
O yüzden KHK beklemek yerine; başta çocuklarımızı, gençlerimizi bu programlardan, garip dizilerden uzak tutmak zorundayız. En azından gelecek bizim olsun!