Demokratikleşiyoruz
Türkiye’nin demokratikleştiğine dair 10 seneden buyana yoğun bir propaganda gerçekleştiriliyor. AB tam üyeliği uyum paketleri, Anayasa referandumu, PKK ile müzakerelerin bir sonucu olarak atılan ve özünde PKK’nın taleplerinin karşılanması anlamına gelen adımlar ve nihayet 30 Eylül 2013’de açıklanan demokrasi paketi. Ancak bütün bunlara rağmen toplumun çok önemli bir kesimi Türkiye’nin demokratikleştiğini değil aksine otoriterleştiğini düşünüyor.
Bu düşüncenin en somut göstergelerinden birisi Gezi olayları. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre gösterilere 2.5 milyon insan katılmış. AKP’nin İçişleri Bakanlığı’nın verdiği rakamlar 2.5 milyon ise gerçek sayı 3.5-4 milyon arasında olmalı. Bütün bu insanlarda algı sorunu mu var? Demokrasi geliyor da bunlar mı anlamıyorlar? Peki sorun ne? Sorun, Türkiye etnikleşme ve mezhepleşme süreci içinde ilerliyor ancak aynı süreçte ne yazık ki demokratikleşme değil, otoriterleşmeyi yaşıyor.
Örneklerle ortaya koyalım. Milli İstihbarat Teşkilatı, MHP ve CHP’ye yakın iş adamlarını milli güvenlik gerekçesi ile fişlediğini, konu ile ilgili soruşturma yapan mahkemeye bildirdi. Demokratik bir ülkede böyle bir skandaldan sonrasında başbakan istifa eder. İstihbarat servisleri böyle çalışmaları ancak hibrit-demokrasinin veya yarı-demokrasinin var olduğu ülkelerde yaparlar. Türkiye’de bunlardan birisi olduğu için bu skandal sadece küçük bir gazete haberi oldu. Bu arada polis ise muhalif siyasi partilerin taşra örgütlerini izliyor, muhtemelen dinliyor ve baskı altına alıyor. Örneğin MHP Denizli il teşkilatında il başkanının basın toplantısı yapması kararı çok küçük bir grup içinde alınıyor. Kısa bir süre sonra polis arayıp, üstüne vazife imiş gibi “basın toplantısının konusu ne olacak” diye soruyor.
Başörtüsü sorununun aşıldığı günlerde AKP’li Hüseyin Çelik bir televizyon sunucusu bayanın kılığından çok açık diye bahsetti, sunucuyu açık bir şekilde ahlak polisi edası ile suçladı. Televizyon kanalı sunucunun işine son verdi. Şimdi AKP’liler gelen tepkiler üzerine imaj çalışması yapıyorlar.
Dünyanın Rusya’dan sonra kişi başına düşen polis sayısı açısından en fazla polisini kuran AKP iktidarı, şimdi de polise mahkeme emri olmadan 12-24 saat önleyici gözaltı yetkisi vermek için çalışmalara başladı. Üstelik daha yeni; Eskişehir’de bir polis, yandaş sivillerle birlikte (bunlar sokağa çıkan diğer % 50’nin parçası olsa gerek) tekmeleyerek adam öldürüyor.
Gezi olayları sırasında polis şiddetinden kaçan insanlara otellerinin kapılarını açan Koç Grubu, şimdi AKP iktidarı tarafından cezalandırılıyor. Maliye Bakanlığı 200 denetçi ile Koç Şirketler Grubu’nu incelemeye alıyor. Şirketin bir bölümüne polis eşliğinde baskın yapılıyor. Koç Grubu’nun devlet ihaleleri iptal ediliyor. Bu, bütün sermaye gruplarına örnek olması için göstere göstere yapılıyor. İş dünyası korku içinde ya benim başıma gelir ise diye bekliyor.
Bütün bunlar ve çok daha fazlası, daha çok uzun zaman önce değil, 15 sene önce “Demokrasi bizim için bir tramvaydır. Gerektiği zaman biner, gerektiği zaman ineriz” diyen bir Başbakan döneminde yapılıyor. Ve şimdi bu Başbakan bu sürecin “taşı gediğine koyana kadar” devam edeceğini söylüyor.