Dramatik harita...
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra oy dağılımı grafikleriyle ortaya çıkan Türkiye haritası için olsa olsa ‘dramatik’ denebilir.
Trakya’dan başlayan ve güneye doğru kıyı şeridi boyunca Mersin’e kadar uzanan ve Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına “Hayır” diyen bir bölüm, Bitlis hâricinde Güneydoğu bölgesini kapsayan ve muhtemel genel seçimlerde % 10 barajını aşmasına ramak kalan HDP hâkimiyeti ve geride kalan tüm illerde Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapan ve bazı illerde % 80’lere varan rekor düzeyde oyların kapladığı Erdoğan’ın ‘yeni Türkiyesi’nin haritası.
Yozgat, Aksaray, Kırşehir, Nevşehir, Çankırı, Kastamonu, Çorum, Tokat, Kahramanmaraş, Malatya, Bingöl, Erzurum, Elazığ, Erzincan gibi Orta ve Doğu Anadolu şehirlerinin ‘MHP’nin oy havzaları’ olması özelliğini yok eden bir seçim neticesi bu.
Bu şehirlerdeki MHP oylarının tükeniyor olması, bu bölgelerde MHP’nin her geçen seçimde sosyolojik olarak da siliniyor olması yalnızca MHP’yi ilgilendirseydi bir politik yenilgi olarak değerlendirilir ve bir seçim analizi ve seçim istatistiği olarak gazetelerde yazılmakla kalırdı.
Oysa bahse konu ‘dramatik harita’daki MHP izlerinin siliniyor olmasının anlamı yalnıza MHP’nin parti olarak ya da Devlet Bahçeli’nin bir siyâsî lider olarak başarısızlığı ve oy kaybı değil, aynı zamanda Devlet Bahçeli’nin liderliğinde ve onun seçtiği kadroların şahsında MHP’nin temsil ettiği fikirlerin ve mensubiyetlerin de siliniyor olması ve milliyetçiliğin sosyolojik zemininin kaybolması anlamını taşıyor.
Bu seçim mağlubiyetleri serisi bir politik liderin ve kadrolarının çöküşü, o lider ve kadrolarının temsil sorunu yaşadığı kadîm MHP fikriyâtının ve millî hassasiyet ve reflekslerinin de zafiyetine bürünüyor.
Son üç yılda, özellikle ‘Habur rezâleti’yle başlayan ve ‘Oslo görüşmeleri’yle zirve yapan AKP’nin ‘açılım’ adı altındaki ‘Kürt politikası’, MHP’nin tarihî ‘kırmızı çizgileri’ni yok eden ve ‘sinir uçları’nı törpüleyen politikalar olarak MHP tarafından milliyetçi seçmene anlatılamamış, bu politikalara alternatif millî bir muhalefet yapılamamış, TBMM grubunda atılan ateşli birkaç nutuktan ve Erdoğan’la yaşanan birkaç polemikten öteye gidilememiştir.
Necdet Sezer’in karşısına aday çıkarmayan, aday olmak isteyen Sadi Somuncuoğlu’nun TBMM bahçesinde korumalarını darp eden ‘MHP yönetim aklı’ Abdullah Gül’ün adaylığındaki 367 krizini de Meclis’e girerek aşmış ve hem Necdet Sezer’i hem de Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapmıştı.
Şimdi de siyâsî akıl ile izah edilemeyecek olan ‘çatı aday’ formülüyle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine girildi ve bir tek dahi miting bile yapılmadan salon toplantılarıyla seçim kampanyası yürütülerek bunun tabii bir neticesi olarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına giden yolu açılmış oldu.
Devlet Bahçeli’ye ve onun ‘yönetim aklı’na üç Cumhurbaşkanlığı seçiminde neden MHP’li bir Cumhurbaşkanı aday çıkarmadığı sorusu sorulamadı.
Necdet Sezer ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı yolunu neden açtığı sorulamadı.
Tayyip Erdoğan’ın karşısına neden MHP’li bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarmadığı sorulamadı.
Kendileri de zaten açıklama lütfetmedi.
1999 seçimlerinden sonra sürekli oy kaybeden ve tabanı altından kayan MHP’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra oluşan ‘dramatik harita’daki sorumluluğu yalnızca politik bir vebâl değil, sosyolojik ve çöküşün de vebâlidir.
Yalnızca kongre gâlibiyetleri Devlet Bahçeli’yi tarihe bir lider olarak değil, dönemin günahkârı olarak yazacaktır.
Türkiye’nin, Ülkücü Hareket’in kadîm hassasiyetlerine ihtiyâcı vardır. Bu hassasiyetlerin önünü açmak ve Ülkücü Hareketi bir sonraki nesle emanet etmek Devlet Bahçeli ve neslinin üzerinde bir vazife olarak asılı durmaktadır.
Hayırla yâd edilmek istiyorlarsa ve bizim hafsalamızın almadığı bir oyunun parçası değillerse eğer, çekilecekleri köşelerinde bugünküden çok daha fazla saygı göreceklerdir...