DARÜL HARP ÇIKTI!
Fikrini çürütemiyorsan, senden yapamıyorsan, saflarına gelmiyorsa “öldür onu” diyorlar. Kör-kütük niyetlerini açık edecek kadar kendilerini kaybettiler: İstemezük böyle yargı bağımsızlığını...
Tarihin eski çağlarında savaş sırasında; şaşırtmak, bastırmak, sızdırmak, süzdürmek, bel aşağısı vurmak, kollamak, asimetrik psikolojik darbeler indirmek marifetten sayılırdı.
Adı var.
“Darül harp” diyorlar.
Bir kişi bile dışarıda kalmamacasına herkesi kendi inancına ve düşüncene getirme savaşına girmişsen, darül harbe göre, her türlü hile-desise-vurma hakkın var. Her hileyi yapmak da marifettir. Bu hafta; 2 yıl önce Ergenekon davasıyla birlikte başlatılan medya üzerinden vurma, sızdırma, karalama, çürütme; Kemalisttir, jakobendir, orducudur, millicidir, işkencecidir diye yaftalama dozunun yükseldiği ortaya çıktı. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Üyesi Ali Suat Ertosun, “Biz Ergenekon davasında hiçbir hâkimin yerinin değiştirilmesini istemedik, biz sadece savcıların yerinin değiştirilmesini talep ettik, çünkü onlarla ilgili şikâyetler vardı” demesine rağmen gazeteleriyle, yazarlarıyla saldırdılar.
Darül harp yarattılar.
Fikrini çürütemiyorsan.
Adamı öldür yaptılar.
Gazetelerdeki manşetler, TV’lerdeki söyleşiler, köşelerdeki yazılar, öldürücü silahlar gibi kullanılarak bu hukuk adamı Ali Suat Ertosun’u yok etmeye giriştiler. Çünkü onun “siyasetçinin elini yargının içinden çekmesini sağlamak” amacıyla dile getirdiği fikirlerinden geri adım atmasını sağlayamadılar.
Adam direndi.
Fikrinden vazgeçmedi.
Yargı bağımsız olmalı dedi.
Savcı tarafsız kalmalı dedi.
Adama vurmaya başladılar. Devlet imkânları kullanılarak gizlice çekilmiş kasetleri yandaş basına, yağcı yazarlara servis ettiler.
Yayınla çürütme yükselttiler.
Boş çıktı.
Sabancı’nın katilini susturan “derin devlet kumpasının” içinde yer aldı dediler.
Yalan çıktı.
Can Dündar’ın Sabancı’nın katili ile konuşma yapmasını engelledi dediler.
Para çıktı.
Katili o öldürttü dediler.
Balon çıktı.
Sabancı’nın katilinin hapishanede susturulmak amacıyla öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçmiş. Bu 10 yıl içinde yazmamışlar, “Ne yapıyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu adam Sabancı’nın katilinin susturulmasında pay sahibidir, onu HSYK üyesi yapamazsınız” diye tek bir dikkat çekici itiraz yükseltmemişler.
Gözleri döndü
Ne zaman ki bu HSYK üyesi, “yargının bağımsızlığına bir katkı olsun” diye Adalet Bakanı ile Müsteşarı’nın isteği dışında hareket etmiş, “yargının siyasetçiden bağımsız hareket etmesine destek olsun” diye Ergenekon savcılarının yerinin değiştirilmesini istemiş, o zaman yalanı, saptırmayı, çürütmeyi, şaşırtmayı, kasete çekip sızdırmayı, asimetrik psikolojik darbeler indirmeyi başlattılar.
Fikrini çürütemiyorsan!
Senden yapamıyorsan.
Saflarına gelmiyorsa!
Öldür onu yaptılar!
Ergenekon mahkemeleri bizim istediğimiz gibi kararlar almayacaksa “istemezük böyle yargı bağımsızlığını...” kör-kütük niyetlerini açık edecek kadar kendilerini kaybettiler.
Bu hafta!
Darül harp çıktı!
Necati Doğru / Vatan
+++
Küresel sermaye açılımcıları rahatlatmak uğruna milyarlarca dolar akıttı
İMKB’nin şahlanış dönemlerine dikkat edin...
21 Ekim 2007’de PKK Dağlıca Karakolu’nu basmış, 12 askerimiz şehit olmuştu. Bu haber öğrenilince borsa coşmuştu...
Bir yıl sonra Aktütün Karakolu basılmış, askerimiz şehitler vermiş; İMKB bunu bekliyormuş gibi yükselmişti. Ekonomik göstergeler kötü iken borsanın tam da bu kanlı baskınlar sürecinde tavan yapması boşuna değil: İMKB; Türk askerinin PKK tarafından şehit edilmesini, el çırparak, davul zurna çalarak değil ama ölmüş hisse senetlerini bile canlandırarak kutluyor.
Bir de borsanın şu günlerdeki çıkışına bakın. Hiçbir ekonomist, İMKB’nin son günlerdeki hızlı yükselmesinin gerekçesini söyleyemiyor.
Ben söyleyeyim: Kürt açılımı...
TC’nin borsası; artık onun elinden çıkmış; gayrimilli güçlerin eline geçmiştir. Sadece; hisse senetlerinin oranı değildir yabancılaşan... Borsanın yönetim biçimi, yönetim ruhu, amacı da milli kimliğin karşısında bir yere getirilmiştir.
Şu sıralarda rekor üstüne rekor kıran İMKB; Kürt açılımını da tıpkı Dağlıca baskınında olduğu gibi, tıpkı Aktütün saldırısında olduğu gibi kutlamaktadır.
Küresel sermaye; hükümetin bu Kürtçü açılımları yürütürken sıkışmaması için milyarlarca doları devreye sokmuş bulunuyor. Türkiye’ye nereden girdiği, niçin girdiği belli olmayan 18 milyar doların sebebi budur... Borsayı da işte bu paralar parlatmakta; bu yolla vatandaşa parlak bir Türkiye fotoğrafı sunulmaktadır.
Yani; Türkiye’nin temel dinamikleri değiştirilirken; halkın bunlara tepki göstermemesi için uluslararası büyük sermaye; hükümete işte böyle destek olmaktadır...
Ekonomik göstergelerin bu kadar çöktüğü bir ortamda bir krizden söz edilmiyorsa; borsa tavan üstüne tavan yapıyorsa; dolar hızla düşüyorsa bunun sebebi bizim ekonominin iyiliği değil; küresel Batılı güçlerin Türkiye’deki siyasi yapının değişmesini istemeyişidir.
Sevinin, arkanızda Batı emperyalizmi var, sevinin...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Ruhsatlarını
şeytan mı verdi?
Referansı din olan bir iktidarın hiç edilen trilyonlar, rüşvetle kazanılan haksız servetler, buharlaşan eurolar; nihayetinde “kul hakkı” ile anılıyor olmasına uzun müddet akıl sır erdirememiştik.
Sonra sadece cebimizden, emeğimizden, kasamızdan, alınterimizden çalınmadığını gördük. Maddi varlığımıza sahip olmalarının yetmediğini... Maneviyatımızdan çalmaya başladılar; onurumuzdan, saygınlığımızdan, umudumuzdan, hatıralarımızdan, en mahrem olan duygularımızdan.
Hayatlarımızı gasp ettiler; kapkaç ile değil. Kanırta kanırta, telekulaklar, telegözler ile tele ‘vole’ler vurdular irademize.
Pişkindiler. Pervasız ve cüretkâr. Hak ve hukuk yoktu artık, yargı yargıya bırakılmamalıydı. Adalet ‘adalatsizlik’ üreten çarkın ‘primitif’ halinden başka birşey değildi.
İktidar Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarını darül harp mi ilan etmişti?
Bu soruyu soralı neredeyse bir yıl oluyor. Dün Necati Doğru’nun “darül harp çıktı” dediği yazısını okurken anımsadım. Aklın, kullanabilenler için yolu daima bir. Rehberin ‘din’ken, geçtiğin yollara bıraktığın ‘zulüm’
ise bunun başka bir tanımı
olabilir mi?
İktidar Türkiye’yi, ‘yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin Müslümanların elinde olmadığı’ bir ülke saymıyor olsa, onları asli sahipleri olan millet ve devletin elinden almaya çalışır mı?
Hem de böyle büyük bir hınçla...
Bu yargı, yasama, yürütme, götürme, sermaye, eğitme, sindirme, silme, süpürmede tekelleşme çabası başka türlü izah edilebilir mi?
Bunun için miydi ‘dindar Cumhurbaşkanı’ vurgusu? Bunun için miydi Anayasa Mahkemesi’nin işlerine gelmeyen kararlarına karşı cihat çağrıları? Ve işlerine gelmeyen yeni kararların çıkabilme ihtimali miydi HSYK’ya abanmalarının altında yatan?
Türkler’in binlerce yıl önce fethettiği, Türkmenler’in binlerce yıl önce İslamiyet’in koruyucusu olduğu toprakları ‘gavur diyarı’ kendilerini de ‘fatih’ sayıyor olabilirler miydi gerçekten? Bu toprakların ‘Van minıts’la fethedilemeyeceğini anlayıp, gemi azığa almış olabilirler miydi?
Mili Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi şöyle bir katkıda bulunmuştu konuya: “Darü’l-harptir diyenler, ellerinde imkân varsa hicret etmekle mükelleftir. Hem darü’l-harp diyecek, hem yan gelip
yatacak, böyle bir şey
caiz midir?
Türkiye darü’l-harptir, burada her halt yenir...Bu fetva ve ruhsat şeytandan alınmıştır.”
Neden ‘hicret’i değil ‘zulmet’i tercih ediyorlar?
Türkiye’yle savaşıyorlar mı?
+++
Açan biri çıktı sonunda
“Açılım” kapalı kalınca, “Dereyi görmeden paçaları sıvamalayalım” atasözü pek işlerine gelmişti... Önceki gün kötü haberi aldılar. ‘Minik Serçe’leri, ‘bunlar keklik gibi avlamaya meraklı, bana zararları dokunmaz’ diye düşünmüş olacak ki bir grup PKK sempatizanının, -kimbilir belki üyesi- karşısına geçip ‘açtı’. Kara dantelin arkasındaki derin yırtık ayan beyan ortadaydı. Gördük ki pek demode. Nevruz alanlarında, “diyalog” konserlerinde yaka silktiğimiz eski bir plak takılması hali. İsyancıların teröristleri kutsama ritüeli. Açtı, gördük; serçe çıplak! “Mehmet daha çok küçüksün, Bilmiyorsun tabii neden bu sonsuz nöbet...” şekindeki “şehitlik” kavramını tartışan, asker olmanın anlamını kavrayamayan mısraları, Mehmetçik’e ağıt zannedenlere inat çıplak... Açılım açıldı; İçinden “Biji Apo” çıktı, “Dersim” çıktı, “Seyit Rıza” çıktı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ile açılmayanı leş kargalarının karşısında şakıyan serçe ile açanlar kutudan ayla yıldız çıkmasını beklememiştir zaten değil mi?
++
Korkunun ecele faydası yok
Gizli dinlemeler, fotoğraf çekmeler, internet sitelerine gizli konuşmaları sızdırmalar, yandaş gazeteler aracılığıyla kişileri karalamalar, HSYK veya TSK gibi kurumlara tuzak kurmalar... Vicdan denen kavram sıfırlanmış. Kimi Soros çocukları çetecilikle savaş adı altında çetecilerle işbirliği yaparak faşizmin önüne dikilen veya dikilebilecek anayasal kurumları yıkmaya çalışıyor. Oyun açık... Ve üç maymunları oynamanın ecele faydası yok. lMelih Aşık / Milliyet
+++
İlginç bir operasyon
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, en kıdemli raportörü Ali Rıza Aydın’ı makamına çağırdı ve bir “rotasyon”a gitmeyi düşündüğünü, bu nedenle kendisinin eski kurumu olan Sayıştay’a Uzman Denetçi olarak dönmesini istedi.
Ali Rıza Bey; tam 13 yıldır Anayasa Mahkemesi’nde çalışıyordu. Kurumun en kıdemli ve en deneyimli raportörüydü. Sayıştay’dan 1991 yılında ayrılmış ve Anayasa Mahkemesi Raportörü oluncaya kadar 5 yıl boyunca Başbakanlık Danışmanlığı yapmıştı.
Kendisi kibarca bu öneriyi reddetti ve “O zaman emeklilik dilekçemi kabul edin, ben Sayıştay’a dönmek istemiyorum” dedi. Haşim Bey’in yanıtı ise, “Hay hay... Nasıl isterseniz”
oldu...
Anayasa Mahkemesi’nden “rotasyon” yoluyla uzaklaştırılmak istenen Aydın, aynı zamanda şu anda “yandaş medya”nın hedef haline getirdiği Yargıçlar ve Savcılar Birliği’nin (YARSAV) Genel Sekreteri! Umarım Anayasa Mahkemesi Başkanı en kısa zamanda bir açıklama yapar ve Aydın’ı kurumdan uzaklaştırmak istemesinin, onun YARSAV Genel Sekreterliği’yle ilgili olmadığını söyler.
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
MİNİ YORUM
Güneydoğu’dan sorumlu bakan
Sefer Çetinkaya adlı okuyucumuz Apo’yu Güneydoğu’dan Sorumlu Devlet Bakanı gibi gördüğünü yazmış. Özel konut tahsisi var, koruma dersen, ondan daha güven içinde olanı yoktur. Makamı lebi-derya. Talimatlarının “emredersiniz efendim” diye karşılanma oranına bakınca, değme bakanın eline su dökmediğini söyleyebilir misiniz?
Vah ki vah halimize... Ah’la vah’la günü geçiştirmemize...