Düşük büyüme kriz demektir...
2002 yılında yüzde 2.2 ve bu sene de en fazla yüzde 3 olacak büyüme oranı ile artan cari açık ve büyüyen dış borç şeytan üçgeni oluşturdu. Yalnızca bu üç göstergeyi analiz ederek, ekonominin bugüne kadar yaşamadığımız kadar yüksek bir risk altında olduğunu görebiliriz.
Cari açık daha fazla yönetilemez... Bugüne kadar cari açık, varlık satışları, dış borçlanma ve kısa vadeli sermaye girişleri ile finanse edilerek sürdürüldü.
Özelleştirmede yabancıya satılabilecek olan varlıklar hemen hemen bitti. Şimdi devletin binalarını yabancıya satıp ondan kiralamak gibi yolları düşünmek ve denemek, Türkiye’nin ne kadar sıkışık olduğunun bir göstergesi olacak ve ekonomiyi cari açıktan daha kırılgan yapacaktır.
Bankaların yarıdan fazlası, imalat sanayisinin yüzde 60’a yakını yabancı kontrolüne girdi. Yabancının satın almak isteyeceği yüksek kârlar sağlayan işletme sayısı da azaldı. Aynı zamanda işletmesini satmak isteyenlerin sayısı da azaldı. Yani artık varlıklarımızı satarak cari açığı çevirmek zora girdi.
Dahası, yabancıya satılan kamu altyapı yatırımları ile kârlı özel işletmeler her sene 6-7 milyar dolar dışarıya kâr transfer ediyor. Bu kâr transferi, cari açığı artırıyor.
Bu sene varlık barışından dolayı bugüne kadar giren 25 milyar dolar ise bir defalıktır ve bir süre için idare edecektir.
Bu düşük büyüme oranları ile bu dış borçları çeviremeyiz... 2003’ten Mayıs 2013’e kadar geçen12 yıl 5 ayda, Türkiye’nin toplam cari açığı 374.3 milyar dolar oldu.
Düşük büyümeye rağmen cari açıkta artış var. Geçen sene Ocak-Mayıs 5 aylık cari açık 26.1 milyar dolar iken bu sene aynı sürede yüzde 22 oranında artarak 31.9 milyar dolar oldu. Geçen sene ve bu sene düşük büyümeye rağmen cari açığın devam etmesi, üretimin ithalata bağımlı olmasından ileri geliyor.
Mamafih, düşük kurdan yararlanan sanayi üretimi, kullandığı ara malı ve hammaddenin ortalama yüzde 70’ini ithal ediyor.
Üretimin ithalata bağımlı hale gelmesi hem cari açık ile büyüme arasındaki ilişkiyi zayıflattı. Büyüme olmasa da bir önceki yıl kadar üretim olacak ve bunun için ithalat yapılacak. Hem de özel sektörün dış borcu da arttı.
Türkiye’nin toplam dış borç stoku 2013 yılı ilk çeyreğinde 349.9 milyar dolar oldu ve milli gelirin yüzde 44’üne ulaştı. Bu dış borçlar için ödenen faiz de aynen kâr transferi gibi cari açığı artırmaktadır.
Öte yandan, Türkiye nereye kadar dış borç alacak? ABD’de FED’in bir yıl içinde para genişlemesini durdurma kararı var. Orta Doğu’da belirsizlik gibi siyasi gelişmeler para hareketlerini ve sıcak para girişlerini sınırlayabilir. Bu şartlarda sıcak para girişinin azalması ve Türkiye’ye borç verilebilir fonların sınırlanması dış borçlarda reel faizleri de artacaktır. Yani Türkiye ya daha pahalı dış borç bulacak veya dış borç bulmakta zorlanacaktır.
Türkiye net dış borç ödeyen ülke konumuna gelince, fakirleşme başlayacaktır. Zira dış borç anapara ödemeleri, dış borç faiz ödemeleri, yabancı sermayenin kâr transferi toplamının Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’ya oranı, eğer büyüme oranının üstünde olursa, ülke fakirleşir. Çünkü Türkiye yarattığı gelirden(büyüme) daha fazla dışarıya kaynak aktarmak zorunda kalacaktır.
Türkiye’de yüzde 2 veya yüzde 3 büyümeyi, ABD ile karşılaştırmak imkanı yoktur çünkü ABD cari açık da verse, dış borcu da olsa, kendi parası ile finanse ediyor. AB ile de mukayese edemeyiz.. Çünkü 2013 yılında AB’de 25 ülkenin tahmini olarak toplam cari açık oranı yüzde 0.7 iken bizde oransal olarak on katı fazla, yani yüzde 7 dolayındadır.
Özet sonuç: Düşük büyüme Türkiye için kriz altyapısını hazırlıyor. Siyasi iktidarın önlem almak yerine, yüzde 3 büyümeyi başarı gibi göstermesini kimse yutmayacak ve maalesef ekonomik krizi daha da yakınlaştıracaktır.