Dış borçlarda temerrüt riski? (1)
"Türkiye, dış borçlarda temerrüte düşer mi? Moratoryuma gider mi? sorusu, son yıllarda çok sık soruyor. Benim gibi eskiler dış borçlardan korkar, çünkü Türkiye 1959 yılında dış borçlarını ödeyemedi ve temerrüte düştü. Moratoryuma gitmek zorunda kaldı.
Moratoryum, bir ülkenin dış borçlarında ödeme gücünü kaybetmesi nedeniyle bu borçları ödeyemeyeceğini ilân etmesidir. Bu durum borçluların alacaklı ülkeler veya kuruluşlarla masaya oturup borçları yeniden yapılandırmaya gitmesi ile sonuçlanır. Borç miktarı, vadesi, faiz oranı ve diğer taahhütler üzerinde yeni bir anlaşma sağlanır. Genellikle alacaklılar alacaklarını garanti edebilmek için bir kısım borçlarında indirim yaparlar ve vadeyi uzatırlar.
1984'te de Dünyada Latin Amerika'da borç krizi yaşandı. Alacaklı ve borçlular Paris Anlaşmasıyla sorunu çözdüler. 1984'te birçok gelişmekte olan ülke borç krizine girdi fakat o yıllarda Türkiye'nin adı bile geçmedi.
Bu gün uluslar arası piyasalarda borç tahvillerin sigorta edilmesi (CDS), borç krizlerini seyrekleştirmiştir. Yine de 2010 yılında Yunanistan zımni olarak Moratoryuma gitti. Açıklamadı ama alacaklıların onayı ile IMF'den 110 milyar dolar kredi aldı ve borçlarını ödedi.
Türkiye'nin 2020 sonunda dış borçlarının GSYH'ya oranı yüzde 58 dolayındadır. Bu oran yüksek değil ama aynı zamanda 2020 de 38,5 milyar dolar cari açığı var. Merkez Bankası resmi rezervleri eksidedir. Kasım 2020 başlangıç olmak üzere bir yıl içinde çevirmesi gereken dış borç stoku 184 milyar dolardır. Dahası 2021 yılı içinde üretime devam edebilmek için aramalı ve hammadde ithal etmek ve bu ithalatın finansmanı için döviz bulmak zorundadır.
Bu şartlarda Türkiye'nin dış borçlarında temerrüt riski yüksektir. 2021 başında Türkiye'nin beş yıllık tahvillerinin temerrüt risk pirimi 326 baz puandır. Venezuela gibi birkaç ülke hariç Türkiye tahvilleri Dünyanın en riskli tahvilleridir.
Nereden bakarsak bakalım, bu tablonun tek çıkış yolu IMF'dir. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümeti ya işin farkında değil veya bilinmeyen bir çözüm yolu var. Çünkü IMF'ye gitmiyor.
Türkiye bu tür sorunları hep yaşıyor. Reuters'in bir haberi;
''Naci Ağbal, kendisiyle beraber başka üst düzey AKP'lilerin Erdoğan'a döviz rezervlerinin eridiğini aktarmasının ardından Merkez Bankası Başkanlığına atandı. Haberde en az iki gün boyunca yapılan sunumlarda Erdoğan'a yabancı yatırımın ülkeye getirilmesinde sıkıntı yaşandığı ve Türk Lirası'nın yılın başından beri yüzde 30 değer kaybettiğinin anlatıldığı iddia edildi.'' şeklindeydi.
Bu demektir ki, Cumhurbaşkanının MB rezervlerinin eridiğinden ve döviz sıkıntısından haberi yoktu. Aman Allahım … Normal demokratik bir ülkede böyle bir bilgi eksikliği akla bile gelmez. Söz gelimi parlamenter sistem varken Başbakan Mecliste sık bulunur ve her şeyden haberdar olurdu. Dahası MB rezervlerini her ay ilan ediliyor. Basında da yer alıyor.
İkinci Dünya Savaşından sonra, özel sektör ve bankaların dış borçları ihmal edilebilecek düzeyde idi. Ya da bunlarda da hazine kefaleti aranıyordu. Daha çok devletler dış borç alırdı. Dünyada da dış borç denilince dış devlet borçları akla gelirdi. Küreselleşme sürecinde bu durum değişti, özel sektör ve bankaların dış borç stoku büyüdü, devlet borçları daha düşük kaldı.
Dış borç alındığında içeriye, döviz veya mal olarak kaynak girişi oluyor. Ödeme yapıldığında ise, kaynak çıkışı oluyor. Net giriş ve çıkış dolaylı yoldan büyümeyi etkiliyor. Bu nedenle, dış borçlarla iç borçları toplamak yanlıştır. Ancak şirketler veya devlet finansman ihtiyacını hesaplamak için ikisi toplanabilir.
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, dış borçlarda özel ve kamu borcu değil, ülkenin dış borcu önemlidir. Çünkü, dış borçları ödemek için, önce fert başına büyüme ile gelir yaratmak, sonra da bu geliri dövize çevirmek gerekir. İster devlet isterse özel sektör olsun dış borçların büyüme ve servet etkisi değişmez. Devlette, özel sektör de dış borç ödeyince, dövize talep artar. Kur dengesi etkilenir.
Yarın devam edecek...