Darbeyle kafayı yemek
Nasıl Hitler’in propaganda uzmanı “10 basit propaganda cümlesini halka 100 kere tekrarlayacaksınız, sonunda size inanmayan kalmayacaktır” demişse, bugün de aynı taktikle 3 yıldır “darbe” lafları tekrarlanıyor
Türkiye’de artık sapla saman iyice birbirine karıştı. Cehalet, kin, öfke, nefret, kompleksler neredeyse bazılarının günlük yaşamının bir parçası oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu getirdiklerine inananlar referandum ile son kozlarını oynayacaklarını müjdeliyor birbirlerine. Aslına bakarsanız Türkiye sevgisizi çevreler başarısız da değiller. 12 Eylül darbesinden bu yana uygulanan ekonomik, sosyal ve siyasi programlarla cahilleştirilen, duyarsızlaştırılan, değerlerinden uzaklaştırılan yeni neslin beyni hayli yıkandı. Şimdi son darbe vurulmak isteniyor.
* * *
Nasıl Hitler’in propaganda uzmanı Goebbels “10 basit propaganda cümlesini halka 100 kere tekrarlayacaksınız, sonunda size inanmayan kalmayacaktır” demişse, bugün de aynı taktikle 3 yıldır “darbe” lafları tekrarlanıyor. Artık en inanmayan bile “Varmış galiba bir şeyler” demek durumunda kalıyor. İktidar da yandaşları da artık Türkiye’de bir darbe ihtimalinin hiç olmadığını biliyor. Ancak bir yandan mağdur edebiyatını sürdürmek, diğer yandan yaratılan kaos sayesinde tehdit olarak görülen tüm kurumları yıkmak en temel politika oldu. Bütün bunlar olurken, ortaya atılan “balyoz” iddiaları, Türkiye’yi dönüştürmeyi “demokratikleşme olarak yutturmaya” kalkanların içine küçük bir şüphe düşürdü. Balyoz’un da yalan olduğu bilinmesine rağmen bu konuda da hiçbir kuşku kalmaması için ciddi kanıtlar aranmaya başlandı.
* * *
Aranan çare sonunda bulundu. Bir suikast bahanesi bulunarak Türkiye’nin “iktidarlar tarafından da bilinen” en gizli bilgiler merkezine baskın yapıldı. Günlerce süren çalışmadan sonra Balyoz’un da tamamen bir düzmece olduğu anlaşılınca, nihai sonuç için düğmeye basıldı. Bugünkü ortamda askerin darbe yapamayacağı çok ortada ama, bu tehlikenin tamamen bertaraf edilmesi gerekiyordu. Bu da YAŞ toplantıları ile yerine getirildi. Son YAŞ toplantıları Türkiye tarihine geçecek niteliktedir. Demokrasi ve hukuk kavramlarının bu kadar aşağılandığını, bir iktidarın yargıyı çıkarı için göstere göstere kullanıldığına hiç tanık olmamıştık. İktidar askerin belini kırmak için yargı üzerindeki baskısını fütursuzca kullanmaktan çekinmedi.
* * *
Bu noktada konuyu biraz açmak istiyorum. Çünkü bu dönem tarihimize de ibretle geçecektir. Birçok siyasi iktidar YAŞ toplantılarında askerle çekişti bugüne kadar, ama yargıyı bir tehdit sopası gibi kullanmak hiçbir siyasi iktidarın aklına gelmedi. Örneğin Başbakan, mahkeme tarafından “aranan” üstelik “terörist” suçlamasıyla aranan generallerle aynı masada oturmaktan sakınmadı. Onları ihbar etmedi, yakalanmaları için harekete geçmedi, ama emeklilikleri için pazarlık yapmaktan geri durmadı. Böyle bir şey hiç yaşamadık. Son Şûra’ya damgasını vuran yargı sopası, yandaş çevrelerce “hukukun zaferi” olarak sunuluyor ve bunda iktidarın payının olmadığı ileri sürülüyor. “Vardır” demenin kanıtlarını elbette ortaya koyamayız, ama oyun bu kadar açık oynanınca da zaten bir yorum yapmanın gereği kalmıyor.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Fehmi Koru’nun hayallerini suya düşüren haber
Efendim hikaye eskidir.
Fehmi Koru/Taha Kıvanç bir dönem Aydın Doğan’ın, Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, Sedat Ergin gibi gazetecilerle Rodos’a gitmesini sık sık yazardı.
Sonra bir gün Aydın Doğan “Madem ne yaptığımızı çok merak ediyorsun sen de bize katıl” diyerek Fehmi Koru’yu teknesine davet etti. Fehmi Koru “kabul görmesinin” coşkusuyla hemen tekneye atladı ve bu kez övücü yazılar kaleme aldı.
* * *
Fehmi Koru artık bir Aydın Doğan hayranıydı. AKP’nin Doğan Grubu’na mali kıskaç uygulamasıyla Fehmi Koru, “Doğan Grubu’nun bu hale getirilmesinde Aydın Doğan’ın değil çevresinin etkisi var” diye yazdı.
Yani Aydın Doğan’a hem de hiç sıkılmadan, “onları at beni al” mesajları gönderdi.
Yetmedi. Aydın Doğan’ı alaturka müzik dinledikleri gecelere davet etti.
Fehmi Koru Doğan Grubu’na girmek için bugün hala elinden geleni yapıyor.
Fakat... Bu haberimiz ona kötü bir sürpriz olacak!
* * *
Haberimiz şöyle:
Aydın Doğan dün Bodrum Marina’da bazı gazetecilere davet verdi. Genellikle Doğan Grubu gazetecilerinin olduğu bu davette Nazlı Ilıcak gibi diğer medyadan da farklı isimler vardı. Fatih Erkoç’un şarkılarıyla hayli keyifli saatler geçiren davetliler bir konunun altını çizdiler sürekli:
Günlerdir Bodrum’da gününü gün eden, “dolca vita” bir hayat süren nam-ı diğer “Fehmoş” bu davete çağrılmadı.
Kuşkusuz bu sıradan bir olay değildi; görünen o ki Aydın Doğan, Nazlı Ilıcak’ı davet ettiği partisine Fehmi Koru’yu istememişti.
Niye acaba?
* * *
İnsan üzülmeden yapamıyor; çünkü “Fehmoş” o kadar çalışıp çabaladı ama yine de bir türlü istediği “kabulü” sağlayamadı.
Adamcağız evini, çevresini, arabasını, kolonyasını değiştirdi yine de medyada
“sınıf atlayamadı.”
Benzerlerini yandaş medyada artık sık gördüğümüz bu tür adamların bir tek özelliği var: Kabul edilmediklerini görünce, anlayınca hemen agresifleşiyor ve bu olaydan sorumlu gördüğü kişiler hakkında ağır ithamlarda bulunuyorlar.
Takip ediniz; Fehmi Koru yakında
yine Aydın Doğan aleyhindeki yazılara başlayacaktır.
* Odatv
++++++
Yüce Divancı tek Başbakan!
Başbakan kendisini Yüce Divan’a yollayacağını söyleyen Kılıçdaroğlu’nu halka şikâyet ediyor ya. Bir başbakanı Yüce Divan’a göndermenin darbe zihniyeti olduğunu sık sık vurguluyor ya. Kendisini Menderes ile özleştiriyor. Kefen edebiyatı yapıyor. Yüce Divan’a gitmekle kefen giydirilmeyi eş değerde gösteriyor ya. Kendisine mağduriyet çıkarmaya çalışıyor ya. Eee. Kazın ayağı öyle değil. Cumhuriyet tarihinde iki başbakan yargılandı.. Biri Adnan Menderes’tir öteki Mesut Yılmaz.. Menderes’i 27 Mayısçılar yargılattı.. Yılmaz’ı. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları.. AKP’liler.. Şimdi diyecekler ki o Menderes başka, Yılmaz başka.. Yılmaz yolsuzluk suçlaması nedeniyle Yüce Divan’a yollandı.. İyi işte.. Kılıçdaroğlu da farklı bir şey söylemiyor ki.. İktidara gelirsem yolsuzluk iddiaları nedeniyle Erdoğan’ı Yüce Divan’a yollayacağım, diyor.. Yani.. Erdoğan’ın Yılmaz’a yaptığının aynısını yapacak.. Ne var bunda kızacak!.. Bu işin kefen giymekle, kefeni koltuğunun altına alıp yola çıkmakla alakası yok.. Allah herkese uzun ömürler versin.. O devirler çoktan bitti.. Sonra.. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı Yüce Divan’a bir tek şekilde gönderebilir.. Meclis kararıyla.. Meclis çoğunluğunun oyuyla.. Yani milli iradenin onayıyla.. Milli idarenin iradesiyle... (Bu terimi Başbakan çok sık kullanıyor ama bugüne kadar bir kere bile doğru kullanamadı. Buradaki kullanım da yanlış ama Başbakan Meclis’ten çıkan kararları hep milli iradenin tercihi olarak sunduğu için ben de bu terimi Başbakan’ınki gibi kullandım)
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Medya tek tipleştiriliyor
Milliyet gazetesi yazarı Mehmet Tezkan, CNN TÜRK’te Pazar 12 adlı bir program yapıyordu. Programda, Türkiye’nin gündemi, siyasal gündeme damga vuran gelişmeler, hafta boyunca öne çıkan tartışmalar ekrana taşınıyordu. Haberimizde geçmiş zaman fiilleri veriyoruz çünkü, Tezkan’ın programı yayından kaldırıldı. Muhalif kimliğiyle bilinen Mehmet Tezkan’ın programının kaldırılmasında, siyasi baskının etkin olduğu konuşuluyor.
* Odatv
++++++
‘Yakalama’nın hukuku
Yargının kişiye göre farklı çalıştığı, yıllardır eleştiri konusudur. YAŞ toplantısının başlayacağı sırada Balyoz davasından haklarında soruşturma başlatılmış 102 muvazzaf ve emekli asker hakkında yakalama kararı çıkarıldı. YAŞ’ta terfiye girecek 13 general de bu isimlerin arasında yer aldı. MSB’nın, “Yakalama emri tutuklamayla eşdeğer değildir, terfiye engel oluşturmaz” görüşüne rağmen, bu kişilerin terfisi askıda kaldı. YAŞ süreci böylece tamamlanmışken 102 muvazzaf ve emekli askerden 101’inin haklarındaki yakalama emrini kaldırdı. Gerekçesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dayandırdı. Mahkemenin yapması gerekenin, “sanıklar hakkında önce davetiye çıkarmak, gelmediği takdirde zorla getirme kararı vermek, olmazsa yakalama kararı çıkarmak” olduğuna hükmetti. Yani, YAŞ öncesi fark edilmeyen AİHS, kararlar alındıktan sonra anlaşıldı.
* Muharrem Sarıkaya / Habertürk
++++++
Demokrasi bu mudur?
Olup biteni, daha doğrusu olmayan ve bitmeyeni zihnimizdeki cumhuriyet kavramına yakıştıramıyoruz. Ülke çok daha iyi yönetilmeliydi gibi geliyor hepimize. İlkellikler, hamlıklar can sıkacak kadar çok. İktidar ve muhalefet arasındaki şu son söz düellosuna bakın. Demokrasi bu mudur? Miting, kürsü, mikrofon, kamera ve ekran halk yığınlarına kalitesizlik aşılamak için mi var? Bunca devrim bu tablo için mi yapıldı? Böyle bir Türkiye uğruna mı bunca okul açıldı, bunca üniversite kuruldu?
* Mümtaz Soysal / Cumhuriyet
++++++
Referandumun asıl hedefi yargıdır
Yargıtay Onursal üyesi Çetin Aşçıoğlu’na göre, “Bağımsızlık ve yansızlık birbirinden ayrılamaz ya da birbirlerini tamamlayan kavramlardır, birinin birine üstünlüğü ve tercihi söz konusu değildir. Yargı bağımsızlığı yansızlığın amacı olduğuna göre, bağımsızlık yansızlığın ön koşuludur; olmazsa olmaz.”
Halbuki Başbakan hiç öyle düşünmemektedir: “Yargının bağımsızlığını dert edinenler, bağımsızlıktan daha önemli olan tarafsızlığı da en az o kadar dert edinmek durumundadırlar.” Başbakan yargıdan çok dertlidir: “Tam başlayacaksın, adım atıyorsun; yargı karşımızda. Şimdi yargı bu sözlerime kızacak. Olmaz, diyorlar. Niye olmaz, niyesini söyleyin ya! Bunu biz ülkemiz için yapıyoruz. Ciğerlerimize kadar bize kan ağlatıyorlar. Bunu yapmaya hakları yok!” Başbakan yargıya o kadar sinirlenmiş ki, “Bize kan kusturuyorlar” diyeceğine, “Ciğerlerimize kadar kan ağlatıyorlar” diyor. Bu kadarla kalsa yine şükredin, yargıçlara “hodri meydan” diyecek kadar kızgın: “Bizden daha çok siyasetçi olmuşlar, maşallah! Cüppeni çıkar, siyaset meydanına çık; bu iş öyle yapılır.” 12 Eylül’deki referandumun asıl hedefi ne bürokrasidir, ne askerdir, ne üniversite; onların hali ortada. Hedef yargıdır. Duvarları çatlasa da, surlarından toplar düşse de yargı yine de kale gibi ayaktadır. O kadar ayaktadır ki, “siyasete eğilimli” bir savcıya Başsavcı “Haddini bil!” diyebilmektedir.
* Hasan Pulur / Milliyet
++++++
Kefen ticaretine sarıldılar!
Ortam yaratacaklar, “Darbeyi” yapacaklardı (!) Seçimle geleni silahla indireceklerdi (!) Bu yoğun propogandayla biz bu ülkede yaşayanlar; 2007 yılının haziran ayında İstanbul “Ümraniye’de bir gecekonduda el bombalarının bulunmasıyla” tanıştık. Sarsıcı tutuklamalar geldi. Profesörler, gazeteciler, parti başkanları, emekli generaller dahil yaklaşık 200 kişinin tutuklanması, Albay Dursun Çiçek’in “kuru imza-yaş imza” diyerek gözaltına alınması, salıverilmesi, paparazzi gazetecisi iken haham olmuş birinin TRT ekranından “sözüne güvenilir adam” diye takdim edilip saatlerce yayınlanan iftiraları, Poyrazköy’de kazılar! Amirale suikast! Gömülü cesetler! İyi hukukçularla konuşuyorum, bana davanın sonunda “lümpenliğe-mafyalığa bulaşmış” 15-20 kişi ceza alır, gerisi beraat eder diyorlar. Nitekim önceki gün 102 Balyoz sanığı subay için “yakalama kararı” kaldırıldı. Anlıyor musunuz? Ümraniye fiyasko oldu! Kefen ticaretine sarıldılar!
* Necati Doğru / Sözcü
++++++
Yandaşlar sözleşmeli cinayeti (!) görmedi
Sözleşmeli öğretmenin ölüm haberi ekranda yer buldu. Ancak, adı yandaşa çıkmışların pek çoğu, bunu görmezden gelmeyi tercih etti. Çünkü, Çorlu’daki olay neresinden ele alınırsa alınsın, ’Sosyal Devlet İlkeleri’ne aykırıydı. İki çocuk babası Ahmet Fazlı Elçi, yılın on ayında 700’er lira alıyordu. İki ay, başka gelir kapısı arıyordu. Okul kitaplarına 40 liraya hamallık yaparken öldü. Özel araçlar, hatta jetler alabilen bir yönetimin onbinlerce öğretmenine layık gördüğü hayat bu. İki ay maaş vermemeyi tasarruf sayanlar, utandılar mı dersiniz? Yoksa, karma eğitimi sonlandırıp, ’Liselerde harem-selamlık uygulaması’ çalışmasına hız mı verdiler?
* Burhan Ayeri / Akşam
++++++
MİNİ YORUM
Zaten ekonomi de iyi(!)
Referandumda sadece MHP ve CHP aynı oy renginde buluştuğu için “Evet” vermeyi düşünen biri “Bak zaten ekonomi de nasıl iyi gidiyor. Dünya liderliğine gidiyoruz” dedi. Bu muazzam yaklaşıma şahit olduktan birkaç saat sonra bir haber düştü ekranlara; sözleşmeli öğretmen hamallık yaparken öldü! Aynı gün bir semt pazarında elindeki tişörtleri neredeyse çantamızın içine kadar sokan, satmakta öylesine kararlı bir “pazarcı”... Öğrendik ki aslen o bir “polis”!