Doğruyu söylemenin yanlış olduğu ülke
Necati Doğru, 1984 yılında Günaydın’da çalışıyordu. O yıl, KDV yeni gelen bir vergi idi. KDV’ye geçmek Türkiye için vergilemede bir reform idi. Ben de, İktisat Fakültesindeki, hocalığımın yanında; Günaydın gazetesinde de danışmanlığa yeni başlamıştım.
Necati Doğru, KDV’yi yazmak için benimle üç saat çalıştı.
1988 yılında, Milliyet gazetesinde Kars Belediye Başkanının bir demeci vardı. Kars’ın geri kalmışlığını vurgulamak için “50 milyar liraya Kars’ın tamamını veririm” diyordu. Necati Doğru da bu haberi “Kars 50 milyara satılıyor” diye manşete taşımıştı.
O zaman bir Karslı olarak, bu haber beni çok etkiledi. Bu haber üzerine iki yıl çalıştım. Karslıları bir araya getirip, bugünkü Kars-Ardahan ve Iğdır Kalkınma Vakfını kurduk. Bu vakıf ve üyeleri bugüne kadar, Kars’a ve Ardahan’a devletten fazla okul, yurt, öğretmenevi, spor tesisi, park yaptı. Her yıl 500-600 kişiye burs veriyor.
Vakıf olarak, bizi uyardığı için ve bir gerçeği dile getirdiği için kendisine teşekkür plaketi verdik.
Vatan gazetesinde, ’’İstanbul’da kaç Aytaç Durak var “ sorusuna cevap oluşturan yazısı sansür edildiği için istifa etti.
Aslında aynı gün, Can Dündar’ın NTV’deki programı da iptal ediliyor. Nedeni, Başbakanın Türkiye’de kaçak çalışan 100 bin dolayındaki Ermeninin yurt dışına çıkarma tehdidi için ’’Başbakan Pot kırdı” denilmesi.
Bu yanlışlardan daha da yanlış olan, medya ile ilgili birçok derneğin ve kuruluşun sessiz kalmasıdır. Eğer, sansüre uğrayanlar Necati Doğru gibi tepki koymasını bilselerdi ve medya ile ilgili dernekler ve sendikalar da tavır koysalardı, İktidar ve medya patronu, bir daha baskı yapınca, düşünerek yapardı. Çalışanlardan da hiç bir tepki gelmeyince, iktidar ve medya patronları, istediklerini yapıyor.
Çalışanları korkutan ve tepki vermelerini engelleyen tablo, Türkiye’de fiili işsiz sayısının yüzde 20’yi geçmesidir. Beş kişiden bir kişinin işsiz olmasıdır.
Bir başka yanlış da, Türkiye de medyanın, diğer işler için hükümete bir baskı aracı, toplumda bir güç göstergesi olarak kullanılmasıdır. Bunun içindir ki gerçek anlamda medya organı çok azdır. Çoğu, ya iktidarın doğrudan doğruya organıdır... Veya dolaylı yoldan iktidardan destek almaktadır... Ya da medyanın diğer işleri, hükümetten beklentileri veya açıkları nedeniyle baskı altındadırlar.
Rahmi Turan’ın prensip sahibi olması nedeniyle, Gözcü gazetesine kimse sansür getiremedi. Ancak gazete kapatıldı.
Gözcü’nün kapatıldığı gün benim yazımın ilk beş paragrafı şöyle idi:
“Dünkü büyük gazetelerin manşetlerinde, Andıç, Dink cinayeti, eski Enerji Bakanlarına istenen cezalar vardı. Gözcü’nün manşetinde ise işsizlik ve halkın sırtındaki borç yükü vardı.
Gözcü, her zaman halkın sorunlarını manşet yapan tek gazeteydi. Bu nedenle kahvelerde, berberlerde, umumi yerlerde okunurdu... Kamuoyunun Gözcü ile ilgili tespiti “Bir Gözcü’yü en az beş kişi okur.” şeklindeydi.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezun ve Mensupları Vakfı olarak, fakülteden 30 öğrenci ve 5 öğretim üyesinin katıldığı bir ” yolsuzluğa bakış araştırması “ yaptırdık... İstanbul’da 1500 kişi ile yapılan ankette ilk soru, “Sizce şu an Türkiye’nin Çözülmesi Gereken En Önemli Sorunu Nedir?” sorusuydu.
Katılanların cevabı ise “yüzde 48.6’sı işsizlik-yoksulluk, yüzde 11.6’sı enflasyon-hayat pahalılığı” şeklindeydi... Eğitim, terör ve yolsuzluk daha sonra geliyordu.
Yani artık toplumda yoksulluk-işsizlik ve hayat pahalılığı, terörü ve yolsuzluğu bastırdı. İşte Gözcü gazetesi bu gerçeği yakalamıştı. Bu nedenle halkla bütünleşmişti.”
Aslında, hükümet medyayı bu kadar kontrol altında tutarak, kendi ayağına kurşun sıkıyor.