Devlet bütçesi ne getirdi?
Bütçe ile ilgili haber ve yorumlar, genel olarak bütçe açıkları, bütçedeki faiz yükü açısından yapılıyor. Yine bütçeler politikası da açısından değil de şirket bütçesi gibi yalnızca muhasebe açısından değerlendiriliyor. Hükümetler açısından da bütçe denkliği ön planda tutuluyor.
Aslında bütçe politikası, iktisat politikasının önemli bir ayağıdır. Bütçe harcamaları ve vergileri salt gelir gider olarak değerlendirirsek yukarıdakine benzer yorumlara gideriz. Gerçekte Bütçe'nin bir politika aracı olarak kullanılması için açık veya fazla vermesi ve denk olması planlanabilir. Ayrıca bütçe politikasının etkinliği için, kamu harcamaları ve vergilerin sosyal fayda ve sosyal maliyetini dikkate almamız gerekiyor.
İkinci Dünya Savaşından sonra durgunluğa karşı Keynes talep yaratan bütçe politikaları önerdi. Keynes modeline göre, ekonomide durgunluğun yaşandığı ve işsizliğin arttığı dönemlerde hükümetlerin bütçe açığı vererek toplam harcamaları artırarak vergileri kısarak ve bu yolla toplam talebi arttırmaları gerekir. Bu politikalar o dönemde Dünyanın toparlanması ve istikrarlı bir büyümeyi tetiklemesi için gerekliydi. Bu politikalar aynı zamanda devletin gelişmekte olan ülkelerde piyasayı yönlendirici müdahalesinde ve kalkınma politikalarında da etkili oldu. Dünyada büyüme hızlandı. OECD ülkeleri 1945-1973 yılları arasında yıllık ortalama yüzde 5 oranında büyüdü. Sendikalar güçlendi, işsizlik oranı düştü. 1950-1970 yılları arasında kapitalizmin altın çağını yaşadı.
Ne var ki Dünyada ve bizde siyasi alanda hükümetlerin bütçe kaynaklarını siyasi popülizm için kullanması ve yolsuzlukların artması ile 1970'li yıllarda ekonomik istikrarı da bozdu.
Ayrıca o dönemlerde yine çoğu hükümetlerin Keynesgil politikalara tek pencereden, genişletici maliye politikası penceresinden baktılar. Özellikle Demokrasi kültürü gelişmemiş, Latin Amerika ve Türkiye gibi ülkelerde bu politikalar önce yüksek büyüme oranlarının gerçekleşmesini sağladı.
Ekonomi ısınınca bütçelerde fazla verilerek talep daralması da yaratılabilir. Bu durumda bütçenin frenleyici etkisi olur. İşin bu tarafı siyasi iktidarların işine gelmedi. Dünya 1970 sonrası yüksek enflasyonlar yaşadı.
Öte yandan bütçe açıklarının finansmanı da önemlidir. Söz gelimi büyük yatırımlar için devletin borçlanması gerekir. Zira yatırım tamamlandığında kendi borcunu öder. Ya da eğer sosyal faydası yüksek yatırımlarsa, bu fayda faiz maliyetinin üstünde olduğu sürece borçlanmanın maliyeti düşük demektir.
Yine devlet borçlarında, reel faiz eksi ise borç verenlerden devlete satın alma gücü transfer edilmiş olur. Reel faiz yüksek ise devletten borç verenlere satın alma gücü aktarılmış olur.
Öte yandan eğer ekonomik konjonktüre uygun bütçe politikası uygulanmazsa, bütçe açıklarının enflasyonist etkisi de ortaya çıkabilir.
Bizdeki temel sorun ve bütçe açıklarından daha önemli olan sorun, bütçe kaynaklarının etkin kullanılmıyor olmasıdır. İkincisi de bütçe denetiminin yetersiz olmasıdır.
Her yıl bütçenin yüzde 43'ü cari transferlere gidiyor. Cari transferler sosyal güvenlik açıkları ve bütçeden halka dağıtılan paralardır. Bunlar katma değer yaratmayan, üretken olmayan harcamalardır. Eğer bütçeden halka dağıtılan paraların bir kısmı ile devlet her sene yatırım yapmış olsaydı ve para yerine iş dağıtmış olsaydı işsiz sayısı yarıya düşerdi.
Ayrıca bütçelerde yatırım harcamalarının payı da yüzde 6 ile yüzde 7 arasında değişiyor. Bu oran çok düşüktür. Hükümetler bütçe ile yatırım yapmak yerine kamu-özel işbirliği anlaşmaları ile ve talep garantisi vererek altyapı yatırımları yaptılar. Bu uygulama ile gelecek yılların bütçeleri de ipotek altına alınmıştır. Başka bir ifade ile gelecek bütçeler içinde borç ve transfer harcamalarının payı artacağından söz konusu bütçeler daha az katma değer üreten bütçeler olacaktır.
Nihayet; Başkanlık sistemi ile Meclis'in bütçe üzerindeki denetimi de sınırlandırıldı. Oysaki denetim bütçelerin daha şeffaf olmasını sağlıyordu.