Cumhuriyeti çökerten sinsi ihanet!..
PKK'nın devletle o ezeli kan davası Türkiye Cumhuriyeti'ne 40 yılı aşkın süre acılar çektirirken, bir de dinci terör belası çıkmıştı...
Devlet 1984- 2000 yılları arasında Güneydoğu kentlerinde insanlara kan kusturan Hizbullah'la mücadeleyi Gaffar Okkan suikastının ardından büyüterek örgütü çökertmişken, bu kez El Kaide belası kanlı saldırılar başlatmıştı...
Selefi örgütün yapmadığı kalmamıştı Anadolu kentlerinde...
15-20 Kasım 2003'te, İstanbul'da HSBC Bank Genel Müdürlüğü, İngiltere Başkonsolosluğu ve iki sinagoga yönelik saldırıda 60'tan fazla masum insanın katledilmesi örgütün en kanlı eylemleri olmuştu...
Dört tarafı paslı bir cenderenin kuşatmasında olan bir coğrafyada; PKK, Hizbullah, El Kaide yetmemiş olacak ki, Irak-Libya-Suriye hattında emperyalizmin paralı askerleri olarak katliamlar yapan IŞİD'in hedefi de olmuştu Türkiye...
İşte o örgüt Suruç'tan Ankara'ya, İstanbul'dan Antep'e kadar çok sayıda kentin meydanlarında yüzlerce kişiyi intihar saldırıları ya da bombalı eylemlerle katletmiş, Suriye'den yoğunlaşan göç sırasında Türkiye'ye sızan militanlar yüzlerce hücre oluşturmuş ve binlerce eylem yapmıştı...
Ve tabii ki tarihin gördüğü en büyük kalkışmalardan biri olan Fethullahçıların "darbe"ye yeltenmesi, tarikat-cemaat hattında dincileşen siyasetin devlete nasıl hançerler vurabileceğini de ortaya çıkarmıştı...
Ancak yukarıdaki olaylara, gerici-bölücü terörün neler yaptığını anımsatmak için dikkat çekmedik...
Eğitimi hançerlemeye devam!..
Kurtuluş Savaşı öncesinden itibaren de emperyalizmin en büyük hedefi olan, Orta Doğu'nun kıyısındaki Türkiye Cumhuriyeti'nin başına her dönem gerici olsun, bölücü olsun bir bela musallat ediliyor...
Ancak bu örgütlerin tek amacı ülkeyi bölmek, ırkçı ya da şeriat yanlısı devlet kurmak olsa da, bu mecraların eylemleri karşı cephede sinsice yürütülen sosyo politik çalışmalar için de paravan görevi görüyor...
İşte asıl mesele o karanlık paravanın arkasında ve medya-siyaset-bürokrasi üçgeninde uyutulan bir ülkenin, uçuruma doğru nasıl sürüklendiği...
Ve bir başka mesele de, bu paravanın örttüğü olayların üzerine gitmeyen muhalefetin, bir yandan milletvekili listelerine tarikat-cemaat unsurlarını sızdırarak, diğer taraftan da cumhuriyet düşmanlarıyla haşır neşir olarak ve de "helallik" isteyerek, oy uğruna bunların önünde adeta diz çökmesi...
Peki; "gaflet-dalalet ve ihanet"le örülmüş paravanın ardındaki en sinsi tuzağın eğitim üzerinde büyütüldüğü bu ülkede, AKP iktidarına karşı sözde muhalefet yapan partilerle kendini "solcu" zanneden gruplar, sivil toplum örgütleri, dernek ve vakıflar ne zaman uyanacak acaba?..
İşte Diyanet'e bağlı hocaların, vaizlerin okullarda görevlendirilmesi, sivil toplum çalışması adı altında tarikat ve cemaatlerin eğitim kurumlarına sızdırılması, müfredatta din derslerinin Türkçe, İngilizce gibi dersleri üçe katlaması ve bir gecede binlerce okulun imam hatibe dönüştürülmesi yetmezmiş gibi, geçen hafta okullara mescid dayatması da gündeme geldi ki, cumhuriyet 100. yılında bağrından hançerlenmeye devam ediyor...
Konser, kanser ve iş birlikçilik!..
Evet; okulların üzerine çekilen karanlığın ve laik eğitimin temellerinden çekilen taşların yukarıdaki gerici uygulamalardan ibaret olduğuna inananlar büyük yanılgıya düşerler...
Çünkü taşımalı eğitim adı altında köylerin okulsuz bırakılması, aileleri tedirgin eden bölge okullarında öğrenci sayısı düşerken, küçücük çocukları tarikat, cemaat okullarına yönlendiren tek çıkmaz bu değil...
İşte bazı gazeteler önceki gün laik eğitime vurulan darbeleri sıralarken ve "çocuklarımızı tarikat karanlığına teslim etmeyeceğiz" diyen derneklerin cılız eylemlerini duyururken, bir başka tehlikeye de dikkat çekmişlerdi...
Çünkü Türkiye'de yatılı bölge ortaokullarının sayısının son 12 yılda 574'ten 230'a düşürüldüğü ortaya çıkmış... Öğrenci sayısı da 178 binden 30 bine gerilemiş...
Tarikat-cemaat okullarına ve imam hatiplere öğrenci çekmek için promosyon bile yapılan bir dönemde, yatılı bölge okullarından uzaklaşan 150 bin öğrencinin nerelere gittiğini, hangi karanlığa sürüklendiğini tahmin etmek zor değil...
Ve tabii ki, kapatılan 344 okulun yerine hangi mecrada, ne tür okulların açıldığını öngörmek de güç olmuyor...
Evet; muhalefet partileri AKP'nin, cumhuriyetin 100. yılını kutlamamak için her türlü oyunu sergilemesine sessiz kalırken, İstanbul'dan İzmir'e, Ankara'dan diğer kentlere kadar hiçbir belediyenin 100. yıla yakışacak bir eser bırakmadığını da gözden kaçırıyorlar...
İktidara bağlı olanlar gibi muhalefet belediyeleri de uyduruk konserlerle, konferanslarla cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya ve kitleleri uyutmaya çalışırken, bağnazlığın cenderesi de bir kanser gibi eğitim kurumlarında yayılmaya devam ediyor...
"Gaflet, dalalet ve ihanet" içinde olanların hepsine yazıklar olsun demekten bıktık...
Çünkü iktidarı da, muhalefeti de, sağcısı da, solcusu da (taarruz ederek, sessiz kalarak, gaflete düşerek ve karşı devrimcilerle, gericilerle, bölücülerle iş birliği yaparak) cumhuriyeti hırpalamaktan geri durmuyorlar...
100. yıla yakışmayan bu sinsi ihanetin acısı çıktığında, bakalım kimlerin suratına tükürülecek, kimler başını duvarlara vuracak?..