Darbe günlükleri fırında yakılmadı mı?
Bir delinin taş attığı, kırk akıllının çıkaramadığı canım memleketimdeki insan manzaraları yanında güvenilirliği artık ciddi anlamda bazı konularda tartışılan ve siyasallaştığına inanılan birtakım kurumlar canımı sıkıyor. İdeolojik mücadelenin içinden gelenler hatırlar. Yeni nesillerin pek umurunda olmasa da fikri namusu olan komünist, sosyalist, Troçkist, Goşist vs. tayfasından tutun da savunduğu ideolojinin ne anlama geldiğini bilmediği halde dünyanın en tehlikeli silahı fikirle donanımlı geçtiğimiz yüzyılın militanları hukuk, insan hakları, demokrasi gibi kavramların lümpen, karşı devrimciler tarafından uydurulmuş bahaneler olduğunu vurgularlardı. İktidarın namlunun ucunda olduğuna inananlar, Fransız devriminde olduğu gibi sosyalist darbelerin hemen hepsinde hukuku savunarak idareyi ele almışlardı. Ama önce hukuku askıya alıp devrim ya da halk mahkeameleri kurarak meydanlarda giyotinle baş kesip urganla boğaz sıktılar. Devrimin kansız olmayacağı inancının sahipleri için ne kadar çok infaz yapılırsa zafer o denli taçlanırdı yıllar önce. Nitekim Türkiye’mizde 35-40 yıl önceki romantik uzantıları da aynı düşünceyle demokratik devrimin kanla yazılacağına inanıp ne yazık ki bol miktarda kardeş kanı döktü hayalleri uğruna...“Bir sağdan bir soldan denge sağladık” diyerek darağaçlarına kılıf bulan ve Türkiye’nin bugünlere gelmesini sağlayanlara darbeci yerine “ressam” gözüyle bakılabilmesi demokrasiyi ne denli hazmedemeyişimizin göstergesi değil mi? Türkiye’deki üç buçuk darbenin iki buçuğunu yaşamış, postmodernlerinin travmasını atamayan yazarınız olarak kendilerinden olmayan herkesi faşist ya da karşı devrimci görenlerin bağırsaklarındaki düğümleri tek tek sayabilirim. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül sürecinde basında tuttukları köşeleri muhafaza edebilmek için kılıçların gölgesinde alkış tutanlarla, 28 Mart’taki çığırtkanlarla ilgili derlemeyi değerli dostum Hayati Tek, bitirme tezi yapıp Bilge Oğuz Yayınları’ndan “Darbelerde Türk Basını” adlı eserinde yayımladı. Hâlâ okumayan varsa mutlaka temin etsin. Çoluk çocuğuna, yeni nesillere ibret olsun diye hediye etsin. Neyse a dostlar. Konuyu yine dağıttık. Malum gündemde Ergenekon var. Ardına bir de 600 yıllık “Agarta” eklendi. Aslında on bin yıllık Agarta’yı 600 yılla sınırlandıranlar Agarta’nın ne anlama geldiğini yeni yeni öğreniyorlar. Meğerse “Hükümetin görevini engellemek, halkı silahlı eyleme teşvik” için Agarta 600 yıllık faaliyetteymiş. Yasağa rağmen malum medyada her gün çarşaf çarşaf iddianame yayımlanıyor. Bilindiği gibi olmayan terör örgütüne ilişkin... Sadede gelince... Malum soruşturmayla ilgili en çok konuşulan konu “Darbe Günlükleri”... Mevcut hükümetin en önemli destekçilerinin iki ileri bir geri yapıp darbe iddialarına dayandırdıkları günlükleri ilk defa ortaya atan eski Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ün 28 Nisan 2008’de Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajına internet teknolojisiyle ulaştım. Geçtiğimiz gün açıklanan iddianamede yer almamasına rağmen dünün darbe çığırtkanları, bugünün pek muhterem demokratlarının dayanak noktası günlükleri tek görüp okuyan Taraf gazetesi yazarı Alper Görmüş 17 klasörden oluşan belgeleri arkadaşının fırınında iki saat süreyle yakıp ateşiyle etli pide pişirip sohbetle yediklerini söylemişti. Yasaya göre kopyalandığı iddia edilen CD’lerin de delil olamayacağı belgelendiğine göre, tıpkı Ümraniye’deki gecekonduda bulunan ve patlaması mümkün olmayan el bombalarının imhasında olduğu gibi deliller karartılarak bu davanın dengeleri yeniden kurmak için “sarkaç olarak” Demokles’in kılıcı gibi sallanması mı gerekiyor? Darbe günlükleri 17 klasör fırında yakıldığına göre şimdi ne olacak?
Canım fena halde etli ekmek istiyor. Şöyle Kayseri, Konya usulü... Ama yumurtaların sözde darbe günlükleriyle yakılmamış ateşinde...