Damat Ferit klonlandı mı?
Atlantik Konseyi’nin “Türkler ve Irak Kürtleri arasında güven tesisi” başlıklı raporunu tercüme eden Dicle Eroğul: Açılıma ‘demokratik’ diyenlerle, İngiliz himayesine ‘kurtuluş’ diyen Damat Ferit arasında fark yok
Bu raporu tercüme ederken, irkildim, çünkü yazılanların nasıl bire bir uygulattırıldığını gördüm. Amacın insanların ölmediği bir dünya değil, sadece kendi kazançlarını artıracakları bir dünya kurmak olduğunu anladım. Hem insanların ölümüne yol açacak olayları tezgahlayacaksınız, hem de o insanların acılarını sömürerek kendi maddi çıkarlarınıza uygun düzeni kurmaya çalışacaksınız. Bu nasıl bir insanlıktır? Nasıl bir vicdandır?
Diğer yandan, insanlar ne çabuk kanıyorlar. Demokratik olmayan bir hükümetten, demokratik bir açılım beklenemeyeceğini nasıl anlamazlar?
Bilime, eşyanın tabiatına, doğanın yasalarına aykırı böyle bir beklenti.
“Kurtuluş” lafı etti diye Damat Ferit’ten Kurtuluş Savaşı’nı mı beklemeliydi dedelerimiz?
Damat Ferit’in kastettiği, İngiliz himayesinde kendi kurtuluşuydu.
İçişleri Bakanı, Oral Çalışlar’ı, Cengiz Çandar’ı iki-üç kez neden dinler?
Kim ki bu adamlar?
Kamran İnan gibi Kürt kökenli yılların devlet adamını niye
dinlemez?
Bilal N. Şimşir gibi “Kürtçülük” konusunda araştırma yapmış, ömrü arşivlerde geçmiş bir büyükelçi ve yazarı niye dinlemez? Adlarını sayamayacağım diğer tarihçileri niye dinlemez?
Tarih bilinci olmadan hiçbir şey yapılamaz.
Kim bu gazeteciler ki, İçişleri Bakanlığı’na birkaç kez davet ediliyorlar? Nedir bunların meziyetleri? Yoksa, Barzani, Talabani’ye yakınlıkları mı bu gazetecilerin kerameti? Ziya Gökalp’in kardeşinin torunuyum.
Dedelerimin yaşamı savaşlarda geçmiş. “Türklük” tanımını merak eden, Ziya Gökalp’i okusun etnisite ile alakası yoktur onun Türklük tanımının.
Hayatlarını bu uğurda harcamış bir neslin, bugün de geçerli olan fikir ürünlerinden, çalışmalarından yararlanmıyoruz. Gidip bizi tanımayan Atlantik ötesi politika belirleyicilerinin, dayattıkları reçeteyi uyguluyoruz.
Ziya Gökalp’in şiirini, bilerek ya da bilmeyerek çarpıtılmış ve yanlış bir biçimde okuyan bir başbakanın yönetiminden bu beklenir.
İçimiz acıyor.
Dicle Eroğul
++++++
Gömlekle olmuyor
Atatürk, Cumhuriyet’i çuha, aba ve çarıkla kurdu. Günümüzde; beş bin dolarlık gömlek giyen liderlerimiz laik demokratik Türkiye Cumhuriyetini, Avrupa, Amerika ve terör baskısından kurtaramadılar. Demek ki, beş bin dolarlık gömlekle olmuyor. Devlet adamı olmak başka şey.
E. Öğretmen Turan Kırılmazoğlu / İstanbul
++++++
Malumun ilamı
DTP’li Sırrı Sakık: Bu sürece gelinmesinde dış güçlerin inkar edilemez katkısı vardır.Biz katkıyı iç güçlerin yapmasını isterdik. MHP: Bu Amerika’nın planıdır. Obama: Kürt azınlığa haklarını verin. Lozan: Kürtler azınlık değildir. Başbakan: Açılımının Amerikan’ın planı olduğunu söyleyenler alçaktır,namussuzdur. Özal’ın prensi: Rüşvetin belgesi mi olur...
Biz ne diyoruz: Malumun ilamı mı olurmuş!
Av. Selahattin Sekban- Trabzon
++++++
“Potamya seninle gurur duyuyor”
Güneysu’da bir grup partili tarafından karşılanan Erdoğan’a hemşehrileri “Başbakan Tayyip, Potamya’nın gururu” diye pankart açarlar ve tezahüratta bulunurlar...
Sayın Erdoğan böyle bir pankarta ve tezahürata itiraz etmez. Rahatsızlık da duymaz. Kim bilir belki de düşündüğümüzden daha fazla hoşuna gitmiş de olabilir. Neden Güneysu’nun gururu Tayyip değil de, Potamya’nın gururu Tayyip ?!...
İmdat Aslan / Bolu Express Gazetesi
++++++
Ahkam kesmekle olmuyor
17 Ağustos 2009 gecesi Habertürk TV’de yayınlanan ve yaklaşık 5 saat süren Yiğit Bulut’un “Sansürsüz” adlı programında “Türklerin İslamlaşması” hakkında ilginç görüşler ileri sürüldü. “Türk İslam Tarihi Tartışılıyor” başlığı ile sunulan ve Kültür eski Bakanı Namık Kemal Zeybek, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve gazeteci-tarihçi Murat Bardakçı’nın katıldığı tartışma programında pek çok konudan söz edildi.
Bu yazıyı yazmaktaki kasdım; Murat Bardakçı’nın sergilediği- Ahmed Yesevi’nin Türk dünyasının manevi hayatındaki belirleyici etkisini küçümseyici tavrı irdelemektir.
Murat Bardakçı, -her zaman olduğu gibi- genellikle TV programlarında kendisine muhatabı olanların tarihi konular hakkındaki yetersizliklerinin alabildiğine kabarttığı “şişkince bir ego” ile hükümler verirken o kadar fahiş hatalara düştü ki, değil bir tarihçinin sıradan bir tarih meraklısının bile hayret etmemesi mümkün değildi.
Bardakçı; Yesevi’nin Türk coğrafyasının Doğu bölgesinde büyük önemi olduğunu mecburen kabul ederken, Türkiye topraklarının da dahil olduğu Batı tarafında önemli bir etkisi olmadığını gerine gerine iddia ediyordu. Bardakçı’ya göre Ahmed Yesevi’nin Anadolu tasavvuf geleneğinin öncü isimleri üzerinde değil etkisi olmak bu konuda “bahsi bile edilemez” di. Zaten “Osmanlı kültür çevrelerinde hiçbir şekilde bilinmeyen bir isim” olan “Ahmed Yesevi sadece Doğu Türkleri için önemli birisi” dir.
Evliya Çelebi’den habersiz bir “büyük” tarihçi !
Oysa sadece Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nden haberdar olan bir kişi bile Yesevi’nin Osmanlı coğrafyasındaki etkisinden habersiz olamazdı.
Ünlü Osmanlı gezgini ünlü seyahatnamesinin ilk cildinden itibaren “Türk-i Türkân” (=Türklerin Türkü), “Pirân-ı Türkistan” (=Türkistan’ın mürşidi) olarak saygı ile andığı Ahmed Yesevî’nin soyundan geldiğini birçok yerde iftiharla belirtir.
Burada sorulması gereken soru şudur:
Evliya Çelebi, nasıl olmuşta Osmanlı kültür çevrelerinde hiç bilinmeyen ve önemsenmeyen Ahmed Yesevi’den bahisle onun evladından olmayı bir itibar referansı olarak kaydetmektedir?
Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nin geçtiğimiz yıllarda Orhan Şaik Gökyay tarafından yayına hazırlanan ve Yapı-Kredi Yayınları arasında neşredilen transkribe tam metninde birçok yerde Yesevi etkisinin Osmanlı coğrafyasındaki derinliğini gösteren veriler sunulmaktadır.
Ahmed Yesevi’nin Hz. Ali ile şecere bazındaki ilişkisi yanında kendi şeceresinin de Yesevi’ye ulaştığını göstermektedir. Evliya Çelebi’nin bu satırları Ahmed Yesevi’nin Osmanlı’nın kuruluş döneminde etkili olan Hacı Bektaş-ı Veli; Sarı Saltuk gibi, sayıları “üçyüz” ve “yediyüz” olarak kaydedilen Horasan erenleri vasıtasıyla icra ettiği fonksiyonu da kanıtlamaktadır.
Hazini’nin III. Murad’a sunmak üzere kaleme aldığı “Cevâhiru’l-Ebrâr Min Emvâc-ı Bihâr” Yesevilik çalışmalarının bilinen en önemli kaynağıdır. (Tesbit edilen tek yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde)
Bugün “tarihçi pozu ile” ahkam kesenlere haddini bildirme konusunda sağladığı lojistik destek için de Hazini’ye minnet borçluyuz.
Dr. Hayati BİCE
Osmanlı üzerine ahkam kesmeye bayılan Murat Bardakçı, bu kadar ilgili olduğunu bir alandaki eksik bilgisiyle şaşırttı.
++++++
Yugoslavya modeli
Bekir Bozdağ’ın Yugoslavya’daki milliyetçiliğin ülkeyi bölünmeye götürdüğünü söylemesi tamamen abesle iştigal olup bilgi eksikliğinin dile gelmiş halidir.
Yugoslavya anayasasında; o topraklar üzerinde yaşayan hemen her azınlığın adı ayrı ayrı geçer, hakları ve yasaları açıklarken her azınlığın adı mutlaka kullanılırdı.
Tanıdık geliyor değil mi?
Tam da alıştırıldığımız paketler gibi.
Sonraları bütün bu isimler altından siyaset yapılmaya başlanınca Yugoslavya’da yüzlerce parti kuruldu ve konu azınlıkların toprak isteğine dayandı.
Sonuç ortada...
Bozdağ’ın bilmesi gereken; ülkeyi parçalanmaya götüren Yugoslavya milliyetçiliği değil azınlık milliyetçiliğinin azdırılmasıdır.
Alper Göktürk Şafak
++++++
Kuşatma yarılırken
“Learning Helplessness” denilen öğrenilmiş çaresizlik olgusu, doğruluğu kanıtlanmış bir psikolojik süreçtir.
Kafese kapatılan köpeğe, elektrik şok uygulanır. Belli bir süreden sonra, kafesin kapısı açıldığında, köpek bu yardımı değerlendirip kaçamaz.
Bu deneyin halk üzerinde uygulaması, medyada sürdürülen şoklar ile sağlanır.
Halkla birlikte, halkın muhalefetini sürdüren kuruluşlar da “öğrenilmiş çaresizlik” süreci içindedirler.
Ama artık görüyoruz ki, en azından kuşatmayı yarma teşebbüsleri var.
Her ne kadar emperyalizmin iç sözcülerinin ‘erken sevinmeyin’ uyarısına dikkat etmek durumundayız. Çünkü ABD’nin çıkarları, Türkiye’nin çıkarları ile çatışmaktadır.
Mücadeleyi kazanmak için milli egemenlik cephesine benzer bir yapının gerçekleşmesi, amaca giden bir yol olur.
Birlik onların en çok korktuğu kuvvettir.
Bülent Esinoğlu
++++++
AÇILDIK EY HALKIM! ALKIŞLA BİZİ!
Sezen Aksu “bu sürecin karşısında duranları iki cihanda da lekeli kabul ediyorum” demiş. Bu açılıma destek veren diğer bir isim Yaşar Kemal, Türk Ordusunu Güney Doğuda işgalci, askerimizi şehit eden teröristi ise vatanını savunan gerilla olarak tanımlayan bir adamdır.
16 Ağustos Pazar sabahı, TRT’de yayınlanan Politik Açılım adlı programa katılan DTP lideri Ahmet Türk, Milliyet Gazetesi köşe yazarlarından Derya Sazak’ın bir sorusuna 25 yıldır dökülen kan olmasa bu açılımının yapılmayacağını ve bu sebeple dökülen kanların gerekli olduğunu rahatlıkla söylemiştir.
Biz Kürtlerle hangi savaştan çıktık ki onlara yönelik barış açılımı yapıyoruz?
25 yıldır verilen şehitlerimiz ortada, askerimizden, polisimizden, memurumuzdan, işçimizden on binlerce şehit. Bu kadar şehit ne amaçla verildi? Bu nasıl bir açılım olacak ki dağdaki hain de bunu kabullenecek, ben ve benim gibi vatanını ve milletini sevmekten başka bir şey düşünmemiş insanlar da. Bir vatan hainiyle beni hangi ortak nokta bir araya getirebilecek merak ediyorum.
Prof. Dr. Ahmet Berhan Yılmaz / Erzurum
++++++
Pişmiş aşa su katıyorlar
Fırının ateşi hamuru pişirerek ekmek yapar, savaşın ateşi de halkı pişirerek millet yapar. Ekmek geriye dönerek hamura, hamur geriye dönerek; un, su, tuz ve maya olarak parçalara ayrılamaz.. Açılımda maksat pişmiş aşa su katmak, ekmeği un ufak etmektir.. Hani biri sormuş ya; öküzü buradan sokunca sosis olarak çıkıyor da sosisi geri soksak ötede öküz olarak çıkar mı?..
Kürtlerin etnik kimliği milli kimlik olacak, Türk Milleti’nin milli kimliği de etnik kimlikten sayılacak. Hangi savaşta yenildik?..
Hilmi Kayıhan
++++++
MİNİ YORUM
Orduya taarruz
ADD Antalya Şubesi’nden Gazanfer Eryüksel, Mustafa Kemal’in 31 Temmuz 1920’de Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmanın metnini göndermiş. TSK’ya karşı “Büyük Taarruz” başlatılma nedeninin daha iyi kavranabilmesi dileğiyle: “Kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.”