Din ve inanç popülizmi (21 Mart 2018)

1990'lı yıllara kadar, laiklikten taviz verilmesi düşünülmezdi. Onun içinde din ve inanç konusu, herkesin kendisini ilgilendirir diye tartışılmazdı. Medyada, panellerde, ekonomik ve sosyal konular, işçi-işveren ilişkileri, teknoloji geliştirme ve eğitim konuları tartışılırdı.

Türban tartışılmaya başlandıktan sonra ve özellikle 2002 seçimlerinden sonra, laiklikten taviz verildiği için tartışmaların yüzde ellisi din ve inanç konusunda yapılıyor.

Bu tartışmalar toplumda zaman kaybına neden oluyor. Toplumsal dinamizmi, bilim tekniği baltalıyor.

Son on beş senedir, din ve inanç alanında her zaman birisi biterse mutlaka başka bir gündem yaratılıyor.

Söz gelimi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bazı ilahiyatçıların yalan yanlış açıklamaları karşısında İslam'ın güncellenmesi gerektiğini söyledi.

''Din adamı olarak ortaya çıkıp da kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı içtihatta bulunan kişiler ortaya çıkıyor. Bunlar bu asırda yaşamıyorlar, çok farklı bir dünyada yaşıyorlar. Çünkü İslam'ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam'ın hükümlerinin güncellenmesi var. Siz İslam'ı 14 asır öncesi hükümleri ile bugün uygulayamazsınız. Beni birçok hoca efendi tefe koyacak o ayrı mesele. Rabbim bizi tefe koymasın" dedi.

Elbette söyledikleri doğru ve fakat bu ilahiyatçılar 20 yıl önce gene vardı. O zaman böyle konuşanlar yoktu. Bunlar şimdi neden ön plana çıktı? Rektör atamalarında ilahiyat mezunları neden tercih ediliyor?

Dinin siyasi alanda kullanılması da bir nevi popülizmdir.

Türkiye'de siyasette din istismarı yoğun şekilde kullanılıyor. Eğitimde İmam Hatip'lere ağırlık verilmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı'na 7 bakanlıktan daha fazla ödenek konulması, camilerde hoparlörlerin sesinin yükseltilmesi, cemaatlere ayrıcalık ve imtiyaz verilmesi ve devletten destek sağlanması, siyasilerin propaganda sırasında dini ve dini unsurları kullanması, din istismarı için örneklerdir.

Türkiye'de kamu alanların tahsisinde, ihalelerde din faktörü etkili oldu. Bu gibi uygulamalar ekonomik hayatta da haksız rekabet yarattı. Türkiye'de muhafazakar anlayışının çok ötesinde olan İslami kesimden iş adamları daha çok ihale aldı ve devlet imkanlarından daha çok yararlandı. Bunları kamuoyu yakından biliyor. Siyasi iktidar eliyle haksız rekabet oluşturuldu.

Dini siyasetin ve servet edinmenin aracı olarak kullanan, belki de gelmiş geçmiş en büyük din istismarcısı olan Fetullah Gülen cemaatinin devlette örgütlenmesi ve devlet kaynaklarını kullanması, bu dediklerim için yalnızca bir örnektir.

Laik devlet anlayışında olmayan İslam ülkelerinde veya dinin siyasi bir araç olarak kullanan ülkelerde, bu gidişat ister istemez daha çok din sömürüsü yapmak sonucunu doğuruyor. Sonuç menzil veya dava denilen şeriata kadar gidiyor.

Şeriat, çağdaş insanı 1500 yıl önceki kalıplara sokmak demektir. Bu kalıplar toplumu bir cendereye sıkıştırıyor. İnsanlar rahat düşünemiyor ve analiz yapamıyor. Sonuçta ekonominin iç dinamikleri köreliyor. İnsanların iş yapma hevesi ve müteşebbis ruhu kayboluyor.

Bunun içindir ki Uzak Doğu ülkeleri olmasına rağmen, Endonezya'da ortalama fert başına nominal GSYH çok düşük, 3.469 dolardır. Malezya'da 8.617 dolar olan fert başına nominal GSYH, dünya standartlarına göre orta alt gruptadır. Gelir dağılımı bozuktur. Gini katsayısı 46.1 ve IGE 0.823'tür. (OECD Data.)

Maalesef, İslam'ın, Siyasi İslam tuzağından kurtarılması için hem insanlığın, hem de gerçek inanan mütedeyyin dindarların, ciddi bir mücadele vermesi gerekiyor. Orta Çağda Avrupa'da kilisenin de devlet üstünde mutlak bir hakimiyeti vardı. Orada devlet işlerinin din işlerinden ayrılması, yüzyıllara ulaşan bir insanlık mücadelesi ile gerçekleşti.

Yazarın Diğer Yazıları