Demokrasi ‘hap’landı

‘Hap’ gibi Anayasa değişikliğini yutmayan yandı. Her teklife açık olduklarını söyleyen Cemil Çiçek, Sabih Kanadoğlu’nun değerlendirmesi karşısında demokratik(!) bir tepki koydu: Fetva makamı mısın?
Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik ve AKP Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ ile birlikte, Anayasa değişiklik paketiyle ilgili bilgi vermek üzere düzenledikleri basın toplantısında ne diyordu hatırlayın:
“Gelebilecek teklifleri de değerlendireceğiz. Henüz somut olarak bize intikal eden bir husus yok. Bir hukuki düzenleme yapılırken, siyaset söylemi saygı değerdir, ama hukuki teklifler bu metne daha fazla katkı sağlar.”
Tahammülünü gösterdi
Çiçek’in bu sözlerinin kamuoyuna hangi başlık altında taşındığını da hatırlayın:
“Her teklife açığız...”
Televizyon kanallarındaki konuşmalarını da:
“Gerekirse oturur yeni baştan bir paket hazırlarız, yeter ki uzlaşma sağlansın...”
Sonrasını biliyorsunuz;
Yüksek yargı mensupları “hukuki teklifleri”ni veya “eleştirileri”ni sıralamaya başladılar.
Ne dedi Erdoğan:
“Statükolarını korumak istiyorlar...”
“İşlerine gelmiyor...”
Hadi “demokrasi” geleneksel Erdoğan üslubuna takılmıştır diyelim; cilvelenmeden, kırıtmadan, özünde kırılma yaratmadan beğendirememiştir kendini...
Keza Arınç...
Ve dahi Bozdağ...
Ama günlerce, yeterki konuşun, ne derseniz dinleyeceğiz, değerlendireceğiz, gerekirse sil baştan yapacağız diyen Cemil Çiçek’in Vatan’a verdiği röportajı demokrasinin neresine koyacağız?
Uzlaşma yalan oldu
Deniz Güçer, Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun “Anayasa’nın 2. maddesi çiğneniyor” itirazını hatırlatıyor Çiçek’e. Cevap:
“Sayın Kanadoğlu sistemin, rejimin fetva makamı mı? Her konuda ondan onay, icazet mi alınacak?”
Hani uzlaşmaydı, istişareydi, fikir teatisiydi, teklifti beklediğiniz?..
Bir hukuk adamı çıkmış, hazırladığınız paketin hukuken sakıncalı bulduğu yanlarını paylaşıyor sizinle, uyarıyor.
Bunu istemiyor muydunuz?
Alın size “katkı” işte; nereden çıktı bu “fetva” yaftalaması?
Hem seküler hukuk düzeninde
“fetva” olmaz, bunu bilmemenize
imkan var mı?
Kadı efendilere söyle
Ha bugün de “kadı efendi”ler yok mu derseniz; var elbet, her gün köşelerinden, iktidarın tiran hukukuna uygun fetvalarını veriyorlar...
Da...
Bir gün olsun onlara dönüp “fetva makamı mısınız” dediğinizi duymadık...
Günlerdir yandaş gazetelerin “AP Parlamentosu bilmem nesi de onaylıyor, İspanya bilmem neyi de destekliyor” diye manşet yaptığı, AB tayfasına dönüp, “onaylamasan ne olur icazet mi alacağız” dediğinizi görmedik?
Yoksa siz de, Tayyip Erdoğan’ın
deyişiyle;
“Statükonuzu mu korumak istiyorsunuz? İşinize mi gelmedi?..”
Demek ki neymiş;
Değil şarkıcıları, türkücüleri, pazarcı esnafını da toplayıp konuşsan, lafla sadece peynir gemisi değil, anayasa, demokrasi, açılım paketleri de yürümüyormuş!
Ayinesi işmiş kişinin, lafa bakılmazmış...

***

Mustafa Kemal’den kurtulmak istiyorlar
ABD ile AB Mustafa Kemal’den kurtulmak istiyor!
Sadece onlar mı? İslamcılar var, İkinci Cumhuriyetçiler var, eski ve yeni mürteciler var. Kürtçüler var. Var oğlu var!
Yüzde yüz biri var
Tarihimizle yüzleşmemiz istenmiyor mu? Biz de öyle yapalım ve Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sına (Pozitif Yayınları, s. 283, 284) başvuralım:
1919 yılında bazı Osmanlı aydınları bir uyanış hareketi için önder aramaktadır. Refet Bey’i (Bele’yi) de bir gün toplantıya çağırırlar. Düşüncesini sorarlar. Refet Bey, “Siz düşünün, ben de aradığınız adamın kim olabileceğini araştırayım” der. Aydınlar ertesi toplantıda Rauf Bey’i (Orbay’ı) düşündüklerini söylerler. Refet Bey onları şöyle yanıtlar:
“Yüzde elli bulmuşsunuz. Bende bir yüzde yüz var, bizi kurtarır ama biz ondan nasıl kurtuluruz bilemem” der. (Refet Bey, Mustafa Kemal’in yakın arkadaşıdır.)
“Canım, gâvura kalmaktansa ona kalırız.”
“Mustafa Kemal!”
İttihatçıların daha Selanik’te iken vurdukları damga üstündedir: ’Haris’tir, hiçbir rütbe ve makama doymaz. İnsanca yaşamayı sevdiği için o devir anlayışına göre ’sefih’tir. Ve durmadan tenkit ettiği ve İttihatçıların tutumunu beğenmediği için ’uzlaşılmaz’ bir adamdır.
Günümüzü anlatıyor
“Erzurum ve Sivas kongrelerinde Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay gibi kendisine, başımızsın, diyen arkadaşlarının bile başkan olmaması için nasıl çalıştıklarını biliyoruz. Onsuz olmazdı, o olmalı idi, hareket kolektif, Mustafa Kemal bu kolektifin gölgesinde kalmalı idi.” (s. 284)
Dün bir bugün iki, daha Sivas Kongresi toplanmamış, ona “İçimizde ol, başımızda ol, bizi yönet ama kongre başkanı olma!” diyorlar. Kim diyor? En yakın arkadaşları!
Ağustos 1921 ve Ağustos 1922’de iki Meydan Savaşı kazanmış Başkomutan’dır Mustafa Kemal. Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılan Ağustos 1922’den önce, Meclis’te ordunun bir saldırı savaşına girişmesine karşı olanlar vardı. Bunlara göre, artık yumuşamış olan İngilizlerle anlaşma yapılabilirdi. Ama asıl amaçları İstanbul ile birleşmek ve Mustafa Kemal’den kurtulmak idi. (s.355)
En yakın arkadaşlarının bile en büyük korkuları Mustafa Kemal’in Yunan’ı yenmesi idi. Günümüzü anlamak ve anlatmak için Çankaya’yı okuyun! Özdemir İnce / Hürriyet

***

Müsteşar’a mazeret listesi
Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman’a bundan sonra da katılamayacağı HSYK toplantılarında kullanabileceği “mazeret”ler için liste:
Cumhurbaşkanının yeni doğan torununa çeyrek altın takmak için İstanbul’a gitmek.
İlkokuldan arkadaşının büyük kızının nişanına katılmak için Niğde Bor’a gitmek.
Asker arkadaşının oğlunun açtığı zücaciye dükkânına hayırlı olsun ziyareti için Van’a gitmek.
Apandisit ameliyatı olan eniştesine geçmiş olsun ziyareti için Safranbolu’ya gitmek.
Ortanca bacanağının ortağının nikâhında şahitlik yapmak için Eskişehir’e gitmek.
Cenaze törenine katıldığı arkadaşının babasının kırk mevlidi için Konya Yunak’a bir daha
gitmek.
Dünürünün yengesinin
kızının düğününe katılmak için Adıyaman Kâhta’ya
gitmek.
Adalet Bakanı ile birlikte Ali Dibo’nun doğum gününü kutlayıp elini öpmek için Hatay’a gitmek.
Deniz Som / Cumhuriyet

***

Yanlış adresten hodri meydan çekiyorsun
Yandaş medyanın ‘ağır topu’ Prof. Eser Karakaş, Şanlıurfa Mitingi’ni yorumluyor: “Devlet Bahçeli boynunda poşusuyla doğrusu ilginç ve hadi müsamahasına sığınarak söylüyorum, biraz komik bir görüntü arz ediyor. Ancak, mitingin ismi daha da ilginç ve bu kez çok daha komik: Bin yıllık türk-kürt kardeşliği. Bu tabir, “türk-kürt kardeşliği” tabiri MHP camiası için büyük bir terakki; bundan otuz sene önce kürt diyeni “titreyip kendine dönmeye davet eden” camianın kimi fertleri bu davete icabet etmek istemeyenlerin de kuyruklarını titretmekte sakınca görmüyorlardı.”
İki kitap açmamış
Hep diyorum; bilimsel makalelerini de gazeteye yazdığı yazılardaki özensizlikle, peşin hükümlere dayanarak ve öznel anlayışla kaleme alıyorsa, yüzlerce öğrencisine yazık! Üniversite öğrencilerini, Kenan Evren’i nü ressamı sanıyor diye iğnelerken, ülkenin fikri üretim alanlarını “kukla tiyatrosu”na çeviren akademisyenlere de çuvaldız batırmalı artık.
Binlerce insanın dikkatine sunacağı bir yazıda “analiz”e giriştiği siyasal görüşe dair biraz araştırma yapsaydı, bundan otuz yıl önceki manzaranın, iddia ettğinden çok farklı olduğunu, MHP’nin konuyla ilgili politikalarını, Alparslan Türkeş’in “Onlar ne kadar Kürt ise biz de o kadar Kürdüz. Biz ne kadar Türk isek, onlar da o kadar Türk’tür” sözünü merkez alarak inşaa ettiğini bilirdi. Derin incelemeye de gerek yok; şu aralar hemen her gazetecinin masasının üzerinde bulunan Yaşar Okuyan’ın “O yıllar” kitabına göz atsa yeterdi; orada belgesi var!
Ağalara imkan
Miting alanından canlı yayın yapan bazı kanallar mikrofonu ‘halk’a uzattıklarında ekrana yansıyan ifadelerde MHP’nin “Kürtçülük” yapmasını mı bekliyordu bölge halkı, yoksa “ağalarına güzel imkanlar yaratmasını” mı?
Hodri meydanı yanlış adrese çekiyorsun sayın hocam! Sen o ‘hodri meydan’ı vatandaşıyla arasına “ağa”ları sokan, insanların hayallerini 13 yaşındaki ağa çocuğunun yırtık ayakkabılı koruması olabilmekle sınırlandıran zihniyete çekeceksin... MHP’nin bu ülkenin Kürt vatandaşlarıyla ilgili politikalarındaki terakkiyi bilmem ama koca profesörün ülkenin kronikleştirilen sorunlarından birini telakkisinde gram terakki olamadığı aşikar!

***

Anayasa milletin önüne hap gibi konulacakmış!
25-30 maddeden oluşan ‘hap’ gövdeli olur.. Boğazdan tak diye geçip lüppedek mideye zor iner..
Ben ‘hap’ yutmasını sevmem..
Üçüncü boğumda takılır, nefessiz kalırım diye korkarım..
Ne yapsam acep!
Mehmet Tezkan / Milliyet

***

Adı intikam operasyonu olur
İçişleri Bakanlığı Durak’ı görevden
aldı.
Bakanlığın elbette böyle bir yetkisi var. Ama bu yetki sadece Durak için
kullanılınca insanın kafası karışıyor. hakkında hüküm olmayan bir belediye başkanı iddialar nedeniyle görevden
alınabiliyorsa, benzer durumda olan
diğer belediyelere de dokunulması
gerekmiyor mu?
Ankara, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları hakkında bir yığın iddia, hatta açılmış dava var. Yine ilçe belediyelerindeki yolsuzluk söylentileri de her gün gazete sayfalarında. Edirne’de hüküm giymiş bir başkan var, makamında oturuyor.
Eğer İçişleri Bakanlığı bu kadar cevvalse, benzer iddialarla karşılaşan birçok belediye başkanına el çektirmek durumundadır.
Uygulama sadece Adana ile sınırlanırsa bunun adı sadece siyasi şov ve bir tür intikam alma operasyonu olur.
Can Ataklı / Vatan

***

Geciken adaletin kirli çukuru: Gizli tanıklık
Geçen yazımda “Siz hiç kapatılıp kaldınız mı?” diye sormuştum.
Bir gün bile aydınlıktan uzak kalmak acı vericidir. Hele bu, bir başkasının isteğiyle, emriyle olmuşsa, büsbütün onur kırıcıdır.
Günler geçer beklersin. Sonra vazgeçersin direnmekten, kapalı kalmaktan hemen kurtulmak isteğinin ağırlığına da dayanamaz olursun.
Yetkili makam senden ne istiyorsa vermeye hazırsındır.
Dostlarına karşı gizli tanıklık yapmaya bile!..
Mektuplar yazıp işte dediğinizi yaptım beni özgür edin, dersin... Bilerek, bağışlanmaz bir onursuzluk çukuruna düştüğüne aldırmadan...
Böyleleri yavaş yavaş çoğalacak mı?
Yargı görevini zamanında yapmazsa, duruşmalar aylar, yıllar sürerse, içeri tıkılmış, insanlar ya hastalanır, ya çıldırır, zamanla bu tür gizli tanıklıklarla canını kurtarmaya bakar!..
Kaçınılmaz bir şeydir; süresiz kapatılmalar, haksız uygulamalar insanı değiştirir, çirkinleştirir.
Hukuk devleti derken, gerçek hukuk ayaklar altına alınmamalıdır.
Oktay Akbal / Cumhuriyet

***

MİNİ YORUM
Mizansen...

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Vatan yazarı Aydın Ayaydın’a “HSYK, bazı gazetecilerin mizansenlerini hayata geçirme organı değildir” demiş... Köşe yazarlarının gazlamaları veya frenlemelerine göre ağız değiştirdiğine bakınca sormadan edemeyeceğim: Peki siyasi iktidar, 5. kol ajanlarının mizansenlerini hayata geçirme yeri midir?

Yazarın Diğer Yazıları