Devletin kurumsal önemi
Türkiye 1929 büyük buhranından, en az yara alarak çıkan ülkeler içindedir. Bunun İki nedeni var... Birisi, o dönemde ekonomide dışa açıklık sınırlı idi. İkincisi ise, parti devleti olmakla birlikte kurumsal yapıya sahip bir devlet sistemi vardı.
Ayrıca 1933 yılında devletçilik sitemine geçildi ve 1933- 1938 birinci sanayi planı kapsamına, son 30 yıldır sürekli özelleştirdiğimiz fabrikalar yapıldı.
Devleti zorunlu kötülük gören liberal sistem hiçbir zaman piyasada tam rekabeti sağlayamadı. Dünyada her ülke her krizden de devlet müdahalesi ile kurtuldu.
Devlet - Piyasa dengesini kurabilmek için her şeyden önce, Devletin sınırlarını ve kurumsal yapısını iyi tahlil etmeliyiz.
Devletin sınırları iktisat tarihi içinde her zaman tartışma konusu olmuştur.
Bu gün anladığımız anlamda devlet düzeni, eski Yunanda başlamıştır.
Platon, Devlet (Politeia) adlı eserinde, devletin üretme, koruma yönetme işlevlerinin insan aklının üç yetisine paralel olduğunu söylüyor. Üretim, işçi, köylü ve zanaatkârlar, koruma askerler ve yönetme ise yöneticiler ve bilge sınıf tarafından yapılmaktadır (Hirik, 2009)
Platon devleti doğal bir düzen olarak; yani bir canlı organizma gibi düşünmektedir. ''Devletin her organı ancak bütün bir yapı içinde yaşamını sürdürebilir. Bütünden ayrı bir devlet veya sivil kurum yaşamını sürdüremez. Bir organ bedene bağlı olduğu sürece canlılığını korur." Platon'a göre, birey toplum dışında var olamaz; toplum da bireylerle var olur.
August Bebel'e göre; (İslam Kültürü Dönemi ve Renasans) İslam İmparatorluğunun ve Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasının bir nedeni de devlet yönetimindeki sorunlar olmuştur. İslamda halifelikten gelen bir merkezi yönetim anlayışı vardı. İlk halifeler her şeyi kendinde toplamışlardı. Bunlar hem komutan, hem imam, hem maliyeci, hem de yargıçtılar. Sonradan yetki devri oldu ve fakat bu defa da vezirler ve bazı valiler, tüm yetkiyi kendilerinde topladılar. Kurumsal yönetim kuramadılar.
1929 buhranına kadar Klasik İktisatçılar, piyasa açısından devleti zorunlu kötülük olarak görmüş ve devlet harcamalarını iç ve dış güvenlik, adalet, genel idare hizmetleriyle sınırlı tutulmasını savunmuşlardır. Aslında altın standardı da bu anlayışı güçlendirmiş ve 1929 Dünya krizine kadar maliye politikalarına önem verilmemiştir.
1929 Dünya Buhranından sonrası yıllarda Keynes; Devletın iktisat ve Malı politikalar açısından önemine vurgu yapmıştır.
Keynes'in temel düşüncesi; ekonomide konjonktür dalgalanmalarına göre makro politikalar uygulamak temeline dayanır.
Parantez içinde söylemek gerekirse, İktisadi gidişat zaman içinde değişiyor. Bazı yıllar Büyüme artıyor, işsizlik azalıyor. Bolluk ve refah dönemleri oluyor. Zaman içinde iktisadi eğilim inişe geçiyor ve krizler yaşanıyor. Sonra tekrar düzeliyor. Bu gidişata iktisadi konjonktür deniliyor.
Özetle; İktisadi konjonktür; "Her hangi bir ülkede ekonomik hayatının yükselme ve alçalma yönünde gösterdiği inişli çıkışlı, iktisadi hareketlerdir.''
Konjonktürel dalgalanmalar, durgunluk, işsizlik gibi istikrar sorunları yaratmaktadır. Bu dalgalanmaların nedeni toplam talepte meydana gelen dalgalanmalardır.
Keynes'e göre Toplam talep, yatırım, tüketim ve stok harcamalarından oluşur. Devlet para ve maliye politikaları ile bu konjonktürel dalgalanmaları kontrol edebilir.
İkinci dünya savaşından sonra, dünyanın ve harpten zarar görmüş ülkeleri desteklemesi ve harbin insan varlığına verdiği zararların telafisi için, devletler Keynes'çi politikalar yanında aynı zamanda sosyal politikalara da önem vermişlerdir. Bu yolla devlet ekonomik hayatta daha aktif hale gelmiştir.
Bu gün küreselleşme ile, geldiğimiz yerde devlete yeniden kurumsal bir hüviyet kazandırmak zorundayız.