Dizginlerini kaptırdı
İktidar, Washington ile PKK arasında; 50 kadar Barzanici milletvekili ile birkaç vatansever milletvekili arasında;
ulusal duyarlılığı güçlü seçmen tabanı ile ‘kukla’ olmaya yatkın ideolojisi, 1923 düşmanlığı arasında kalmaktadır
Nisan ayından bu yana (3 Mayıs 2010 itibariyle) 22 canımızı şehit verdik. Duruma “stratejik” düzeyde bakmak zorundayız. Sadece askerî değil, siyasal ve diplomatik etkenleri de aynı anda değerlendirmeliyiz.
PKK vuruyor. Çünkü ona şimdiye dek oynatılan rolde değişikliği gerekli kılan yeni bir senaryo yazıldı. Bu senaryoda ondan artık “koçbaşı” rolü geri alındı. Şimdi geriye, yedeğe çekilmesi ve a) Barzani’yi uysalca desteklemesi; bunun yan ürünü olarak da b) AKP’yle uzlaşması isteniyor / gerekiyor. Dahası bu rol değişikliği Washington tarafından dayatılıyor. Bu rol değişikliği, çok doğal olarak, PKK’nın ve başta İmralı’daki elebaşısının hiç işine gelmiyor.
İki nedenle: 1) PKK elebaşısı, hiç değilse ilk aşamada İmralı’dan çıkmak ve “eve taşınmak” istiyor. Tamamen “serbest” kalmak onu izleyecek olan ikinci adım. 2) Barzani’nin emri / himayesi altına düşmeyi; Barzani veya bir başkasına bağımlı konumda olmayı, “önderliği”nin fiilen geriye atılmasını hiç istemiyor.
Sadece o’nun değil, Kandil’deki PKK’lıların da egoları ve çıkarları Barzani ile çelişiyor. Stratejik düzeyde şunun iyi kavranması gerekiyor:
Büyük stratejik hedefi en azından Türkiye ve Irak toprakları üzerinde bir kukla “Kürdistan” devleti yaratmak olan ABD, “koçbaşı” gibi kullandığı PKK’nın Güneydoğu Anadolu’da yenik düştüğünü görünce oyun planını değiştirdi ve Irak’ı Saddam’ı devirmek yalanı ardından işgal ederek, oranın kuzeyinde bir “Kürt devleti” nin ilk “kurtarılmış bölgesi”nin kurulmasını mümkün kıldı. Bunun fiilen bir “(Güney) Kürt devleti” olarak şekillenmesini sağlamak için ilkin PKK elebaşısını Ankara’nın Irak’ın işgali sürecinde desteğini almak üzere Bülent Ecevit koalisyonuna “rüşvet” olarak verdi. ABD’nin PKK’yı ve elebaşısını ilk “harcaması” o sıradadır, bu nedenledir.
1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddi Güneydoğu Anadolu’nun bugünkü Kuzey Irak’a dönüşmesinden Türkiye’yi kurtardı.
Washington’un stratejik hedefini gerçekleştirme yolunda yeni aşama Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devletini kabullenmesi, onunla iyi geçinmesi ve karşılığında rüşvet olarak Ankara’ya PKK terörünün bitirilmesidir. Ankara’da Barzani’nin yıldızının yükselmesi bu denklemin sonucudur. “Kürt açılımı” (AKP’nin ulus-devlet “ile çelişen tavizler vermeye hazırlanması; ”Habur tiyatrosu“ fiyaskosu hep bu uğurda ve Emre Taner’in aklıyla dinamiğin içine girip, sürece egemen olma veya Cumhurreisi’nin deyişiyle ”başkaları bize yaptırmadan bizim kendi elimizle yapmamız“) hep bu Amerikan büyük stratejisinin sonucudur.
Çok doğal olarak, şimdiki süreçte / yeni senaryoda Barzani ”yükselen figür“dür / kukladır. İmralı’daki elebaşı, ”inişteki figür“dür. Ankara’daki siyasal erk ise bu iki figür arasında sıkışmış durumdadır.
AKP, Washington ile PKK (BDP) arasında; içindeki 50 kadar Barzanici milletvekili ile birkaç vatansever milletvekili arasında; ulusal duyarlılığı güçlü seçmen tabanı ile ”kukla“ olmaya yatkın ideolojisi / 1923 Cumhuriyeti düşmanlığı arasında kalmaktadır. Bundan çıkış yolunu da ”sivil darbe“de bulacağını sanmakta, onun için de başta T.S.K. olmak üzere Yargı, TOBB, Medya... kısacası PKK ile daha fazla uzlaşmacı, daha fazla tavizkâr bir ”ilişki“ içinde olmasına engel ne varsa kaldırmak, her kurumu, her çevreyi YÖK’e benzetmek çabasındadır.
Nazım Güvenç / Bizim Anadolu
***
‘Liberallik organize olmuş riyakârlıktır’
Demokratlık “iyi bi’şi” olduğuna ve kimse de bu devirde “Ben demokrat değilim,” demeye cesaret edemeyeceğine göre, demek ki liberalliğin anlaşılmasında bir sorun var.
Liberal’in kelime anlamı “serbest” demek. Liberal ekonomi denince anlayacağımız şey serbest ekonomi. Harika bir sistem. Her şey serbest. Uluslararası dev şirketlerin, gelişmemiş- pardon gelişmekte olan ülkelere destursuz girmesi serbest. Bu dev işletmelerin, oradaki minicik yerel işletmelerle aynı şartlar altında rekabet etmesi serbest. “Gelişmekte olan” ülkelerdeki iş adamları vize almak için gelişmiş ülke elçilik kapılarında haftalarca bekleşirken, “o” ülkelerin iş adamlarının kendi ülkelerinde böylesi bir zulme tabi olmamaları “serbest”!. Sermayeyi elinde bulunduran güçlerin ülke yönetimlerini parmaklarında oynatmaları, kanunları istedikleri gibi meclislerden geçirmeleri serbest. Bankaların tüketici kredileri için yüksek faiz alması serbest. Kendi başlarının çaresine bakmak zorunda olan çiftçi, esnaf ve küçük işletmelerin birer birer kapanıp insanların işsiz kalması serbest. Kamu işletmelerinin özelleştirilip çalışanlarının ya tamamının ya bir kısmının işsiz kalması serbest. Karayollarının, akarsuların bile özelleştirilmesi serbest. Özelleştirilmiş akarsuların boyuna , halk mazallah su alır diye güvenlik görevlileri dikmek serbest.
Liberal ekonominin denetimsiz bıraktığı “piyasalar” doğal olarak yıkıcı krizler yaratmış, bunların en sonuncusu da 2007-8 yıllarında başlamıştı. Bu krizin en iyi tanımını da The Guardian muhabiri bir İngiliz yapmıştı BBC’de. “Bu olay son yüzyılın en büyük banka soygunudur.”
Liberal ekonomi ürünü son krizin tanımından, liberalliğin bu güne kadar yapılmış en muhteşem tanımına geçelim isterseniz. Tanım, eski bir İngiliz başbakanı olan Benjamin Disraeli tarafından yapılmış.
“Liberallik organize olmuş riyakârlıktır.”
Yaşadığı devirde “ liberal demokratlık” henüz icat edilmediğinden ! olsa gerek, Disraeli onun tanımını yapmamış. Öyleyse ucuna “demokratlık” gibi bir hoşluk takılmış olan liberalliği Disraelivari tanımlamak istersek şöyle diyebiliriz:
“Demokratik liberallik, organize olmuş riyakarlığın saçına papatya takılmış halidir.”
Duygu Yelbaşı / Yenibozuyuk Gazetesi
***
ABD’ye umut bağlayanlara...
Dünya kapitalizminin önderi ABD, Latin Amerika’da, yıllarca askeri kanlı faşist diktatörlükler aracılığıyla kan kusturduğu arka bahçesinde çok önemli mevziler kaybetti, kaybetmeye devam ediyor... Kaybettiği mevzilerin tümünde, ulusal kaynaklarını emperyalistlere yağmalatmayan, halkın ve toplumun yararını ön planda tutan halkçı-devletçi yönetimler işbaşına geldi.
Ukrayna’da, Gürcistan’da, Kırgızistan’da, Azerbaycan’da, ABD emperyalizminin bugüne kadar Soros destekli renkli darbeler yaptırarak ya da yaptırmaya çalışarak kendisine bağlamak istediği ülkelerin hepsinde Soros renkleri mosmor oldu. Devrimlerle çalkalanan bölgemizde ABD, askeri üslerini birer birer kaybediyor... Japonya bile, ülkedeki Amerikan üslerinin varlığına son vermeyi ciddi biçimde tartışmaya başladı...
Balkanlara dönüyorsunuz, gelişmiş batı kapitalizminin sevimli çocuğu Yunanistan çalkalanıyor, Arnavutluk çalkalanıyor... Macaristan, Bulgaristan kıvranıyor... Dünya kapitalizminin en merkez ülkelerine, İngiltere’ye, Fransa’ya, Almanya’ya bakıyorsunuz, yoksulluk ve işsizlik hızla yaygınlaşıyor... ABD’nin kendisi sokaklardaki aç, perişan insanlarla dolu...
Kapitalizmin ideologları ve savunucuları kapitalizmin doğasından kaynaklanan bunalımların hepsini; petrol fiyatlarının artışı gibi, nüfus artışı gibi, arz ve talep dengesizlikleri gibi nedenlere bağladılar bugüne kadar.
Oysa kapitalizmin önceki yıllarda yaşadığı sorunlar da, günümüzde yaşanan çok daha derin sorunlar da, kapitalizmin bizzat kendisinden kaynaklanan sorunlardır. Yaşanan sorunların temelinde, kâr ve sermaye birikimiyle gelişen kapitalizmin, bu gelişme aksadığında dar boğaza girmesi vardır.
ABD’ye umut bağlayarak, ABD projelerinde görev alanlar varsa, hatırlatalım dedik... İrfan Tuna
***
Analar ağlamasın(!)
Önceleri “üç - beş çapulcu” diyerek nitelendirip, yılanın başını küçük iken kesmemenin zararlarını bizler bugün çekiyoruz. Terör örgütü tarafından kurulan hain tuzaklarla ardı ardına gençlerimiz katlediliyor ve ocaklarımıza ateş düşüyor. Oysa şehit edilen gençlerimizin her biri bu memleketin geleceği. Geleceğimizi kendi elimizle yok ediyoruz.
Bu iş artık uçaklarla bombaları inlerine yağdırmaktan öte gitmelidir. Yerin metrelerce altına madem bomba işlemiyor o zaman hainlerin inlerini başlarına yıkmamız gerekiyor. Daha fazla Mehmetlerimiz, Ahmetlerimiz, Hasanlarımız şehit edilip, analarımızın yüreği dağlanmasın. Daha fazla anne karnında çocuklarımız babasız kalmasın. Yeter artık! Her gün gençlerimizi Albayrağımıza sarıp uğurlamayalım... Reyhan İşeri
***
Bir ülkenin yetiştirme
yurtlarında bu tür utançlar yaşanıyorsa, o ülke kendi geleceğine tecavüz ediyor demektir. Engin Balım
***
İstanbul’a karşı cinayet işleniyor
Siz köprü yaptıkça yeni yerleşim yerleri meydana geliyor, yeni yerleşim yerleri meydana geldikçe de yeni köprülere ihtiyaç duyuluyor. Böylece bu konu kendi içinde sarmal bir şekilde devam ediyor.. İstanbul ulaşımı ve trafiği konusunda rahmetli Bülent Ecevit hükümetinde ulaştırma bakanı olarak görev yapan Enis Öksüz’ün çok isabetli bir planı vardı. Bu plana göre İstanbul boğazı, köprü yerine yeraltı tünelleri ve demiryolu ile geçilecekti. Bu sistemde araç yerine insanlar hareket ediyor. Halbuki köprü geçişlerinde insan unsuru esas alınmamış, sadece araçların geçişi hesaplanmıştır. Yani milyonlarca araç bir o yana bir bu yana akıp gitmektedir. Köprüye bağlantılı çevre yollarındaki arazi tahribatı ve tabiat katliamı da buna paralel olarak sürüp gitmektedir. Bu arada İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bir çalışmasından da bahsetmek isterim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, “Metropolitan Planlama Merkezi’nde” tam 530 ilim adamını (profesör, doçent) 4 yıl süreyle en düşüğü 3 bin lira ve en yükseği de 6 bin lira arasında yüksek maaşla çalıştırmış. Sonuçta bu ilim adamları, İstanbul Çevre Düzeni Planını bitirmişler ve “3. köprüyü yapmak İstanbul şehrine karşı cinayet işlemektir” kararını almışlar. Fakat tam bu sırada Ankara’dan Başbakanın emri gelmiş: “Bu köprü yapılacak.”
Öner Çetinkaya / İskenderun Gazetesi
***
Rafine bakış
Avrupa’nın en pahalı benzini, mazotu,
Eti, soğanı, domatesi,
En yüksek KDV, ÖTV’si Türkiye’deymiş,
Ne gam!
İnsan hayatının en ucuz olduğu yer de
Türkiye’dir.
Yakup Yavuzer
***
Borç ödemekten anamız
ağladı, diyen köylüye; “Ananı da al git” dersen, Avrupa’da kapı kapı dolaşıp
kasaplık hayvan toplarsın.
Turan Kırılmazoğlu
***
Anzak askeri istiyorlar
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye’nin sınır güvenliğinde AB standardına ulaşmak için “50 bin kişilik özel bir güvenlik gücü” kurma hazırlıkları yürüttüğünü açıkladı.
Yani Türkçesi, sınırlarımızın güvenliği, yapılan anketlerle Türk Milletinin % 90 güven duyduğu (geri kalan % 10, vatanını sevmeyen işbirlikçiler) terörle mücadelede başarılı, halkın gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’nden alınıyor, güvenin sıfır olduğu AB ve ABD güdümündeki siyasilerin kontrolüne devrediliyor.
Açıklamaya göre sistem ABD’den transfer ediliyor. Egemen Bağış’ın ifadesine göre Türkiye’nin sınır güvenliğinin AB standartlarına ulaşması için bu yapılıyor. Fakat nedense proje ABD’den transfer ediliyor.
İstedikleri; Türk Ordusu ABD ve AB idealleri için savaşsın. En büyük hedefleri para babası George Sorros’un da ifade ettiği gibi;
“Türkiye’nin en önemli ihraç unsuru askeridir” tezini hayata geçirmek.
Batılılar ordumuzu yanlarında bir Anzak askeri gibi görmek, önce paralı sonra bedava ABD ve AB çıkarları için Kore’de, Balkanlar’da, Ortadoğu’da dünyanın her yerinde ölen bir Türk Askeri istiyorlar.
Namık Kemal Dimlioğlu / Atatürkçü Düşünce Derneği Ant. Şb. Yönetim Kurulu Üyesi
***
Ciğeri beş para etmeyenler
Türkiye’de de sözde Ermeni ”soykırım“ını, azınlık haklarını, kürt sorununu veya dinsel özgürlükleri ağzına sakız eden ”Avrupa ve Amerikan beslemesi sözde demokrasi aşıkları“nın oluşturduğu bir ”liboş-komünist-dinci şeytan üçgeni“yle karşı karşıyayız. Bu şeytan üçgeninin mensuplarının, Türklüğe ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı olan kin ve intikam hırslarının yanısıra, şahsi menfaatleri doğrultusunda da hareket etmekte olduğuna şahit oluyoruz. İşin garip tarafı şu ki; Türkiye, ”özgürlükler“ ve ”demokrasi“ adına devleti yıkmaya çalışanların, devleti savunmaya çalışanlardan daha özgür ve destekli olduğu yegane ülkedir. Emin olun, ”demokrasi cenneti“ olduğu iddia edilen batı ülkelerinde dahi böyle bir şeye tahammül edilmesi mümkün değildir.
Yandaş medya kuruluşlarındaki ya da TRT nazarındaki fiyatları nedir bilemem ama etin kilosu 40 TL’lere dayanmışken, bu gibilerin ciğeri hala beş para etmiyor. Çünkü çok kötü kokuyor.
Tolunay Kutoğlu
***
Hazin son
Sayın Kürşat Tüzmen anayasa değişikliğinde kapatma maddesinin reddinde hayır oyu kullandığı iması karşısında: “Türk töresine göre başbakan uçurumdan atlarsa bizde sorgusuz sualsiz atlarız” gibi tüm demokrasi kavramlarını alt üst eden, biat kültürünün şahane bir örneğini vermiş oldu. İşte liderin iki dudağı arasında ikbalini arayanların hazin sonu.
l Kadir Barut / İskenderun
MİNİ YORUM
Laf ola...
Sabahın kör bir saati; şu tekrar programlardan birine denk geldim. İpek Çalışlar Halide Edip biyografisini anlatıyor. Değişmez konu; Atatürk’le anlaşmazlıkları. Diyor ki, “Halide Edip şiddetten hoşlanmazdı, ters düşerlerdi...” Yeni bir devlet kurma derdine düşmüşken, düşünce özgürlüğü var kardeşim deyip orda burada isyan çıkarmaya çalışanlara yol mu verecekti yani Atatürk!