Çözümü de tartışmalıyız...

Ekonomide, geçmiş krizlerden daha farklı bir istikrar sorunu yaşamaktayız. 2001 yılında kriz bir gecede patlamıştı. Bir yılda düzeldi. Şimdi ise üç yıldır büyüme oranı durgunluk düzeyinde seyrediyor. Özellikle refah artışını gösteren fert başına gelir artışı yüzde 1 ile yüzde 2 arasında değişiyor. Önümüzdeki yıllarda da büyümede artış beklenmiyor. Demek ki ekonomi geçmiş krizlerden farklı olarak uzun süreli bir durgunluğa girdi.
Durgunluğa rağmen cari açık devam ediyor. Bu sorun bir çelişki ve bir istikrar sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Bu gelir artışı ile Türkiye’nin 400 milyar dolar olan dış borcunu çevirmesi mümkün görünmüyor. Oysa ki önceki krizlerde böyle bir dış borç sorunu yoktu.
Özet olarak, 12 senedir dış borç alarak hazır yediklerimizin maliyetini ve günü kurtarma gibi yanlış politikaların kefaretini ödemeye başladık.
Yanlışı iktidar yaptı ve fakat hepimiz aynı gemideyiz. İktidar, muhalefet ve halk olarak hepimiz, ekonomik sorunu en düşük maliyetle atlatmak için doğru çözümler üretmeliyiz. Önce iktidar batsın dersek, geç kalmış oluruz. Hepimiz daha ağır maliyetler öderiz.
Çözümü tartışmak için, her şeyden önce istikrar sorununa doğru teşhis koymalıyız. Özellikle iktidar partisi, başbakan yardımcısı Ali Babacan gibi cesur olmalı ve gerçeği anlatmalıdır.
İstikrar için kısa vadede para - faiz ve kur politikası ile orta ve uzun dönemde yapısal çözümleri birlikte ve birbiri ile uyumlu düşünmeliyiz.
Bu yazıda yalnızca para - faiz ve kur politikası tartışılacaktır.
Geldiğimiz noktada, hem dış işlemler cari açığını, hem de enflasyonu gözetmek zorundayız. Bugün yaşamakta olduğumuz bu iki sorun, geçmişte bol sıcak para gelsin diye Merkez Bankası’nın uygulamış olduğu değerli TL ve tersi düşük kur politikasından ileri gelmiştir. Bugün bile MB, TÜFE bazlı reel kur endeksine göre TL yüzde on değerlidir. Yani bir doların 2.30 dolayında olması gerekir.
2002 krizinden sonra sabit kur sisteminden tam 180 derece ters dalgalı kur sitemine geçmenin yanlış olduğunu söylemiştim. Dört gerekçe göstermiştim:
Bir; piyasada oligopol yapılar var. Monopolleşme var. Maniplasyona açıktır.
İki; aşırı kur hareketlerini ve spekülayonları azaltacak “vadeli döviz işlemleri piyasası” yoktur.
Üç; dolarizasyon var. Bu durum spekülasyonu artırır.
Dört; spekülatif sermaye hareketlerini kontrol edecek bir sistem mevcut değildir.
Bugün de bu görüşümü muhafaza ediyorum. Bu bağlamda Türkiye birçok gelişmekte olan ülke gibi “Kontrollü kur sistemi” uygulamalıdır. Sermaye hareketlerini Merkez Bankası’na yüzde bir gibi düşük bir munzam karşılık alarak kontrol etmelidir.
ABD’nin ve gelişmekte olan ülkelerin normalleşme çalışmaları, dünyada eksi faiz döneminin biteceğini ve faizlerin artacağını gösteriyor. Türkiye mevcut ekonomik düzeni sıcak para ve spekülatif yabancı sermaye düzeni üstüne kurdu. ABD’de FED faizleri artırırsa, Türkiye’den sermaye çıkışı olur. Bunun için MB de faizleri artırmalıdır.
Yani MB hem kur, hem de faizi birlikte gözetmelidir. Eğer sermaye hareketleri kontrol edilirse, MB bu ikisini birden gözetebilir. Bunun İçin MB Kanununda değişiklik yapılabilir.
Enflasyona gelince, MB enflasyon hedeflemesi politikasından vazgeçmelidir. Zira 9 yıldır uygulanmakta olan açık enflasyon hedeflemesinde MB başarılı olamadı. MB’ye olan iç ve dış güveni sarsıldı. Güven sorunu ülke riskini artırdı.
Aslında Türkiye’de kronik enflasyon yaşanıyor. Kronik enflasyon yalnızca para politikaları ile çözülmez. Ayrıca, finans-reel sektör dengesi, devletin yeniden yapılanması gibi yapısal önlemler gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları