Demokratik despotizm

Milli iradenin ülke yönetimine yansıması için seçtiğiniz milletvekilleri henüz konsantre olamadıklarından farkına varamamış olabilirler; yeni rejiminiz hayırlı uğurlu olsun!


Duydunuz mu, Başbakan’ın bir sözüyle “polis devleti” oluyormuşuz...
Dinleme, izleme, sorgulama, soruşturma yetkilerini kötüye kullandığı iddia edilen kişiler polis değildi çünkü...
Bir sabah ansızın elini evimize, işyerimize daldıran da polis değildi...
İfade görüntülerini montajlayanları, delil diski oluşturanları, stajyer İletişim Fakültesi öğrencileri mi sanmıştınız?
Jandarma’nın yetki yükünü alıp onu “hafifleten”, terörle mücadeleyi “tekel”ine almaya çalışan, askerin silahını polis vizesine bağlayanlar da Aşk-ı Memnu izleyerek büyüttüğünüz göbeğin kıyısından E.T.’nin torunları gibi görünüyorlardı demek ki...
Yine de tebrik etmek lazım, Başbakan “rejim güvencesi” derken konsantre olamamış da olabilirdiniz, en azından “son tahlil”de ikiletmeden kaptınız...
Panik hali, “polis devleti”ne yakışır biçimde yapılan “gece yarısı kanun operasyonu”nun uzantısı biçiminde de yansıyor. Ya Cumhurbaşkanı bu yasayı da onaylarsaymış...
Onu “halk iradesi”ne yüksek sadakatinizden meclisteki sandalye sayısını 367’ye tamamlarken düşünecektiniz...
Bazıları en büyük despotizmin demokrasi olduğunu savunur. Çünkü kullanım klavuzunu okumadan demokrat olursanız, özgürlüklerin sınırlarını kolay ihlal edersiniz. Sözde demokrasi size dilediğinizi tercih hakkı sunar. Bunun ilkelinin ‘astığım astık kestiğim kestik’ olduğunu bile bile, biri “müşahade altına alınmanızı” önerene kadar etrafınıza “seçtiğiniz” şekli vermeye çalışırsınız. Bir hak olarak... Oysa özde demokrasi, üç büyük kilometre taşının aşılmasıyla ulaşılan yerdir: “Oylama yoluyla kamusal kararlara katılma hakkı, temsil etme hakkı ve muhalefet yapma hakkı.” Ve muhalefetin, özde demokrasi sözlüğündeki karşılığı “müptezellik” değildir.
“Muhalefet” sözünden huylananlar çıkabilir. Tanımın bu “marjinal” kulunuza değil de, bir Amerikalı (Robert A. Dahl)’ya ait olduğunu bildirelim. Aynı Amerikalı demokrasiyi “poliarşi” olarak tanımlar ki, efsanevi örneği ülkesidir...
“Eğer sistemin (liderin, partinin, sponsorların, dış etkenlerin) seçtiği adaylardan birini seçmek zorundaysa, halkın seçimi ülkenin yönetimine gerçekten etki edebilir mi?” sorusu üzerine kafa yormayı önerir.
Niye böyle kavram bataklığında debelendiğimiz malum. “Geceyarısı kanun çıkarma operasyonu” karşısında muhalefetin sergilediği tutum, bizi dünyanın ikinci poliarşik rejimi olmanın eşiğine getirdi de ondan...
İkitdara karşı, halkın muhtemel tepkilerini, itirazlarını seslendirmekle görevli muhalef milletvekilleri “yüksek sadakatle bağlı oldukları” millet iradesinden yasa maddesi kaçıran iktidar karşısında şu tavrı takındı:
“Haberim yok!”
“Konsantre olmadım!”
“Ben Çin’de göbek atıyordum, kaçırdım, mevzu neydi acaba?”
Açın bakım TBMM TV arşivini; Kimi ceylan derisi koltuklarda ‘şekerlemenin sezon finalini’ yapıyordur... Kimi sudoku veya çengel bulmayaca takılmıştır... Kimi de orada oluş nedenini henüz tam olarak netleştiremediği için “TSK’ya sahip çıkmak darbecilik mi, darbecilerin yargılanmasını istemek sivil diktatörlere biat mı, asker vesayetinde değiliz mesajı vermek için polisin güvencesindeki rejimin kaldırım taşlarını döşemeli mi” muhasebesini yapıyordur...
Ve iktidar mücadele etmeden fetih yapmış muzaffer bir kumandan edasıyla projektörünü gözümüze tutar... Haykırırız “Çek şu ışığı göremiyorum”. Karanlığı isteriz...
Suç delili teşkil eder mi diye kaygılansam da Bursa Nutku’nu anmadan edemiyorum. Poliarşi devriminden sonra “Memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır...” demenin pek bir hükmü kalmayabilir. “Göbeğini kaşıyan baba” yine sorabilir bu aralar:
“Bu asker ne yapıyor?..”
“Ve küçük küçük çıkarlar-avantalar üzerine kurulu ulusal iradenin yeteneksiz-ufuksuz-basiretsiz ve gaflet içindeki Başbakan’ı, telefon açıp adamına sorar”: “Bak bakalım, Genelkurmay’ın ışıkları yanıyor mu?..”
Hayır... “Kestik efendim!”
Falcı olmaya gerek yok; ‘bak Çin!’ Oradaki de Çin bilgesi Lao-Tzu. Ne diyor: “Bilen konuşmaz, Konuşan bilmez. Gözlerini yum,Bütün kapıları kapa; Sivrilikleri buda, Karışıklığı gider; Işığı ayarla, Dünyaya uyum sağla.”


++++++

Geçmiş olsun ey ehli vatan!
İktidar istediği her yasayı meclisten geçirebilir. Muhalefetin yapabileceği engelleme sadece geciktirmedir. AKP buna bile sabır göstermiyor.
Gücünü kötü kullanıyor ve yüksek yargıyı da ele geçirerek önünde hiçbir denetim mekanizması bırakmama hayalini her fırsatta açığa vurarak korkutucu oluyor.
Şu anda Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu şey, anayasamızın tarifine uyan tarafsız bir cumhurbaşkanıdır.
“Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetecek” ve
tarafsızlık yeminine bağlı kalacak bir cumhurbaşkanı...
* Güngör Mengi / Vatan

++++++

ÜLKENİN KADERİ

Öyle iktidara böyle muhalefet
Türk yargı sisteminde devrim niteliğinde bir değişiklik, gece yarısı baskını şeklinde yapılıyor.. Öyle bir baskın ki, Meclis Başkanı’nın bile haberi yok..
Şu askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına izin veren değişiklikten söz ediyorum..
Bir ülkenin hukuk sistemindeki bir temel değişiklik, böyle baskın şeklinde yapılır mı?..
Muhalefet deseniz, daha da komik..
Haberleri yokmuş..
Meclis Başkanı’nın haberi olmayabilir.
Ama sen eğer muhalefetsen, hele ana muhalefetsen, Meclis’te uçan sinekten haberin olacak..
“Haberim yoktu” demek, muhalefetin aczini, ilgisizliğini gösterir.
Öyle bir iktidara, böyle bir muhalefet.. Ülkenin kaderine bakar mısınız?.
* Hıncal Uluç / Sabah


++++++

Topumuza sabır eyle
YARAB...
Paşa’nın dilini narin eyle
Yüreğini serin eyle...........
Tankın önünü rampa eyle...
Askerin tüfeğinin deliğine tıpa eyle...
........
Muhterem Cumhurbaşkanımız hazretlerinin zihnini açık eyle, muhafız alayını sadık eyle, her türlü bir tehlikeden ırak eyle yarabbim...
.........
Aziz ve muhterem Başbakan hazretlerimizin gözünü görür eyle... İktidar koltuğunun üzerinde durur eyle...
.........
Bilhassa... Bülent Arınç beyefendi hazretlerinin sivri dilini oval eyle...
Ağzını büzgülü çuval eyle...
Dilini lâl, sözünü bal eyle ya rabbim...
.........
Yarab...
Partimize oy vermiş mümin ve imanlı kardeşlerimizin telaşını hoş eyle...
Kafası karışıp da karşı tarafa geçen kardeşlerimizin akıllarını kuş eyle...
Muhalif yazarların köşelerini boş
eyle...
Yine de Hasan Cemal kardeşimiz
ile bilek güreştirmeye kalkan olursa
tuş eyle...
.........
Emekli paşa canlı yayında ağzını
açtığında onu haşat eyle... Nazlı Ilıcak hanımefendi kardeşimizi ona musallat eyle...
.........
Her kim ki fevkalede pek temiz partimizin aleyhine bir ifşaatta bulunacak olursa, cebinin kontörünü az eyle...
Bilgisayarına bir miktar virüs eyle...
Ona Silivri’yi üs eyle...
..........
Yarabbim...
Bu kullarının tertemiz, ak-pak iktidarı geldi kapına... Bu darbeleri önleme duamızı kabul eyle...
Darbe yapacak olan olursa, ona sükûnet eyle...
Tankını kamyonet eyle...
Postalını sandalet eyle...
Yarabbim...
* Bekir Coşkun / Hürriyet

Allah kabul etsin!

++++++

Yasa tanımayan kabile anlayışı
Heybeliada Ruhban Okulu konusu bir süredir gündemden düşmüştü. Egemen Bağış ve Ertuğrul Günay’ın, “Anlaşma sağlanmak üzere, yakında açılabilir” anlamına gelen son açıklamalarıyla yeniden gündeme geldi. Araştırmacı Aytunç Altındal ne diyor bu konuda diye merak ederseniz:
- Önce genel bir yanlışı düzelteyim; Türkiye’de devlet ruhban okulu diye bir okulu kapatmış değil. Okul açık. Sadece eğitimine süresiz ara verilmiş. Ara veren de biz değiliz, Patrikhane...
- O zaman sorun ne?
- Sorun; bu okulun statüsü ne olacak? Bir meslek lisesi mi yoksa yüksek okul mu? Patrikhane, yıllardır ısrarla, okul bana bağlı olarak açılmalıdır, diyordu. Yani müfredatını ben belirleyeyim, öğrenci ve öğretmenlerini ben seçeyim, bütçesini ben yapayım... Böyle bir şeyi hiçbir ülke kabul etmez. Örneğin, müfredatını kendisinin belirlemesine evet derseniz bu, Patrikhane’nin istediği şekilde Hıristiyan şeriatına uygun eğitime evet demek olur. Peki, aynı şeyi Müslümanlar istediğinde ne olacak? Bu laikliği kendi elimizle ortadan kaldırmak olur. Kaldı ki Anayasa’mız bunu kabul etmez. Üstelik iş orada kalmaz, ekümenikliğe kadar gider. Zaten onu da dayatıyorlar. Özetlersem: Ruhban okulu tek şartla yeniden faaliyete geçebilir; ya Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olacak ya da YÖK’e...
Okulu Türk yasalarını bir kenara iterek açarsanız ne olur?
Devleti Obama’nın iki dudağı arasından yönetilen şahsiyetsiz bir kabile haline getirirsiniz.
* Melih Aşık / Milliyet

++++++

Hani “Yandaş medya kadrolaşması” yoktu?
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, yandaş medya kadrolaşmasına yönelik suçlamalara yanıt verirken, hep “vitrindeki” birkaç adı gösterip, “Bu mu yandaş kadrolaşma?” diye soruyordu.
Ama gerçekler gizlenemiyor.
TRT’de Arapça yayın yapacak kanalın başına Kanal 7’nin Dış Haberleri Müdürü Sefer Turan getirildi. Turan, şu anda TRT’de en yüksek maaşı alan kişi.
Sefer Turan’ın bordroda görünen maaşı 5 bin 770 TL. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’in bile bordroda görünen ücreti 5 bin 360 TL. Sefer Turan, kâğıt üzerinde lise mezunu olarak görünüyor. Ama Turan aslında üniversite mezunu! Ne var ki, bitirdiği üniversitenin denkliği Türkiye’de YÖK tarafından kabul edilmiyor. En azından şimdilik böyle!
Artık tahmin etmiş olmalısınız: Mısır’daki ünlü El Ezher’de...
* Odatv.com


++++++

Hukuk devletinin güvencesi yargı
Polis rejimin güvencesi derseniz polis devleti kurulur..
Başbakan tehlikeli bir söz söyledi..
Rejimin güvencesi polisse; yargı ne?
Polis İçişleri Bakanlığı’na bağlı, siyasal iktidarın emrinde olan siyasal etkilere açık bir güç..
O gücün hoyrat, sınırları zorlayan, kendi başına buyruk tasarrufları olursa ne olacak?
Biz rejimin güvencesiyiz, sigortasıyız diye kendilerini yasaların üzerinde görmeye başlarlarsa..
Faaliyetlerini rejimin güvencesi olma felsefesiye özdeşleştirirlerse..
Ne yapacağız!
Bizim güvencimiz ne?
Yargı..
Başbakan öyle bir tanımlama
yaptı ki.. Sonu polis devletine kadar gider.. Bu kapıyı açar!
* Mehmet Tezkan / Vatan


++++++

MİNİ YORUM
Benim “yürütme memurum”

İktidarın TSK mensuplarıyla ilgili algısı malum: benim memurum. Memurla ilgili algısını da açıkladı: Benim yürütme memurum. Benimle gelir, ben gidene kadar sallar başını alır maaşını... Teknik olarak Milli Eğitim’deki bir daire başkanı, Kültür Bakanlığı’ndaki bir müsteşar, Orman Müdürü gibi Genelkurmay Başkanı da bu yapının parçası(iktidar açısından). Yeni yapıya kuşkuyla bakmak da askerin siyasi partilerin yürütme memuru yapılmasıyla ilgili. Darbe heveskarlığı ile değil.

Yazarın Diğer Yazıları