Çık aradan "çakma devrimci"

“Saldırgan faşist çıktı” tertibinde rol almadık diye yer yerinden oynadı. Ne yani birkaç “milliyetçi kompleksi” sahibini tatmin etmek için, bu saatten sonra önce sağa, sonra sola talimi mi yapalım? Çık aradan çakma devrimci! Ulusun bütünlüğünde, devletin birliğinde, vatanın bölünmezliğinde birleşerek, karıştır-çatıştır tuzağına düşmemeyi öğrendi bu toplum...

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ye yönelik, hiçbir ideolojik yanı olmayan, tamamen şahsi meselesinden kaynaklandığı anlaşılan, anlatılan saldırıyı “milliyetçi şer güçler(!)”e maletme çabasının altındaki linç güdüsüne değinmiştik ya dün...
Hani kendisini “devrimci” olarak nitelendiren bazılarının, sırf saldırgan ile milliyetçiler / milliyetçilik arasında bağ kuramadıkları için, hatta Çelebi “devrim şehidi” olarak görkemli biçimde uğurlanmak ve sonrasında etinden, sütünden, derisinden diye tabir ettiğimiz sömürgenlikle ‘davaya hizmet etmek’ dururken, olaydan yaralı kurtulduğu için “Tüh ulan be” diye hayıflandıklarını yazmıştık ya...
Bir kesimin, infaz memurluğuna tayin kararnamesi sayacağını bile bileydi altına imzamızı koyduğumuz her satır.
Çelebi’nin uğradığı saldırıdan hastalıklı, sapkın, derin bir haz almamız gerektiğine dair saplantılarına yenilen bir kısım aklıevvel ile, ifade biçimimiz kanayan yaraya basılan tuz gibi acı verdiği için “canı yanan” bir başka kesim telefona sarılarak, yüzleşmeye cesaretleri yoksa e-posta yöntemiyle o bildik cümleyi tekrarlamaya başladılar: “Sizin gibi bir faşistten de ancak bu beklenirdi...”
“Sağcılar hep menfaat uğruna adam öldürmedi mi?..”
Bu yaftalama hızı bile, aslında tespit ve iddialarımızda ne kadar haklı olduğumuzu göstermiş oldu. Yazanın, çizenin, basanın eline sağlık!
Kimileri, işte bu kadar hazır değil mi “faşist” diye başlayıp “katil, zorba, yakılası, asılası, vurulası, bir avuç suda boğulası, aldığı nefes haram olası” diye saydırmaya. Yani tam da bahsettiğimiz türden bir lince.
Yalan mı yani? Çelebi can çekişirken birileri çoktan matbaacılar sitesinin yolunu tutmamış mıydı “Hepimiz Süleyman’ız” dövizleri bastırmak için?
“Bakın ben bir solcuyum, hepimiz düşündüğünüz gibi değiliz...” diyen okuyucuların hatırına yine izah ediyorum:
Solculara, devrimcilere, sosyalistlere kinle, birilerinin iddia ettiği gibi “içimizde biriktirdiklerimizi kusmak” üzere yazılmadı o satırlar.
Aksine “sol”u siyasi, ticari, toplumsal statü edinmek için bir çeşit “kaldıraç” olarak kullanan grubun kişisel bir hesaplaşmayı, siyasi bir davaya döndürebilmek için, siyaseten MHP’nin temsil ettiği “milliyetçilik” anlayışını benimsemiş kişilere nasıl “cüzzamlı” elbisesi biçtiğini göstermek istedik. “Dikkat milliyetçi var” kabalığında bir ötelemeyi yönlendiren nefreti hedef aldık.
Ne yani, birkaç milliyetçi kompleksi sahibi tatmin olsun diye “Görgü tanıklarına, emniyet müdürüne, valiye, bakana, gözünüze, kulağınıza inanmayın Çelebi’ye bir milliyetçi saldırdı” mı demeliydik?
Kendisini “sol”da konumlayan partilerin, sendikalar ve diğer sivil toplum örgütlerinin, eğer gerçekten “karanlık güçlerle” mücadele etmek istiyorlarsa, o güçleri legal bir siyasi yapının veya cumhuriyetin temellerini atmış bir fikir sisteminin içinde varsayarak taarruza geçmek yerine, mesela Bursa’da evinde öldürülen emekli Albay’ın gırtlağına saplanan merminin izinde aramaları gerekmez mi sorusunu gündeme getirdik sadece.
Florance Nigthingale’ın bahçesinde “Türkiye’yi karanlık yıllara sürükleyenlere...” lanet okuyanların kaçı o albayın ölümünün üzerindeki “aydınlığa düşen gölge”den rahatsız oldu? Kaç kişi sorguladı manşetlerde dahi barınamayan bu olayı?
Boşa yormayın kendinizi, “Hepimiz böyle değiliz” diye açıklama gayretine girişmeyin.
“Hepiniz” diye bir genellemem yok benim. Önyargım, saplantım, bonus gibi biriktirdiğim bir kin hesabım yok.
Bir zamanların efsane 68 kuşağı mensuplarından çoğu Amerikan emperyalizminin çıkar nöbetçisine dönüştü, ideal devlet idaresinin komünizmle mümkün olabileceğine inananlar liberalleşti, en güçlü holdinglerin CEO’ları eski sosyalistler, işi kapitalizmin ekmeğine yağ sürmek olan reklam sektöründe onlar var; halkı düşünmeden, sorgulamadan, tüketmeye sevk ediyorlar. Baksanıza IMF Başkanı sosyalist, Soros Marksist çıktı(!) Özetle eski çamlar bardak oldu...
Tıpkı Cengiz Çandar’ın, Hasan Cemal’in, Çetin, Ahmet, Mehmet... Altanlar’ın, Oral Çalışlar’ın, Murat Belge’nin Amerikancı olması gibi...
Bu gazeteyi okuyup “her türlü emperyalizme” karşı direnişine “evet budur” demiş bir sosyalist ile devşirilmişler kulübü üyelerini nasıl harmanlarım kafamda, ülkemin duygusu, algısı, ülküsü “üniter” insanlarını nasıl o “mozaik” in parçası sayarım...
Sahi siz “hepiniz” olabilir misiniz bunca sömürgenle?
Hem kime göre sağ? Sağımdakinin solundayken solda mı olurum, sağda mı(!)
Ortada bir zarf yoktu ama bolca pul yapıştıran çıktı anlayacağınız. Oysa biz sağımıza, solumuza bakmayı bırakıp, trafiğe kapalı yolda dümdüz yürümeye başlayalı çok oldu. Görüş mesafemiz açık.
Ulusun birliğinde, devletin bütünlüğünde, vatanın bölünmezliğinde, milli menfaatlerde el sıkışmışız çoktan. Varlığı “karıştır-çatıştır”a bağlı çakma devrimci çık aradan.
Bakın anladığını anlamayanlara da anlatmasını dilediğim bir okurumuz nasıl bir anısını paylaşmış: “80li yılların sonu gibiydi. DEV-GENÇ sorumlusunun (adı Bülent idi) bağımsız milletvekili adayı olduğunu gördüm. Hakkında methiyeler düzülmüştü gazetede. Uzun yıllar Belçika’da yaşamış. Elleri pamuk gibi ve tırnakları manikürlüydü. Yüzü gürbüz ve semirmiş. Türkiye’de hapishanelerde çileler çekmiş, işkenceler görmüş devrimcilerin reyini almaya aday olan bu şahıs bir daha ortalarda görülmedi...”
Dün eleştirdiklerim de ancak bu “solcu” okurumuz verdiği örnekteki “semirmiş” aday kadar sesi olabilirlerdi “solcu”ların.
Olmasını istedikleri ile “olan” arasındaki uçuruma düşmek kadar incitebilir dünkü satırlarımız insanları. O kadar.
Süleyman Çelebi’ye bir kere daha acil şifalar dilerim. Milliyetçiler “bu ülkenin” insanları için tehdit oluşturmaz ama Allah “devrimci”leri içlerindeki “vitrin sosyalizmi” yapan, linçten beslenen sözde solculardan korusun...

++++++

Delikanlıysan okey oynarken omuz at!
Eski RTÜK Başkanı Zahid Akman şimdi de kabadayılığa soyunmuş.
RTÜK’ün biri kadın iki CHP’li üyesine önce omuz, sonra da dayak atmaya kalkışmış...
Çünkü bu iki üye, Akman döneminde hazırlanan bir sözleşmeyi kabul etmeye yanaşmamış...
Adamdaki pervasızlığa bakın:
Almanya’daki Deniz Feneri davasında gırtlağına kadar çamura batmış...
Aynı kapsamda Türkiye’de de ciddi suçlamalarla karşı karşıya...
Ama tüm bunlar, onun umurunda bile değil!
Bağırıp çağırıyor, hakaret ediyor, yetmedi omuz atıyor...
Hem de kime?
Bir kadına!
İşin daha da korkuncu, bu ülkenin televizyon izleyicisinin ahlâkı, yıllardır bu adama emanet...
Ey mahalle kabadayısı:
Azıcık delikanlıysan okey oynadığın kahvede de birilerine omuz atsana...
Bak bakalım, o omzun yerinde kalıyor mu?
* Mustafa Mutlu / Vatan


++++++

Vatandaş nasıl çıldırdı?
Bence vatandaş, ne olduğunu bilmediği “açılımı” beş ay anlamadan konuşunca ilk depresyonu yaşadı.
Boş duvara uzun uzun bakması bu sıraya denk gelir.
Arkasından; ömrü simitle geçen vatandaş, “Bir simit alın, ekonomi düzelsin” reklamını seyretti.
O zaman göğsünde bir ağırlık hissetti...
Televizyonda Hasan Cemal’i dinlediğinde ise depresyon ilk belirtisini gösterdi ve vatandaş “Bana birşey oluyor...” dedi.
Tam o sırada Deniz Baykal’ı kayısı festivalinde gözleme yerken ve iktidara geldiklerinde cumhuriyetin temel ilkelerini geri getireceklerini söylerken gördü. Görünce çıldırmanın ilk işareti olarak kalkıp oynadı ve aynı zamanda bağırarak ağladı...
Televizyonda ise Cumhurbaşkanı konuşuyordu... “Hakikaten çok güzel bir noktadayız” dediğinde vatandaşta yutkunma zorluğu başladı ve sordu:
“Ben neredeyim...”
Arkasından Başbakan’ı gördü.
O, “Türkiye’miz daha da güzel olacak inşallah... Yıldız gibi parlama noktasındayız hamdolsun” diyordu.
Vatandaş o an ayak parmağını ağzına aldı...
Ve çıldırdı vatandaş...
Doktor hastasına tecavüz etti, öğretmen çocuğu ısırdı, polis esrar sattı, oğlan sevgilisinin kafasını kesti, baba evini yaktı, bıçağı olanlar bıçağı olmayanları kesti; silah, ateş, cinayet, intihar, ölüm, kan, revan...
Gazete başlığı attı o gün:
“Vatandaş çıldırdı?..”
* Bekir Coşkun / HaberTurk


++++++

İktidarın silahı elinde patlayacak
Tehlike gördüğü kişileri yasa dışı yöntemlerle zor duruma düşürenler aynı uygulama ile karşılaşırsa ne olacak?

Gücünü iktidardan alan kimi istihbarat kuruluşları hiçbir engel ve kural tanımadan insanları izleyerek, gerek özel gerekse kamusal alanda, aslında kimsenin suçlayamayacağı söz ve davranışlarını kayıt altına aldı. Hukuksal olarak geçerliliği olmayan, ancak bir suç oluşturmak için hedef belirlediğiniz ve kayıtları yorumladığınız anda her biri en azından kamuoyunun dikkatini çeken, şaşırtan, suç için karine oluşturan bu uygulama yandaş medyaya öncelikle sızdırılarak pek çok kişi hakkında dava açıldı.
“Teknik takibe” takılan, hakkında kayıtlar tutulan iktidar yanlısı bir kişi bile yok.
Özel sohbetlerde anlatılan pek çok iktidar mensubu macerasına tanık oldum. İş bitirici isimlerin nasıl “kafa kopardığını” sorsanız duyacaklarınızdan dudaklarınız uçuklar. Hukuku, insan hak ve özgürlüklerini ayaklar atına alarak, sırf tehlike olarak görünen kişileri yasa dışı yöntemlerle zor duruma düşürenler bir gün aynı uygulama ile karşılaşırsa ne olacak? Bir iktidar hedefe giden yolda hiçbir kural tanımazsa, gün gelir yol açılmış olduğu için aynı silah kendisini de vurur.
* Can Ataklı / Vatan


++++++

Hülyağ

Şakşakçılığın sonu
Demokratik açılıma destek verdiği söylenen, 3 Ekim’deki AKP Genel Kongresi’ne davet edilen Kevin Costner Ankara’ya bir teşekkür ve özür telgrafı dahi göndermedi. Yoksa Kevin Costner haberleri uçurma mıydı? Neyse... Boşluğu Hülya Avşar dolduruyor gibi...
Hülya Hanım önceki gece Habertürk’teki programda AKP şakşakçılığını öyle fazla kaçırdı ki, sonunda Prof. Yaşar Nuri Öztürk “Bunu daha önce de yaptın, sana yapmamanı söyledim. Beni kullanarak AKP’ye ve Recep Tayyip Erdoğan’a yağcılık yapma” dedi ve kalktı gitti.
* Melih Aşık / Milliyet


++++++

GÜNÜN SÖZÜ
Abdullah Gül, “Üniversiteler siyasi partilerin uzantısı olmamalı” demiş.
Cumhurbaşkanları da... Cumhurbaşkanları da...
* Fahrettin Fidan

++++++

Geç öten horoz “Al Capone” olur!
Mehmet Y. Yılmaz “Başbakan’ın yakın ahbabı”nın köşesinde “Doğan’dan sonra sırada Koç mu var?” diye yazmasını yorumlamış: “Sesimi çıkartmazsam hükümet bana dokunmaz diye düşünen büyük sermaye için bir uyarı işareti. Sermayeye el değiştiriyor”. Aynen söylediği gibi “Bu saatten sonra uyanmak ne işe yarar” Atalarımız keşke ancak “Al Capone’un tetikçisi”ne benzetildikten sonra, yani epey “geç öten horozlar” için de bir özlü söz miras bıraksaydı...

++++++

MİNİ YORUM
“Kazık dikseler seçilirmiş”

AKP MKYK listesindekilerin seçildikleri oy oranlarına dikkat çeken Abdurrahman Dilipak “Demek ki, oraya kazık dikseler o da yaklaşık bir oy alacaktı..” diye yazmış. Dilipak’ın iktidardaki monarklaşmaya gidişi, padişahlık alametlerini aniden keşfedişi ve tabanı tatmin etmeyen denge hesaplarına ateş püskürmesi, “Kazık bile yapmadılar” hayıflanması olarak okunabilir mi?

Yazarın Diğer Yazıları