Canınız mı yandı kardeş!..
Ümraniye Davası’nda, “iddia”ların üzerine balıklama atlayıp “öteki” gazetecileri anında linç eden yandaş medya, benzer muameleye kendi arkadaşları maruz kalınca Yaradan’a sığınıp feryadı bastı
Biz “savunma hakkı kutsaldır” derken, onlar gazete kağıtlarından savcı cüppesi yapıp, kendilerini “iddia makamı”yla özdeşleştirmeyi tercih etmişlerdi. Şimdi “onlardan biri” oturuyor sanık sandalyesinde. Veryansın ediyorlar; hem “arkadaşları” hakkında yazılıp çizilenlere, hem daha düne kadar manzarasını leb-i derya varsaydıkları iddia makamına...
Kendilerini adaletin tecellisine adadıkları için mi?
Aylardır yaptığımız gözlemlere dayanarak rahatlıkla diyebilirim ki;
Tenzili rütbe ile temsili savcılıktan, temsili savunma avukatlığına dönüşlerinin (onlar savcılığı zalim sultanlıkla karıştırıyorlardı) tek nedeni, kendilerinden birinin, Vatan Gazetesi İnternet Sitesi Genel Yayın Yönetmeni Aylin Duruoğlu’nun da söz konusu davada 15 yıl hapis istemiyle yargılanacak olması.
Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır, NTV’deki Yazı İşleri programında, İsmet Berkan ile birlikte iddianamedeki tutarsızlıklara isyan ettiler dün. Hata Vatan yazarı Çakır, bir ara kendini tutamayarak “Allah kimseyi gazetecilerin eline düşürmesin” bile dedi. Öyle ya, dünkü Yenişafak birinci sayfasına arkadaşlarının kocaman bir resmini basmış ve “250 bin dolar nerden geldi” manşetini atmıştı.
Oysa Yenişafak’ın “tarzı” yeni değildi. Ümraniye Davası’da da, hatta soruşturma sürerken başka insanlarının “arkadaşları”nı, “çocukları”nı, “anneleri”ni, “babaları”nı, “meslektaşları”nı, “eşleri”ni çok daha acımasız manşetlerlerle, soru kalıbında bile değil, direk hüküm vererek “terörist” diye, “katil” diye, “darbeci” diye kapak yapmıştı bu medya. Dünü, yeni - farklı kılan tek şey Çakır’ın isyanıydı. Programında aylarca, sadece o linç kampanyalarının yönetmenlerini ağırlayan, sadece temsili iddia makamına söz veren, savunma hakkını yok sayan Çakır, doğruluğu kanıtlanmamış iddialarla linç edilen arkadaşının hakkını arıyordu çünkü.
Duruoğlu suçlu mu, değil mi bilmiyoruz. Tıpkı Vedat Yenerer’in, İlhan Selçuk’un, Sevgi Erenol’un, Mustafa Balbay’ın, Kemal Kerinçsiz’in, Hurşit Tolon’un, Muzaffer Tekin’in, Doğu Perinçek’in, Yalçın Küçük’ün... ve diğerlerinin suçlu olup olmadığını bilmediğimiz gibi.
Biz (yargı aşamasındaki konulara ilgisi gazetecilik sınırlarında kalanlar) bırakın şüpheli veya sanıklar hakkındaki iddiaları çürütmeye çalışmayı, sadece usul yönünden yapılan hataları, insan hakkı ve hukuk ihlallerini dile getirdiğimizde, bizi “Ergenekoncu” ihlal eden bu arkadaşlar “karargahçı” mı oldular şimdi?
Dün Taraf’takiler de birden pek “vicdanlı abi” kesilmişlerdi.
Düne kadar “Ergenekoncunun arkadaşı da, hatta selam verdiği de ergenekoncudur” ilkesiyle hareket eden Taraf dün Duruoğlu’nu savunmak için hakkındaki tek suçlamanın “arkadaşlık bağı” olduğunu hatırlatmıştı. Aylarca neyle suçlandığını öğrenmek için bekleyen insanların temek hak ve özgürlüklerinin çiğnenmesine bırakın itirazı, çanak tutan Taraf birden delillerin iddiaları doğrulamakta yetersiz kaldığını söylemeye başladı.
Oysa şimdi onlara yakışan örgüt şemaları sızdırmak, Duruoğlu’nun arkadaşı ile yediği yemeğin fotoğrafını basıp “işte eylemin planlandığı yemek” manşetleri atmaktı.
Kılıçtan keskin kalemleri neden törpülendi dersiniz? Neden sustu linç korosu? Neden “linç başa gelmeden”, benzer muamele kendi arkadaşlarına yapılmadan, sadece gazeteci kimliklerinin gereği olarak savunamadılar hukukun üstünlüğünü, medya ve yargının bağımsız/tarafsızlığını?
Devrimci Karargah İddianamesi’nin kabul edilmesinden sonra, Yenişafak gazeteci Duruoğlu’nu kapak yaptı. Taraf ise iddianameyi eleştirdi
++++++
Baskın Oran’ın marazlı fanatizmi
Ulusal devlet (ulus-devlet), üniter devlet konularında bilgi edinmek isteyen kimse neden fanatik Baskın Oran’ı okusun?
Kürtçülerin iddialarını kanıtlamak uğruna gerçek ve doğruları kanırtan biri okunacağına, ders kitabı söylemiyle yazılmış nesnel metinleri okumak akıl ve ruh sağlığına yararlı olur.
Ama ben Baskın Oran’ı neşelenmek için okudum: 6.11.04 tarihli (“Fransa’da Frank diye bir ırk yokmuş”) başlıklı yazımda muhterem profesörün bazı kavramları nasıl saptırdığını yazmıştım. Merak eden okur!
Bilimsel ciddiyetten yoksun
Baskın Oran’ın bir portresini çizeceğim,
bilimsel ciddiyetten yoksun olduğunu göstereceğim.
Baskın Oran 28 Mart 2003 tarihinde yapılan değişiklikle Fransız Anayasası’na giren “Yersel Yönetim” ile ilgili maddeleri densiz bir öfkeyle Türkiye’nin başına kakıyor. Türkiye, Fransa’nın denizötesi toprağı mı ki 6 yıl önce çıkmış maddeleri hemen anayasasına alsın? Şımarık çocuk mantığı. Ancak aynı anayasanın 72. maddesinin son fıkrası bu mantığın suratına şamar gibi iniyor: “Yersel yönetimlerde ulusal çıkarları korumakla, yönetimsel denetimle ve yasaya saygıyı sağlamakla devlet temsilcileri görevlidir.”
Hay Allah!
Yersel yönetimlerde bir de ulusal çıkarları korumak diye bir şey varmış. Demek ki emanet anayasa ile gerdeğe girilmezmiş!
Ayrıca Fransız Anayasası’nda, Baskın Oran’ın ileri sürdüğü gibi (07.09.09) “Fransa dilleri” (Les langues de la France “ diye bir ekleme yok. Baskın Oran bunu da uydurmuş!
* Özdemir İnce / Hürriyet
++++++
Yeni sektör: protestoculuk
Birgün editörü Selçuk Özbek’in IMF Başkanı’na ayakkabı fırlatmasını köşe yazarları farklı biçimlerde yorumladılar.
Vatan yazarı Necati Doğru “Öfke baldan tatlıdır, Selçuk Özbek, öfkesinde haklıdır” diyerek eyleme destek verirken Hürriyet yazarı Mehmet Y.Yılmaz “fikrini söyleyen birine karşı şiddet”in bir gazeteciye yakışmadığını söyledi.
Eleştirilerin ortak noktası eylemin “taklit” oluşuydı. Ahmet Hakan “Taklit aslını yaşatır” derken, Fatih Altaylı “Ayakkabı protestonun konseptine uymuyor. İsabet tam rezalet. Türkiye’de solun sorunu bu. Hem özgün fikir geliştiremiyorlar, hem hedefi bulamıyorlar” yazdı.
IMF Başkanı’na çanak soru soran öğrenciler üzerinde durmayı tercih eden Vatan yazarı Mustafa Mutlu’ya göre, haksızlıklara gözlerini kapatan bu grubu şöyle bir gelecek bekliyor: “Yabancı okullardan davet alıp, yurt dışına gidecekler. Döndüklerinde büyük şirketlerin koltuklarına “yönetici” olarak oturacaklar. Ülkelerinde ve dünyada yaşananlara aldırmayıp, kendi cukkalarını doldurmaya bakacaklar. Ölünce de arkalarından şu sözler edilecek: İnsanca yaşadı. Ama insanlık için yaşayamadı...”
Dün bunlardan ziyade Birgün’ün manşeti merak ediliyordu. Gazete çıktığı günden bu yana ilk defa sektörün “en merak edilen”i oldu. Bunun farkındalığıyla olmalı, şöhretin ilk gününe artistik bir “merhaba”yı tercih etti. Birinci sayfayı “reklam afişi”ne dönüştürerek çıktı. Oysa “tüketicilerin tercihlerini etkileyerek kendi malına yönelik istemi artırmak için” başvurulan reklam tamamen kapitalist bir etkinlik değil mi?
Nitekim eylemin iki kahramanın “maksadımıza ulaştık” anlamındaki açıklamaları da hedeflenenin reklamdan ibaret olduğunu destekler nitelikteydi: “Ses getirdik”. Tokmağı davula indirince de ses geliyor da, içi boş!
Reklam yerine bu “sosyalist” gazeteye IMF’nin sömürgeci politikalarına karşı, öğretisini tanıtıcı bir propaganda yakışmaz mıydı?En azından yapılan şey gerçek manada bir karşı çıkma/ protesto olabilmeliydi.
Peki olan neydi?
Cumhurbaşkanı’nın açılımcı konuşmasının yansımaları gündemi değiştirmeseydi, ilk baskı için hazırlaıdğımız manşetimiz herşeyi anlatacaktı! Kısmet bugüneymiş...
Not: Madem sosyalizm de emperyalizmin konu mankenliğine devşiriliyor “patronlar”a tavsiye: Sömürgeleşmeye açık ülkeler için “protesto ürünleri” satan mağazalar zinciri oluşturun. Bir dönem revaçta olan şaka mağazaları gibi. Belki fikri güdülerin eksik kaldığı yerde ödeyeceğiniz maaş devreye girerse, tasarımcılarınız özgün protesto yöntem ve malzemeleri geliştirilir ve işgal altındaki toplumları gülünç duruma düşmekten kurtarır...
++++++
Utanmaz olmaya lüzum yok
Başını önüne eğmiş, elini yüzüne kapatmış, parmaklarının arasından önüne bakan birisini görürseniz köprünün üzerinde, işte odur:
“Utanmaz...”
‘Karşı çıktın mı?..”
“Neye?..
“Köprüye...”
“Çıktıydık...”
“Utanmadan bir de üzerinden geçiyorsun...”
“..........?”
“İn aşağı...”
“Arabadan mı?..”
“Hayır
köprüden...”
İktidar yandaşlığına geçiş sağlayan bir tür “Siyasi Sırat Köprüsü” haline gelecek olan üçüncü köprüye karşı çıkmamalısınız... Utanmazlığın lüzumu yok...
* Bekir Coşkun / HaberTurk
++++++
Anayasa’yı çiğneyen iktidarı neden görmezsiniz?
Baskın Oran silahlı tehdit olayını dün Hasan Cemal’e anlatıyor. Söz hemen peşinden bize bağlanıyor. Baskın Oran:
- Peki, mektep - medrese görmüş olanlara ne demeli? diye sorduktan sonra sözü bizim bu sütunda sorduğumuz soruya getiriyor.
“Bolu Valisi siyasal demeç vermişti, onun hakkında da suç duyurusunda bulundunuz mu?” diye sormuştuk...
Baskın:
- Silahlı ile silahsız arasında fark gözetmediği ortaya çıkıyor, demiş, ne söylediği önemli değil. Siyaset yapıp yapmadığı önemli. Sırtında üniforma, belinde silah, siyaset yapacak. Yok öyle şey...
Bir; Baskın Oran’ları ölümle tehdit edenler ile bizim sütundaki üç satır yazıyı aynı kefeye koymak çok ucuz bir numara olmuş...
İki: Memurun silahlısı da silahsızı da siyaset yapamaz... Bolu Valisi olsun Tunceli Valisi olsun açıkça particilik yaptılar. İktidar sabah akşam hukuku, laikliği, Anayasa’yı çiğniyor. Siz hukuka çok bağlıysanız bunları neden görmezsiniz...
Üç: Bir siyasetçi ve arkadaşlarınının suç duyurusu yapma hakkı olduğuna göre bizim de onların niyetini ve siyasetini sorgulama hakkımız elbet olacaktır.
Dört: Askerler kendi alanlarında konuşma yaparken siyasete kayabilirler. İngiltere Genelkurmay Başkanı Sir Richard Dannatt’ın İngiliz hükümetinin Afganistan politikasını eleştiren ağır sözlerini 12 Temmuz tarihli İngiliz gazetelerinde bulabilirsiniz.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
HÜKÜM
Kanka hakları mahkemesi
Muhalefetin iktidarların her yaptığına karşı çıkmasına alıştık da, cumhurbaşkanının çizdiği ‘Türkiye tablosu’na neden itiraz edildiğini anlamak çok güç.
Olacak şey değil...
* Fehmi Koru / Yenişafak
++++++
GÜNÜN TAVSİYESİ
Yılmaz Özdil DTP’lileri polise vermek istemeyen iktidara, “yokunulmazlık, akçeli işlerden yargılanması gereken vekillere “utanılmazlık” verilmesini tavsiye etti.
++++++
MİNİ YORUM
Gelen gideni aratırsa...
Yeni Milliyet’in ilk icraatı Taraf açılımı yapmak oldu. Ahmet Altan’ın önceki gün Taraf’ta yayımlanan ve Diyarbakır’da havan mermisiyle öldüğü iddia edilen Ceylan’dan bahsettiği yazısını “aynen” yayımlama kararı alan gazete, bunu birinci sayfasından da anonsladı. Altan, Hasan Cemal’in üstüne yakışmıştı yakışmasına ama, Milliyet gibi köklü bir gazetenin, tavır koymak istediği herhangi bir konuda Altan’ın satırlarına sığınması garip. Hatta esef verici.