Cari açık nasıl önlenir? (20 Mart 2013)

Türkiye de cari işlemler açığı yönetilebilir mi, şeklinde çelişkili bir tartışma var? Cari açık, bir ülkenin dış ekonomik ilişkilerden dolayı katlandığı kaynak kaybıdır. Bu kaynak kaybı tek bir şart altında zararsız olabilir... Eğer cari açığın finansmanı doğrudan ve yeni yabancı sermaye yatırımları ile yapılıyorsa, bu takdirde cari açıktan doğan kaynak kaybı, potansiyel üretim artışı, istihdam artışı ve büyüme ile telafi edilir. Cari açığın finanse ediliyor olması veya cari açıkla yaşanması kaybın olmadığını göstermez. Tartışılması gereken bugünkü şartlarda cari açığın nasıl önleneceğidir.
Cari açığın önlenmesi, iktisat politikalarında, faiz ve kur politikasında, köklü değişiklikler gerektirir. Bugünkü küresel süreçte hiçbir ekonomide, dışa kapalı veya ithal ikameci politikalar uygulanmasına imkan yoktur. Buna rağmen Türkiye’nin cari açık kıskacından kurtulması için sanayide kullandığı ithal ara malı ve hammadde payını en aza düşürmesi gerekir.
Sıcak paranın yarattığı kur baskısını düşürmek için yapılan öneriler arasında, kısa vadeli sermaye girişlerinden vergi alınması (tobin vergisi) doğru sonuç vermez. Çünkü böyle bir uygulama reel faizleri artırır. Ekonomide kırılganlık ve yüksek riskten dolayı alınacak tobin vergisi faizlere yansır. Kaldı ki uluslararası anlaşmalar ve AB mevzuatı kısa vadeli sermaye girişi üstüne vergi koymayı engeller.
Makro politikalar yoluyla toplam talebin kısılarak, ithalatın kısılması önerisi ise, gerçek durumu yansıtmaktan uzaktır. Mamafih 2012’de, daraltıcı önlemlere rağmen cari açık yüksek oldu.
Tek çıkış yolu, reel kuru gözetmek olacaktır. Şubat 2013 itibariyle MB’nin reel kur endeksi 120’dir. Aşırı değerli TL, Türkiye’nin dış rekabet gücünü düşürüyor, ithalatı cazip ihracatı ise zor kılıyor. Reel kur dengesinin gözetilmesi halinde, yine belirli bir zaman içinde TL’nin değerinin düşürülmesi yani tedrici bir devalüasyon öngörülebilir.
Uluslararası fiyatlar, ödemeler dengesini belirleyen temel değişkenlerdir. Bu nedenle cari işlemler açığını çözmek için nominal döviz kurunun devalüasyon yoluyla reel döviz kuru olarak düzeltilmesi kaçınılmazdır. Kısaca yurt dışı fiyat artışı ile yurt içi fiyat aratışı arasındaki farkın, kur üzerindeki etkilerini ortadan kaldırmak gerekir.
Kur artışı, paralel bir iktisat politikası çerçevesinde yapılırsa ve ayrıca iç ve dış talep elastikiyetinin uygun olması halinde, cari açığın düşmesine imkan sağlar.
2013 yılı ilk üç aylık dönemdeki dolar kurunu kriter alarak Türkiye için bir örnek verirsek; Şubat ayında Merkez Bankası reel kur endeksi 120’dir. Demek ki doların reel kuru 2.16 liradır. Eğer dolar 2.16 lira olursa, uluslararası piyasalarda daha önce bir dolara satılan bir ihracat malının fiyatı devalüasyon oranında yani 83 cent’e düşecektir. Buna karşılık, yurt içinde 1.80 liraya satılan bir dolarlık ithal malının fiyatı da 2.16 liraya yükselecektir.
Kur dengesi dış ticaret dengesini sağlar... Oysa ki cari işlemler dengesini etkileyen dış ticaret dışında, hizmetler dengesi ve gelir dengesi de vardır. Ancak Türkiye’de ödemeler dengesi içinde her zaman dış ticaret açığı cari açıktan daha büyük ve cari işlemler açığının temel belirleyicisi olmuştur. Bu nedenle dış ticaret dengesinin düzelmesi otomatik olarak cari işlemler dengesini de düzeltecektir.
Kur artışı halinde, iç talep esnekliği ne kadar yüksekse, ithal mallarına talep azalacak ve döviz tasarrufu sağlanacaktır. Buna karşılık dış talep elastikiyeti de yüksekse, ihracat döviz gelirleri aratacaktır.
Öte yandan, devalüasyonun yurt içi fiyat artışına neden olmaması gerekir. Eğer talep elastik değilse ve piyasada monopol yapılar varsa, kur artışı tamamen veya kısmen fiyat artışı olarak yansıtılabilir.
Kur artışına paralel olarak, fiyat artışını önlemek için likiditeyi artırmaktan, genişletici mali politikalar uygulamaktan kaçınmak gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları