Çığlıktan, çığlıklara
Cok önemli gördüğümüz bir mesele üzerinde durmak istiyoruz. Önce, “Vecibeleri; ahlakın, dürüstlüğün, nezaketin, namuslu birey olmanın önüne koyduk” diyen “İslamcı camiaya” mensup bir yazarımız ne diyor, ona bakalım:
“Lafı eğip bükmeden söyleyeyim: Şikayet ettiğimiz topluluğu bu hale biz getirdik. Yani İslamcı aydın, kanaat önderleri, cemaat liderleri, dindar siyasetçiler ve medya mensupları getirdi. İnsanları Müslüman veyahut “daha dindar” yapmak gibi bir vazife uydurduk. Dini ticarette, siyasette, eğitimde, insan ilişkilerinde görünür kılmaya çalışırken, pazara sürmüş olduk. Pazara sürülen din, bir değerler manzumesi olmaktan çıkarak ticari meta haline geldi. İnsanlara dinî değerleri içselleştirmeyi değil, hal ve hareketlerinde görünür kılmayı öğütledik. İslam’ın şartı olarak dürüstlüğü, hak yememeyi, ahlaklı olmayı, nezaketi değil; namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi öne çıkardık.
Vecibeleri; ahlakın, dürüstlüğün, nezaketin, namuslu birey olmanın önüne koyduk.
İbadet ettiklerine şahit olmadığımız kişileri dindar saymadık. Onların ahlakına kıymet vermedik. İçki içen komşumuzu aşağıladık ama bağış adı altında rüşvet alan bürokratı, sırf namaz kıldığı için görmezden geldik. Kumar oynayan arkadaşımızla ilişkimizi kestik. Fakat partimize, cemaatimize haksız kazanç elde eden ‘yol arkadaşlarımızı’ baş tacı ettik. Nüfuz kullanarak haksız kazanç elde eden iş adamlarımızın günahlarını fakirlerin sofralarında aklamalarını hoş gördük. Biz kendimiz iyi insan olmakla yükümlü olan kullar olduğumuz halde, insanlar hakkında hüküm verdik. Ne acıdır ki, kul değil, rab gibi tavır takınıp haddimizi aştık. Toplumu dindarlaştırmak, siyasi İslam bilincini artırmak için dernekler, cemaatler, siyasi partiler kurduk.
Tüm bu çarkın dönmesi için paraya ihtiyaç vardı. Dine hizmet bahanesiyle dinen uygun olmayan yöntemlerle paralar topladık. Allah rızası için topladığımız paraları, cemaatlerimizin büyümesi için harcadık. Topladığımız paralar sayesinde büyüdük, geliştik, yayıldık. En sonunda kazanımları korumak için dinî değerlerimizden, ahlaki hassasiyetlerimizden, dürüstlükten takiye yaparak, “hile-i şeriye” adı altında tavizler verdik.
Daha önceleri ‘dinî çıkar’ için başkalarına uyguladıkları gayriahlaki yöntem ve metotları şimdi kurumsal çıkar için birbirlerine uyguluyorlar. Görünen o ki toplumu daha dindar yapalım derken kendimizle beraber temiz saf Müslümanları da yozlaştırdık.
Kısacası çıktığımız bu yolda yenildik. Çamura saplandık. Çünkü benimsediğimiz dindarlıkla itiraz ettiğimiz dünyaya gurur duyacağımız bir ahlaki standartlar sunamadık. İnsanlığa bir değer katamadık. İmrenilecek bir dürüstlük örneği gösteremedik.
İç barışın çimentosu olması gereken din, bizim elimizde ayrışmanın, çatışmanın, kavganın aracı haline geldi. Biliyorum bu, bugünün sorunu değil. Abbasilerden, Emevilerden gelen bir tartışma. Fakat bu gidişatı tersine çevirebilirdik. Tarihte de örnekleri görülen bu yozlaşmaya kendi dönemimizde engel olabilirdik. Fakat olamadık. Bu asrın Müslümanları bu dünyaya bir değer katamadı. Hepimize geçmiş olsun.” (Levent Gültekin 7 Şubat 2014)
Bu özeleştiriyi, namuslu bir aydına yakışan samimi, cesur ve hayırlı bir çığlık olarak görüyoruz. Yazıda, asırlardır çeşitli zihniyetlere bölünmüşlükten kurtulamayan düşünce ve kültür hayatımızın bir parçası olan “İslamcı” kesime ait yozlaşma, sebepleri, sonuçları ile açık bir şekilde ortaya konmaktadır.
Bu vesileyle, Türk Milletine kastetmeyen bütün zihniyet gruplarına seslenmek isteriz. Şöyle ki:
1) Benzer çığlıklar her kesimden yükselmeli. 2) Hiçbir kesimin yüzde yüz haklı veya haksız olamayacağı, 3) Herkesin aynı milletin eşit evlatları olduğu, 3) Zihniyet grupları arasındaki sonu gelmez çatışmaların, ülkemize ağır zararlar vermeye devam ettiği, 4) Milleti ve ümmeti bölen bu “zehirli tuzak” tan kurtulmadıkça, bir gelecekten bahsedilemeyeceği, 5) Türk Milletini meydana getiren unsurların bütününü değil de, sadece birini esas almakla dar bir alana sıkışarak kısırlaşıp yozlaştığımız, 6) Devleti, ümmetin değil, sosyolojik bir varlık olan milletin kurduğu, 7) Kültür, medeniyet, dil, din, hukuk, vatan, tarih gibi büyük boyutlu unsurların, birbiriyle kaynaşmış, ayrıştırılamaz, her bireyi kuşatan milli ve manevi ruh ve şuurun terkibine millet denildiği, 8) Bunun için de, geçmişte olduğu gibi gelecekte de kutlu hedeflerimize ulaşmak için, parçaların tamamını temsil eden bütünden hareket etmenin şart olduğu, O bütünün de Türk Milletinden başka bir şey olamayacağı kabul edilmelidir.
Çığlıklar, çığlıklara dönüşür, varlığımızın bu temellerinden hareket edilirse, hiç şüphe etmiyoruz ki, insanlığın da kurtuluşuna hizmet edecek muhteşem bir medeniyet yeniden inşa edilecektir.