‘Çankaya Savaşı’ bölünmenin başlangıcı mı olacak?
Hayat-memat süreci olarak yaşayacağı bir dört yıl bekliyor Türkiye’yi.
Mahallî seçimlerden aldığı oyun bile keyiflendirmediği, aldığı oyun bile teskin etmediği, aldığı oyun bile itidâl kazandırmadığı, aldığı oyun bile sükûna kavuşturmadığı, aldığı oyun bile inşirah vermediği, aldığı oyun bile nefretini, kinini, öfkesini dindirmediği, aldığı oyun bile hırslarına gem vurmadığı bir Başbakan tarafından yönetilen Türkiye’nin birkaç sonra, yasama-yürütme-yargı erklerini kendi uhdesinde, kendi kontrolünde, kendi emirleri doğrultusunda yönetmeyi ihtiras hâline getiren bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetilme ihtimâli ve projesi psikolojik harp olarak güçlendiriliyor...
Medya, kamuoyu araştırma şirketleri ve iktidar üçgeni arasındaki tüm projeksiyonlar Başbakan Erdoğan’ın Çankaya yolunun nasıl açılacağının üzerine kurgulanmakta...
Erdoğan’ın Çankaya yolundaki kilit seçmenin BDP seçmeni olduğu gerçeği, önümüzdeki dört yılın nelere gebe olduğunun da en açık göstergesi...
Güneydoğu’nun KCK’nın ve PKK’nın gençlik örgütlenmelerine terk edildiği, şehir merkezlerinde bu örgütlerin kimlik kontrolleri yaptığı haberleri artık neredeyse üçüncü sayfa haberlerine dönüşmekte ve halkın zihninde normalleştirilmekte.
BDP’li Kışanak’ın, “Diyarbakır’da kaç petrol kuyusu var, ne kadar üretim yapılıyor, nereye gidiyor, geçmişte ağır çevre faturası vardı, onun durumunu araştırıyoruz. İçme kuyularını kirlettiği yönünde çok ciddi iddialar vardı. Petrol ekonominin ana dinamosudur ama oraya enerji gidiyor, bize kirliliği kalıyor. Elektrik gidiyor borç kalıyor, petrol gidiyor sularımız kirleniyor. Bunu ne Allah kabul eder, ne kul kabul eder, ne demokrasi kabul eder. Kaynaklarını ver ben götüreyim, ne kadar ağır faturası varsa kalsın, bunu kimse kabul etmez, kesinlikle petrolden pay istiyoruz, yereldeki tüm enerji kaynaklarından, yeraltı, yerüstü zenginliklerinden, ekonomik varlıklardan, yerelin pay alması lazım” şeklindeki beyânı ve “Demokratik özerklikle ilgili adımlarımızı atmaya başladık” sözleri Çankaya’ya Erdoğan’ın çıkması hâlinde Türkiye’yi nelerin beklediğinin alenî ipuçları.
Bekir Bozdağ’ın, Yargıtay’ın iş gücünü azaltacağı şeklinde bir hukuk devrimi gibi sunduğu ‘istinaf mahkemeleri’nin ‘en yakın zamanda’ faaliyete geçeceğini açıklaması, yine Güneydoğu’da BDP’lilerin artık ‘kazanılmış hak’ olarak bahsettikleri ‘özerklik’ hedeflerinde önemli bir kilometre taşı olacağı yine ayrı bir vâkıa olarak ortada duruyor...
Barzani’nin ‘Açılım süreci sonunda Öcalan serbest kalacak’ vaadi de bütün bunların üzerine ‘Çankaya cilâsı’ olarak çekiliyor...
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye için yalnızca bir cumhurbaşkanlığı seçimi değildir.
Tarihî bir makasın eşiğinde Türkiye...
12 yıllık Tayyip Erdoğan iktidarındaki duble yol fetişinin vardığı yer kalkınmış Türkiye değil, bölünmüş Türkiye olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın Çankaya yolundaki değneği BDP olacaksa eğer, bilmeliyiz ki bunun diyetini çok ağır ödeyecektir Türkiye. Bölünmeye karşı geliştirilecek her türlü itiraz, “Bakın artık şehit cenâzesi gelmiyor, siz yine kan mı aksın istiyorsunuz?” şeklindeki ahlâksız soruyla etkisizleştirilecek ve Güneydoğu’da ‘fiilen’ hayata geçirilen ‘özerklik’ resmiyet kazanacaktır ve bunun sonrası da artık çorap söküğü gibi gelecektir.
Bütün bu sürecin devrilen ilk domino taşı Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı olacak ve ardında tükenmeyen menfaatlerin aynı safta hizaladığı kadrolarla tahkim edilmiş, kolonları ve kirişleri sağlamlaştırılmış bir AKP Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını da aynı şekilde tahkim edecek, yetkilerini genişletecek, ülkenin kaderini onun iki dudağının arasına hapsedecek, mahkûm edecektir...
Ve bütün bunlar, bir tek Türk’ün bile bir tek Kürt’le yaşamadığı yalnızca PKK ve terör rantıyla beslenen odaklar arasındaki bir savaşın PKK açısından zaferi olarak yazılacaktır tarihe...
Ve bütün bunlar, PKK terörünün dağda kan dökerek başaramadığı bölünmeyi Ankara’da kirli pazarlıklarla nasıl başardığının tarihi olarak yazılacaktır...
Ve bütün bunlar, duble yollara, kredi kartı taksitlerine, başörtüsü ticaretine, peygamber hırkası pazarlamasına, traji-komik Ortadoğu liderliğine, iç kaldıran “one minute” gösterisine, akıllara durgunluk veren “..t kılı’ bağlılığına ve Demirel’e nal toplatan bir popülizme gönüllü kurban olan bir Türkiye’nin hikâyesi olacaktır...
Bütün bunların karşısında kim mi durabilir?
Tabii ki muhalefet...
Hangi muhalefet?
Bu da bir başka yazının konusu...