Demokraside akıl tutulması
Tarihte, katliam yapmış diktatörlerin çoğu halk tarafından seçilmiştir. Yani dünyada milyonlarca insanın ölümüne neden olan diktatörleri iktidara getirenler de arkasından gidenler de, ölenler de aynı millettir.
III. Napoléon (Charles Louis Napoléon Bonaparte) önce Fransa'da halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 1848-1852 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yapmıştır. Yasama, yürütme ve yargıyı kendinde toplamıştır. Tek otorite, tek güç haline geldikten sonra Cumhuriyeti yıkarak imparatorluğunu ilan etmiştir.
Kontrolsüz güç, siyasette Bonapartizm olarak anılmış ve sonradan Hitler faşizmi de aynı çizgide tahlil edilmiştir.
Almanya da Hitler, İtalya da Mussolini'yi halk seçmiştir. Ancak aynı halk eğer faşizme evet dediğinin farkında olsaydı yine de seçer miydi? Diktaya giden çoğu rejimlerde aynı yanılma olmuştur. Her dikta halkın felaketi olmuştur. Kendi felaketi için oy verenlere söylenecek tek söz var; ''akıl tutulması"
20. yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran olay, 1929'da başlayıp 1930'lu yılları etkileyen 'Büyük İktisadi Buhran'dır. Bu dönem radikal düşüncelerin hâkim olduğu ve demokrasinin gerilediği ve dünyada her milletin umutsuz olduğu bir dönemdir. Bunun içindir ki, buhran aynı zamanda otokrasi için, diktatörler için uygun bir zemin oluşturmuştur.
Siyasilerin, ideolojik, inanç, çıkar kanallarını kullanması, halkın kafasında demokrasinin ikinci plana atılmasına neden olur. İktisat teorisinde, ''iktisadi ajanlar çıkar tercihinde miyoptur'' yaklaşımı var. İnsanlar bu gün daha küçük olan çıkarlarını yarın daha büyük olan çıkarlarına tercih ederler. Siyasette de bu gün popülizm torbasından dağıtılan çıkarlar uğruna yarın demokrasi ve insan haklarında olası tahribatı görmezler.
Demokrasinin katline evet diyen halkların hepsi, sinsi ve popülist siyasetin kurbanı olmuştur. Hitler faşizmi, Birinci Dünya Harbinden yenik çıkmış bir milletin milli duygularını istismar ederek yerleşti. Birçok İslam ülkesinde siyasi islam, halkın inancını istismar ederek biat kültürünü kullanarak, demokrasinin geri plana atılmasını sağlamıştır. Şeriatın olduğu ülkelerde demokrasinin adı yoktur.
Günümüzde ABD halkı da, Trump ile bir akıl tutulması yaşıyor.
Zira ABD, bazı demokrasi sorunları olmasına rağmen demokrasiyi en iyi uygulayan ülkelerden birisidir. Ne var ki Amerikan toplumunda zaman zaman akıl tutulması yaşanıyor. Vietnam sorunu bunun için bir örnektir. Trump olayı da çağımızda oluşmuş post-truth örneğidir. Demokrasiyi benimsemiş bir toplum olarak ABD halkının da popülizme kanabildiğini gösteriyor.
İranlılar da, 1979 da akıl tutulması yaşadılar. İran'da demokrasi yoktu fakat solcuların ve demokrasi talep edenlerin destek verdiği İran İslam Devrimi, hem daha katı bir dikta rejimi getirdi hem de halkın refahından götürdü. Zira mollalar halkın boğazından kesip orta doğuda mezhep savaşları için harcıyorlar. Petrol gelirlerinden halka maaş diye çok cüzi bir para dağıtıyorlar. Bu gün halkın yüzde 80'i rejime karşı ve memnun değil, ama görünen o ki mollaların iktidarı bırakmaya da hiç niyetleri yoktur.
İnsanlığın gerçekleri görmeyip, günlük duygularla davranmaya başlaması da aslında bir nevi akıl tutulmasıdır. Acaba insanlıkta zaman zaman bu akıl tutulması bir doğa nizamı olarak mı ortaya çıkıyor? Dünya son yıllarda, gerçeklerden uzaklaşıp yeni bir akıl tutulmasına mı gidiyor?
Oxford Sözlüğü, Post Truth (gerçek sonrası) sözcüğünün anlamını "Nesnel gerçekliklerin kamuoyunu şekillendirmede duygusal ve kişisel görüşlerden daha az etkili olması" seklinde veriyor.
Sonuçta 2020 yılındayız; son on beş yılda insanlığın gerçek dışı davranışları arttı ve objektif gerçekler kamuoyu oluşturmada daha az etkili oldu. Buna karşılık kişisel ve duygusal inançlar daha çok etkili oldu.
Dünyada hiçbir dikta rejimi sonuna kadar gitmemiştir. Hayatın normal akışı içinde gitmesi de olanaksızdır. Bu gerçeğe rağmen Otokrasiye gidenler bu yola cahil cesareti içinde gidiyor. Fransız biyolog ve hümanist Jean Roastand, şöyle diyor: "Bir gün atomun enerjisini serbest bırakacağız, gezegenler arası yolculukları gerçekleştireceğiz ömrü uzatıp tüberküloz ve kanseri tedavi edeceğiz. Ama en düşük seviyeli kişiler tarafından yönetilmiş olmanın sırrını asla çözemeyeceğiz."
Almanya'da, Nazilerin seçim yoluyla iktidarı ele geçirmeleri sürecinde canı yanan ve ABD'ye kaçan Alman hukukçu Karl Loewenstein tarafından ''Militan Demokrasi'' tezi geliştirilmiştir. Loewenstein, American Politikal Science Review dergisinde ''demokrasiye düşman olan dikta eğilimlerinin doğmasını ve yükselmesini önlemek için, demokratik güçler militan demokrasi anlayışı ile demokrasiyi korumak için mücadele edebilir. '' diye yazmıştır.