Çimenlerin değişmez kaderi mi?...
Başkentin siyasi kulislerinde hafta sonu mesaisi yaptık. Gündemin ilk sıralarında, değişmez isim MİT Müsteşarı Hakan Fidan var. Kendisine direkt bağlı olarak İstihbarat Koordinasyon Kurulu Genel Sekreterliği’ni kuran ve bu kapsamda Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Merkezini MİT bünyesine alan Hakan Fidan’ın başı Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı ile hiç de hoş değilmiş. Malum; Fidan, “istihbaratın tek elde toplanması ve istihbaratın tek patronu olmak” için göreve geldiği günden bu yana büyük uğraş veriyor. Sızan iddialara göre; Fidan’ın bu operasyon için ayak direten Emniyetle girdiği kavganın şiddeti artmış. Emniyet, istihbaratı MİT’e devretmemekte direnince ve bunalım da had safhaya ulaşınca Hakan Fidan soluğu Başbakan’ın yanında alıp şikayetlerde bulunmuş. Denilen o ki; “Fidan’ın gözü, asıl Emniyet İstihbarat Dairesi’nin arşivinde bulunan bazı dosya ve kasetlerde...”
ADSIZ’da, sizlere bu satırları 30 Mart 2013’de ulaştırmıştım. Reyhanlı’daki kanlı patlamanın ardından patronu Obama’ya koşan “Muhteşem”, havaalanı açıklamasında istihbarat zafiyetini kabul etmedi ama “kopukluk” var dedi. “Muhteşemin” üzerinde çok durulması gereken sözlerini bir daha hatırlayalım;
“İstihbarat zaafı olduğu kanaatinde değilim. İstihbarat örgütlerimiz, gerek Emniyet İstihbarat, gerek MİT bu tür bir hareketliliğin olduğunu yakalama noktasında olduğuna göre demek ki burada ön bilgi alma durumu söz konusu. Ama burada emniyet teşkilatı ile istihbarat teşkilatı arasında bir kopukluk söz konusu olabilir. Buna yönelik olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu bu konuları araştırmak, bu işi ciddi bir şekilde ele almak üzere nerede bir zaaf belirtisi varsa, nerede bir zaaf varsa bu konunun gereğini tereddütsüz yerine getiririz. Aynı şekilde İçişleri Bakanıma da söyledim. İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu da bu adımı atmalı. Başbakanlık Teftiş Kurulu da gerekli adımı atacaktır, ben yazılı talimatı verdim.”
Tablo çırıl çıplak ortada. Değil mi?..
Hakan Fidan’ın tek patronluk kavgasının acı sonuçlarından birini de savaş uçağımızın Suriye tarafından Akdeniz’de düşürülmesi olayında yaşamıştık. Başkentin güvenlik ve istihbarat birimleri, GES’in MİT’e devredilmesinden dolayı içine düşülen zafiyeti derinden büyük homurtularla tartışmıştı. Birçok hassas operasyonda TSK’nın gözlerinin kör, kulaklarının sağır edildiği yetkili makamlarda dile getirilmişti. Sonuç?..S ıfıra sıfır, elde var sıfır şeklinde ortaya çıkmıştı. Söylenenleri, ne “Muhteşem” ne de Hakan Fidan dinledi.
Özrü kabahatinden büyük olan “Muhteşem” şimdi çıkmış, lafı geveleyip “kopukluk”tan söz edebiliyor. Gereken neyse yapılacağını ilan ediyor!.. Sanki ülkenin güvenlik siboplarını felç eden kendisi değilmiş gibi..
Dahası var!..
Ama MİT’e de haksızlık etmeyelim!..
Çünkü, sandığınız gibi MİT bütünüyle Hakan Fidan’a teslim olmuş değil. MİT’te çeşitli vesilelerle görüşlerine başvurduğum birçok kaynak, Hakan Fidan’ın “kendi stratejilerini” çok dar kadro ile yürüttüğünden ve kurum içinde geçmişten gelen birçok tecrübeli isme kapılarını kapattığından şikayetçi. Hakan Fidan’ın uygulamalarından sıkıntı duyan çok sayıda tecrübeli MİT mensubunun varlığını, güvenlik koridorlarında ter döken herkes biliyor.
Peki!.. “Bu şikayetçilerle, şikayetlere ne oluyor” diye soracaksınız. Cevap;
Kendi aralarında “sohbet”ten öteye gidemiyor!..
Konuyla ilişkili bir noktaya daha değinelim.
Reyhanlı’da gözaltına alınan bir tamirci ifadesinde, bombacıların kaçakçılık yapacaklarını söyleyerek patlayıcıların yüklendiği araçlara 4 bin lira karşılığında zula yaptığını anlatmış. “Bölgede kaçakçılık fazla olduğundan şüphelenmedim” demiş.
Gel de tamirciye hak verme!.. Kaçakçılığın kanunlara rağmen suç sayılmadığı, kaçakçıları yakalamaya çalışan güvenlik güçlerinin operasyon sırasında dahi Vali marifetiyle bölgeden uzaklaştırıldığı bir ülkede daha ne olsun ki?..
Laflar, sözler, geçirdiğimiz büyük travmalar, yaşadığımız onca acı, ustaca düzenlenen psikolojik operasyonlarla unutulup gidiyor. Hangi topçu, nereye kaç euroya transfer olacakmış diye gazete sayfalarına dalıp gidiyoruz. Survivor’da hangi ünlü elenecek diye ağzımız açık ekranın başında uyuya kalıyoruz. Orhan Baba hangi genç ses yeteneği için ne demiş?.. Bülent Abla onu nasıl eleştirmiş diye pür dikkat kesiliyoruz. THY’deki ruj yasağını günlerce takip ediyoruz. Eli kanlı teröristleri, bilgisayarlı aktivist olarak hazmediyoruz. “Patlama oldu 50 kişi öldü” denilince “Ne var bunda? O kadar adam otobüs kazasında da ölüyor” diye tepki verebiliyoruz.
Maalesef!.. Yaşamın acı bir gerçeği yine karşımıza çıkıyor;
Filler tepişir, çimenler ezilir..
Yazıya, Başbuğ ATATÜRK’ün yaptığı tarihi uyarıyla nokta koyalım:
“Bir gün, Birinci Cihan Harbi’nden sonra Orta Doğu’da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz Cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil, emperyalist güçlerin yanında yer alırsa, aynı akıbete kendileri uğrayacaktır. Ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele haddini bildiren Türk halkı, onların da hakkından gelecektir..”
(Atatürk’ün 1923 yılında Amerikalı gazeteci Isaac F. Marcosson’la yaptığı röportajdan.)