Duran topa vuramadılar
Başbuğ “önemli” diye uyandırmaya çalıştı ama nafile. Gazeteler Genelkurmay Başkanı’nın
Trabzon’a, savaş gemisinden güç alarak medyayı paylamak üzere gittiğini yazmaya devam etti...
Genelkurmay Başkanı henüz basının karşısına çıkmamıştı. Yazıişleri’nin sabah toplantısında “Neden Trabzon” diye sordu Yeniçağ’ın Genel Yayın Yönetmeni. Haliyle “düşünmek” zorunda kaldı Yeniçağ’ın editörüyle, muhabiriyle, her bir habercisi... Kafa yormak, araştırmak...
“Karadeniz’de enerji savaşı” manşeti böyle doğdu.
Tabi biz de ilk anda, Türkiye gündemini düşünüp “Trabzon çünkü milli refleksi çok sağlam” dedik. İyi ama “gündem” diye genellediğimiz kaosun fitili Doğu ve Güneydoğu’da ateşleniyorsa, pekala aynı derecede “milli reflekse sahip” Erzurum da, ille de bir sembol lazımsa “Nene
Hatun” anıtının önünde de konuşabilirdi değil mi?
Demek ki; “milli refleks” ile “aynı zamanda” bir nedene daha ihtiyaç vardı.
Mekanın “savaş gemisi” oluşuna, Başbuğ’un arazi kıyafeti değil “savaş üniforması”yla kameraların karşısına geçmesi gibi “detay!”lara ateş püsküren “en akil adamlar” bu nedenin peşine düşemediler. Hep çaldıkları “dünya konjonktürü”
sazını ellerine alamadılar.
Savaşsa kime karşı?
Seferberlikse neden?
Neden “düşman”ın kimliğini sor(a)madılar dersiniz?
Büyük balık yakalamış gibi tekrarlamaya gerek yok; mekanla bir mesaj verilmeye çalışıldığını Başbuğ kendi ağzıyla söyledi zaten:
“Özellikle basınla olan görüşmeyi herhalde niye Trabzon’da yaptığımın da özel bir anlamı var. Onu da sizlerle paylaşmak istedim. Herhalde anladınız. Trabzon çünkü önemli...”
Gol pasını verdi; antreman yapmak yerine gecelere akmadıysanız, ayağınızın ucuyla dokunsanız top kaleye
girecek...
Ama nerdeee; dün manşetlere baktık; tık yok. Keza köşeler öyle.
Bir kişi bile “Trabzon” pasını gole çevirmeyi düşünmemiş.
İsteyen sevsin isteyen sevmesin, isteyen bağrına bassın, isteyen yerin dibine soksun, dileyen akredite etsin, dileyen
etmesin; bir Yeniçağ, Trabzon’un, ABD’nin Karadeniz’e dönük emperyalist planını bozacak “tek kale” olduğuna dikkat çekti. Ve bir tek Yeniçağ, ABD’nin “demokrasi!” işgallerinin de altında yatan enerji savaşlarında piyon olmamak için Trabzon’a sahip olmak gerektiğini hatırlattı.
Tarayabildiğimiz kadarıyla köşe yazarları arasında da bu konuya kafa yorma zahmetine tek Arslan Bulut girmişti; yine Yeniçağ’da.
O da “ABD’nin Irak işgalinden önce Samsun ve Trabzon Limanı’nı istemesiyle, İran ve Orta Asya’ya yönelik
stratejileri” arasındaki bağlantıyı
hatırlatıyordu.
Ne diyelim..
Güzide Türk basınını gururla selamlıyor, darısı başınıza diyoruz.
Belki bir dahaki sefere!
Ezberleri bozup düşünmeye başladığınızda.
GÜNÜN SORUSU
Genelkurmay Başkanı dün Trabzon’a giderek Oruç Reis Fırkateyni’nde basın toplantısı yaptı... “Neden Trabzon ve neden Oruç Reis” sorusunu ise kendisi sorup, kendisi yanıtladı: “Her halde bunun nedenini herkes açıkça anlamaktadır.”
Oysa kimse anlamamıştı... Ama hiçbir gazeteci bunu İlker Başbuğ’a söyleyemedi... Sorum basit:
Böyle gazetecilik mi olur?
l Mustafa Mutlu / Vatan
* * *
Hedefteki Cumhuriyet
Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ dün Trabzon’da, Oruç Reis fırkateyninde yaptığı konuşmada kimi belli medya organlarına
karşı TSK’yı savundu. İlginçtir, TSK düşman karşısında değil kendi ülkesinin bir
kısım basını karşısında zorlanıyor.
Başbuğ diyor ki:
“Ne acıdır ki, özellikle Türkiye’de medyanın bir kısmının var oluşlarının temel nedeni, gerçeklere ve doğrulara dayanmayan, önyargılı ve özel amaç taşıyan eleştiriler yaparak, TSK’yı haksız yere her gün gündemde tutmak ve TSK aleyhine kampanya yürütmektir. Bunlar aynı zamanda kendilerini demokrasinin savunucusu olarak da göstermektedir...”
(...) Bu gazetelerden birinin CIA tarafından kurdurulduğu yaygın kanaat.
Diğerleri ise (TRT dahil) AKP yanlısı olup
“yandaş basın” diye anılıyor.
İktidara göbekten bağlı yandaş
basının TSK’ya karşı tertiplere girişmesi
neyin göstergesidir?
AKP’nin TSK’ya karşı sabotaj ve tertipleri perde arkasından desteklediğinin...
Aslında hedefte olan yalnızca TSK değil.. Dikkat buyrun... İktidara boyun eğmeyen “yargı” ve “medya” da aynı şekilde hedeftedir. Nedir bu kurumların ortak niteliği?
...tek parti iktidarının önüne dikilebilecek son kurumlar olmaları...
Tehlikede olan Cumhuriyet’tir
l Melih Aşık / Milliyet
* * *
Bahçeli'nin top onbiri
Hocam Devlet Bahçeli’nin nazik davetine icabet edip dünkü basın toplantısında 7 numaralı masaya konuşlandım. Masalardaki dağılıma baktığınızda ince bir işçilik yapıldığı hemen fark ediliyor.
Olabilir; MHP yönetimi “yandaşlık” hiyerarşisine göre protokol listesi oluşturabilir. Mesela, beni en arka masaya atabilir. Hiç itirazım olmaz. Hocamdır, yine de saygıda kusur etmem. Siyasi politikalarına eleştiri hakkım ise mahfuzdur.
Sağolsun, kendisi de en ağır eleştirilerime rağmen, karşılaştığımızda nezaketinden asla sapmamış ve yakın ilgi göstermiştir. Dün olduğu gibi...
Fakat salondaki şu manzara, hiç şık değildi. Ortasına Devlet Bey’in oturduğu, mahkeme salonlarındaki hakim kürsülerini andıran ve yüksekçe yere kurulmuş, numarasız, uzun protokol masasındaki dağılımdan söz ediyorum.
Hani liderlerin kurmay heyetlerini yanına alıp da basın mensuplarının karşısına çıktığı fotoğraf karesindeki gibi.
Sağında 6, solunda 5 gazeteci vardı. Sırasıyla önce sağ cenah: Fikret Bila (Milliyet), Metin Özkan (Tercüman), Orhan Karataş (Ortadoğu), Murat Çelik (Star TV), Sedat Bozkurt (Fox TV), Bilal Çetin (Vatan) Sol cenah: Erhan Karadağ (CNN Türk), Enis Berberoğlu (Hürriyet), Yavuz Donat (Sabah), Muharrem Sarıkaya (Habertürk), Metin Kayhan (Başkent TV)
Geçen yıl aynı masada bulunan Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, cezaevinde olduğu için bu yıl yoktu. Yavuz Donat, bir sıra geri atılmıştı. Hem sağ hem solda seri başı isimler
Doğan Grubu’ndan seçilmişti. Ortadoğu, Tercüman ve Mehmet Haberal’in televizyonu unutulmamıştı. Polis Akademisi’ndeki Kürt açılımı toplantısına
katıldıkları için “12 Kötü Adam” ilan
edilen gazetecilerden biri de af kapsamında masaya eklenmişti.
25 yıldır Ankara’da gazetecilik yapıyorum, böyle bir basın toplantısı düzenine başka bir yerde rastlamadım.
Bunları yazınca hemen aklınıza başbakanın uçağı gelebilir. Karıştırmayın; akreditasyon ayrı, konukları sınıflandırmak ayrıdır. Nitekim, dünkü toplantıya Zaman ve Türkiye temsilcileri davet edilmemişti.
O masadaki gazeteci arkadaşlarımızın çoğu bu görüntüden rahatsızdı, biliyorum ki, nezaketlerinden oturdular. Hatta
Bilal Çetin, toplantı sonrası takıldı: “Şamil bak, MHP iktidara gelirse yandaş basın böyle olacak.”
Ben de başlığı o an buldum: “MHP’nin top onbiri...”
Sohbeti kenarda izleyen toplantının organizatörü MHP Genel Başkan Yardımcısı Tunca Toskay başka bir espriyle girdi araya: “Ne yapalım Şamilciğim uçakta yer veremeyince masada yer veriyoruz.”
Oysa, o masadakilerin neredeyse yarısı başbakanın uçağına binmişti. Onu hatırlattım. Tunca Bey’den cevap gelmeyince
Çetin devreye girdi: “Hocamın o kadar torpili olsun...”
Peki, olsun. O zaman; Devlet Bahçeli’nin masası, Deniz Baykal’ın helikopteri, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un karargahındaki tercihli listeye girip başbakanın uçağına laf etmeyin, ederseniz komik olursunuz.
Gelin, kaynağı hangi kurum veya şahıs olursa olsun her türlü akreditasyona ve tercihli listeye ortak tavır koyalım.
l Şamil Tayyar / Star
* * *
Tuzu kurunun hali de bir başka
İşçinin, memurun, emeklinin, sendikalı/sendikasız bıçağın kemiğe dayandığı kitlelerin tepkisinin yandaş medya tarafından karartılması hiç şaşırtıcı değil de, cep delik cepken delik insanların “cinnet” halini dahi “Ergenekon işi” deyip sulandırmaları kesinlikle bir eşik. Bu noktadan sonrası psikiyatristlerin uzmanlık alanını ilgilendiriyor.
Yenişafak’ın çiftkimlikli yazarı, Taha Kıvanç kılığındaki yazısında kamu kurumlarındaki iş bırakma eylemleri ve işçilerin hak mücadelesini, “diğer provokasyonlar”la aynı çerçevede değerlendirip “Bereket böyle ortamlarda ortalığı daha da karıştırıp zihinleri allak bullak edecek siyasi suikastlar düzenlemeye programlı tipler demir parmaklıklar arkasındalar” diye aktarmış; güya arkadaşından.
AKP’yi bitirmek isteyen şer ittifaklarının, işiymiş hepsi... Yuh artık!
Demek ki, insanın cebine iktidarın bağladığı musluklardan oluk oluk “nakit” akınca, tuzu kuru olunca, nemli ayakların yürüdüğü yola bu denli yabancılaşıyor. Ne kadardı çiftkimlikli efendi; her ay 110 bin lira mı?
* * *
Siz misiniz demokrat diyen!..
Yıllarca, darbe olsun diye bombalı eylem bile planlayan Hasan Cemal’in demokratlığını anlatıp durdular! O ki, tuğla kalınlığında, gazeteci fişlemesinin daniskası olan, istihbarat raporu gibi kitaplarıyla meslektaşlarının kimini ihbar ederek, kimini hedef göstererek, kimini karalayıp, kimini aklayarak güya günahlarından arınmıştı!
İtirafçılık ne zamandan beri “tövbe” kapısını açar olduysa... Sütten çıkma demokrattı, eşitlikçi, adil, barış gönüllüsüydü. Hep öyle kalması için medyada ne kadar “meslektaşı” varsa toplanıp bu hasletlerine kadeh kaldırdılar geçenlerde. ‘Anı kitabı’ hazırladılar; birlikte geçen 40 yılın anısına. İşte o kitaba yazanlardan biri de Yalçın Doğan’dı. Odatv.com’un haberine göre, kitap için “söylediği herşeyin aynen çıkması” kaydıyla röportaj veren Doğan’ın, Cemal’e yönelik eleştirileri sansürlenmiş. Eee 70’lerde darbe planlamış, 80’lerde darbeden nemalanmış, 90’larda darbeye meşru kılıf aramış birinin; “40 yıllık darbeci”nin demokratlığı buraya kadar! Gördünüz mü şimdi demokrasiyi, ifade hürriyetini, özgürlükleri... Döndük dolaştık, geldik mi yine “nasihatle musibetin” kesişim kümesine...
* * *
MİNİ YORUM
Bir yastıkta güvenin inşallah!
“Güvenilir kaynaklar” Amberin Zaman’a, “Türkiye, protokolü Mart ayına kadar TBMM’de onaylayıp, hayata geçirmezse Ermenistan’ın imzalarını çekeceğini” bildirmiş. Azerbaycan’ı da “Egenekoncu” ilan edip, “biricik hükümeti”ne veryansın etmesine yol açabildiğine göre, kaynağının kendisini yarı yolda bırakmayacağından epey emin olmalı. Bu kaynak ABD’nin Erivan büyükelçiliğinde görevli kocası olmasın?