Deve mi alıyorsunuz!..
Kısa süre önce Vatan’dan istifa eden Necati Doğru, yeni gazetesi Sözcü’deki yazılarına dün başladı. Usta kalem ilk yazısında, makam aracını koruması için ABD’den 10 adet cip alan Erdoğan’a seslendi
Alık alık bakma!
Anla! Uyan!
Reklamdaki ünlü işadamları demek istiyorlardı ki; “yurtsever olduğunu” söylüyorsun lafta kalmasın, “ülkesever olduğunu” bağırıyorsun havada köpük olmasın. İngiliz, Amerikalı, Alman, Finlandiyalı, Japon ile Çinli’nin yaptığını yap; göster “yurtseverliğini” kendi ülkenin ürettiği malı kullan.
Bizim Başbakan gösterdi.
Amerika’dan sipariş verdi. Gemilere yüklendi geliyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, bindiği zırhlı makam S Class Mercedes’ini korumak için ABD’den 1 değil, 2 değil, 3 değil, 5 değil tam 10 tane zırhlı GMC Yukon cip satın aldı. Her biri 130 bin dolar. 10 tane alınacak diye Amerikan firması indirim yapmış, tekini 100 bin dolara, tamamını 1 milyon dolara satmış.
Niçin 10 tane?
Lüks cipler at mıdır!
Deve midir yoksa eşek midir!
Yoruluyor mu ki 1 adet ya da 2, hadi bilemediniz 3 adet almıyor da 10 tane birden alıyorlar. Türk otomotiv sanayii yetkililerine sordum.
Adamlarda vatan sevgisi var
“Cip deve değil” dediler. 24 saat sür yorulmazmış.
O zaman niçin 10 tane aldındı?
Otomotiv sanayi yetkilisi “Türkiyedeki Ford, Tofaş ve zırhlı araç üreten Otokar fabrikasında Başbakan’ın ABD’den satın aldığı Yukon GMC cipi kalitesinde ve ondan daha ucuza zırhlı cip üretebileceğini” söyledi.
Yerlisi sipariş edilseydi. Tıkır tıkır üretilirdi. Halkın vergilerinden Başbakan korumalarına 1 milyon dolar (eski parayla 1.5 trilyon lira) para ülkede kalır, ülke işçisi, mühendisiyle övünür, güvenir, sevinir; yurtsever olmak, ülkesever olmak lafları havaya savrulan köpük olmazdı. ABD Başkanı ABD’de üretilen, İngiliz Başbakanı İngiltere’de, Fransız Cumhurbaşkanı Fransa’da, Alman Başbakanı Almanya’da, İtalya Cumhurbaşkanı İtalya’da, Japon İmparatoru Japonya’da, Rus Başbakan da Rusya’da ürtetilen zırhlı makam araçlarına ve onların korumaları da kendi ülkelerinde yapılan ciplere biniyor.
Adamlarda vatan sevgisi var.
Tıkır Tıkır...
Necati Doğru / Sözcü
***
Bir zamanlar maziye bak neler demişsin!
Milliyet Gazetesi’nin tarihi ile ilgili bir çalışma yapılıyor. Gazetenin bugüne kadar yayımlanan birinci sayfalarından oluşan bir seçki de bu çalışmanın bir parçası.
Dün bu sayfalara bakarken dikkatimi 9 Ocak 2003 tarihli gazetenin birinci sayfasındaki bir sürmanşet çekti.
Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün gazetecilere verdiği bir resepsiyondaki konuşması bu.
Konuşmadan satır başları:
- “Başbakan Abdullah Gül’ün Yüksek Askeri Şûra kararına şerh koyması irticaya cesaret verdi.”
- “Yüksek Askeri Şûra müstesna bir olaydır. Anayasa maddesinin uygulanma istemine muhalefet şerhi koymak, idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu ile çelişmiştir.”
- “Cumhuriyetin laik yapısından asla taviz vermeyiz. Türbanın siyasi bir dayatma, Cumhuriyet geleneklerini aşındıran bir sembol ve eylemi olarak kullanılmasını hoş görmemiz beklenemez.”
Gazeteciler, Orgeneral Özkök’e “28 Şubat devam ediyor mu” diye de sormuşlar. Yanıtı şöyle:
“28 Şubat irticaya karşı o dönem alınan önlemlerdir. Tehdit devam ettiğine göre sorunuz cevaplanıyor.”
Görüldüğü gibi 2003 yılının Genelkurmay Başkanı da, o günün “komutanlarının bazılarından” yani bugünün “zanlılarından” çok da farklı düşünmüyormuş!
Yedek subay okulunda da bize zaten böyle öğretmişlerdi: Başarıdan da, başarısızlıktan da, yani bir karargâhta olan biten her şeyden komutan sorumludur!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
***
Çoğunluğun
tiranlığı...
Türkiye’de insanlar şunu iyi bilmeli ki, dünyadaki bütün dikta rejimleri hukuk ve demokrasi adını kullanarak iktidarı ele geçirdiler.
Tufan Türenç / Hürriyet
***
Haftayla birlikte Talat da bitecek
Hafta biterken Talat’ın da bitecek olması, çok tarafı eziyetten kurtarıp rahatlatmak için fırsat sayılmalı ve herkes daha gerçekçi bir çözüm düşünmeli.
O da, Ada’da ayrı iki devletin birbirine saygılı bir iyi komşuluk ilişkisini yan yana yaşamalarından başka bir çözüm olamaz. Açılan kapıların bir süredir olaysız, çatışmasız açık kalması da göstermiştir ki, istenirse böyle bir çözümü pekâlâ sürdürebilir.
Oyun İcat etmesinler
Yeter ki İngiltere yeni oyunlar icat etmesin, BM’li görevliler ve Batılı işgüzarlar güzel, uygar ve latif iklimli bir Akdeniz adasında çöpçatanlık yapmaya heveslenip varolan sorunları azaltacaklarına başkalarını yaratmasınlar.
Atina’dakiler, Hristofias’ın uzlaşmazlığına ses çıkarmazken, öte yanda Türkiye’nin AB yolunu kolaylaştırır görünme oyununu bırakmalıdırlar. Ankara’dakiler, yedi yıl önce Davos’ta yaptıkları gibi “sorunu biz çözeriz” diye sözler verip Washington’dan aferin alma hayaliyle KKTC’yi yönetenlerin elini kolunu bağlamaktan vazgeçmelidirler. Türkiye kendi ulaşım yollarını güvenli tutmak ve Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını kollamak amacıyla Ada’daki gücünü sürdürmek zorunda olduğu için, “gerekirse askerimizi de çekeriz” türlü yanlış mesajlar vermekten kesinlikle uzak durmalıdır.
Yandaşlıkla olmaz
KKTC Cumhurbaşkanı’nın seçimi, geçmişin çıkmazlarından ders alarak Kıbrıs’ta yeni bir yaratıcılık döneminin açılmasına olanak sağlarsa, Türk dış politikasının kazanacağı saygınlık kısır politikalara yandaşlık etmekle kazanılabileceklerin kat kat ötesinde olacaktır.
Mümtaz Soysal / Cumhuriyet
***
Benim de ‘Sütlü Nuriye’ye zaafım var
Taha Akyol, Akşam gazetesine TRT’deki programının perde arkasını anlatmış. Aylarca, her ay, ödediğimiz faturlar yoluyla neden Taha Akyol’un ‘+1’ maaş daha almasını sağlamışız biliyor musunuz? Beyefendi zaaflarını giderip tatmin olsun diye! Bakın aynen şöyle diyor: “Yıllardır CNN Türk’te yaptığım ‘Eğrisi Doğrusu’ programını TRT’de yapmamı istediler. Kabul etmedim. ‘Ayrı bir program yapalım’ dediler, hayır dedim. Sonra hukuk programı istediler. Hukuka zaafım vardır. Hoşuma gitti, kabul ettim.” Benim de Sütlü Nuriye’ye zaafım var. İbrahim Şahin beni arayıp (mesela yani...) “Yemek programımızda şerbetli tatlı eksperliği yapar mısınız?” dedi diye, elimi vicdanıma koymadan, ‘zaafıma yenilip hakkım olmayana mı göz dikiyorum, birilerinin hakkını mı yiyorum’ diye sorgulamadan, soluğu TRT’de mi almam gerekir? TRT, medyanın bir kısmına özel; tatmin teşvik fonu mu uyguluyor?
***
Alerjileri kabardı;
kin kusuyorlar
Seçim günü yaklaştıkça, Talat’ın seçim bürosunda görev almak üzere Kuzey Kıbrıs’a giden “şeker” sayısı artıyor. Son olarak Mehmet Altan başladı KKTC’den bildirmeye. Hem de ne bildirmek: “Statükonun Kıbrıs’taki ve Türkiye’deki tüm temsilcilerinin Eroğlu’na destek için canla başla çalıştıklarına şahit olmasam... Minnacık bir ülke ve minik bir topluluğun “Cumhurbaşkanlığı” seçimini, ben de “olması gereken” kadar önemseme eğilimindeydim. Ama bir iki günlük gözlem sonucu, bu seçimin amacının KKTC’ye Cumhurbaşkanı seçmekten çok daha ileri bir noktaya taşındığını, Annan Planı’nı desteklemekten başlayan ve Ergenekon’a uzanan bir sürecin rövanşını almaya yönelik bir yeminli harekete dönüştüğünü hissediyorsunuz... Bu görüntünün en heyecanlı fiili militanı da bugüne kadar Cumhurbaşkanı adaylarından Eroğlu ile yıldızı hiç bir zaman barışmamasına rağmen onun için kendini helak eden Denktaş gözükmekte..”
Talat’ı pohpohlamak yerine, Denktaş’a saldırdığına göre işler pek de iyi gitmiyor olmalı Kuzey Kıbrıs’ta!
***
Zihin evreni zeka içermiyor
Kafa, diz, dirsek, yumruk, tekme bizim mahallede virgül, ünlem, nokta ve bazen tek bir kelimedir. Ama ringin dışına çıkıp nakavt oldun diye rakibinin kafasına bir kuytuda silah dayamazsın. Onun adı kalleşliktir. Onun adı alçaklıktır... Ve zavallılıktır. Fehmi Koru’nun kalemiyle başa çıkamadığı Oray Eğin’e karşı “patron üzerinden” yaptığı tehdit tam da buydu... Bu soğuk savaş kafasıdır. Ve asıl soru bu nasıl liberallik? Bu nasıl kapitalizm... O yazıyı okurken ne düşündüm biliyor musunuz? Ogün Samast’ı... Hrant Dink’i nasıl öldürdüğünü itiraf ederken şu cümlesi her şeyi anlatıyordu: “Neden vuruyorum dedim kendi kendime. Atayım iki üç yumruk gideyim dedim...” “İki üç yumruk” ile “iki üç el ateş etmek” olasılıklarına mahkûm bir zavallılık. Ogün Samast’ın eğitimlisi Fehmi Koru gibilerdir... Zihin evreni; kültürü, dünyayı algılama eşikleri bir zekâ içermiyor... Patronları tehdit ederek işten attırabilirsiniz... Yazmalarını nasıl engelleyeceksiniz? Okurları ne yapacaksınız? Hiç düşündünüz mü?
Serdar Akinan / Akşam
***
Bulduklarını toplamışlar
Dünün Marksisti ya da kendisini öyle sanan adam, bugün liberal, iktidar partisinin dümen suyunda, “yalakanın” en birincisi...
İttihat Terakki’ye karşı olanlar bir araya gelip Hürriyet ve İtilaf Partisi’ni kurmuşlar. Hüseyin Cahit Yalçın, yeni partinin kurucularından Rıza Nur’a sitem etmiş: “İçinizde dindar, hoca, Hıristiyan, cahil, âlim çeşitli siyasi fikirde adam var. Siz bizim için bunları öne sürerek, dürüst iş çıkmayacağını söylüyordunuz. Ya bu sizinki?”
Rıza Nur: “Sizi devirmek için ne bulursak topladık, sizi devirdiğimiz gün partiyi de kapatacağız. Böyle partiler zaten dağılmaya mahkûmdur.”
Evet, televizyondaki bazılarını gördükçe aklımıza Rıza Nur’un bu lafı geliyor. Hepsi bir araya gelmişler, Ordu’yu yıpratarak Cumhuriyet’i yıkacaklar. Anayasa Mahkemesi’yle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu ele geçirseler.
Avuçlarını yalarlar ya!
Hasan Pulur / Milliyet
***
Sivil otokrasi heveslileri
Sadece darbe değil, sivil otokrasi heveslileri ile de yolumuzu ayıracağız. Sadece, sırtını askere dayayanların değil, “Fena mı oldu, bu sayede işkenceye gerek kalmadı” diye yasadışı telefon dinlemeye mazeret bulanların karşısına da çıkacağız. En önemlisi, şunu hiç unutmayacağız; bunlar polemik değil, tarihi sorumluluk meselesi! “Daha fazla demokrasi” diye “daha az demokrasi” batağına ve siyasi krizlere saplanırsak, bunun vebali, bu sorumluluğu ciddiye almayanların üzerinde olacak. l Nuray Mert / Hürriyet
MİNİ YORUM
Narsizmin doruğu
Gazete yönetilecekse en iyisini biz yönetiriz, köşe yazısı yazılacaksa en iyisini biz yazarız, futbolcu transfer edilecekse en iyisini biz ederiz, şarkı söylenecekse en iyi biz söyleriz, ata binilecekse en iyi biz bineriz, Kürtçe konuşulacaksa en iyi biz konuşuruz... Benim valim, benim savcım, benim bakanım, benim cumhurbaşkanım... Narsizmin doruğuna nasıl ulaşılır dün gördük hep birlikte; Şark kurnazlığı yapmak gerekirse de en iyi biz yaparız(!)