Canımıza kast ediyorlar
Apo’yu Türkiye’ye getirenler Ergenekoncu diye içeriye atılıyorsa, siperde çöken Başbakan’ın yanında ayakta duran komutan hakkında ‘darbeci’ diye hapis kararı veriliyorsa, elekten geçirilen TSK nasıl korur bu toprağı.
Artık hiçbirimiz TSK’dan terörle mücadele konusunda bir başarı beklemeyelim. Eskiden ordu zafiyet içinde olduğunda eleştiriyorduk. Şimdi eleştiri hakkımız da ortadan kalktı.
Muhalefet kanalları tıkalı
Anlaşılan ellerinde olsa neredeyse Türk Ordusu’nu tamamen tasfiye edecekler, Türkiye’nin kendini savunmasını ortadan kaldıracaklar. Can güvenliğimizi tamamen tehlikeye atacaklar...
İster misiniz, en iyisi orduyu toptan kaldıralım. Terörist ülkelere vize kaldıran yeni dış politikamızın devamı olarak PKK’ya topraklarımızı açalım... İşte açılım böylece tamamlanmış olur.
102 komutan hakkında verilen bu abartılı hapis kararı TSK’nın tasfiye süreci değil de nedir? Bu davada ölçünün kaçtığı, topraklarında savaş halinde olan bir ülkenin ordusuna böylesi bir kararın vereceği zarar hesap edilmiyor mu?
Muhalefet kanallarının tamamen tıkandığı Türkiye’de Türk Ordusu uluslararası bir ’yeniden tasarım’ projesine tek başına karşı çıkıyor. ’Hasan Cemal-Mehmet Altan Medyası’nın gür sesine karşı Türkiye’nin renkli devrimlerle yeniden şekillendirilmesine, molla rejimine, sınırlarının Washington’da bir ofisten çizilmesine karşı duruyor.
Sonunda PKK’lı da yaptılar
Dört bir yandan kuşatma altında. Karargahına giriliyor, ses kayıtları sızdırılıyor, gerçekliği tartışmalı belgelerle vuruluyor.
Bu psikolojik savaş o kadar çirkinleşti ki iş en son Genelkurmay Başkanı’nın oğlunun PKK’lı olduğu iddia edilen biriyle arkadaş gibi gösterilmesine kadar vardı. PKK’yla TSK’nın işbirliği içinde olduğunu öne sürmeye bile başladılar.
Ne ilginç ki Başbuğ’un oğluyla beraber fotoğrafı bulunan kişi isimsiz bir ihbar üzerine bir günde soruşturmaya dahil ediliyor, aniden PKK’lı diye yaftalanıyor!
Tuhaflıklar bu kadar da değil: Bilgisayarında PKK’ya dair -herkesin ulaşabileceği- dosyalar bulunuyor ama bu dosyalardan birinin indirildiği tarihte söz konusu şahıs hastanede çıkıyor!
On binlerce telefon konuşmasında aynı şahsın söz konusu iddianamedeki diğer sanıklarla bir tane bile görüşmesi yok!
Bu çarpık yaftalamaya, birbiriyle tutarsız ayrıntılara ise hiç kimse değinmiyor... Amaç sadece ’çamur at izi kalsın’ mantığını uygulamak... Bu belaltı taktiklerle halkın askere güvenini yok etmeye çalışmak... İlk günden beri adım adım işledikleri aynı stratejiyi uyguluyorlar.
Yıpranmanın yansımasıymış
İyi de bu ordu zaten hepimizin güvenliği için savaşmıyor mu bu ülkede?
Şimdi bir de hükümetle mi savaşmaya çalışacak...
Savaşan bir orduya uygulanan bu taktikler, ordunun zafiyete düşürülmesi, zayıflatılması hepimizin can güvenliğini tehlikeye atmak değil mi?
Ve şimdi biz karargahına girilmiş, komutanları içeriye atılmış ordudan nasıl savaşmasını, bizi korumasını bekleriz biri bana söylesin. Öyle anlaşılıyor ki ’Çoban diye ateş açmadık’ ya da ’Askerler kendi mayınlarına basıp öldüler’ gibi zafiyet açıklamaları bu şaşkınlığın, bu taktiklerin yarattığı yıpranmanın yansımalarıymış...
Apo’yu Türkiye’ye getirenler Ergenekoncu diye içeriye atılıyorsa... Siperde çöken Başbakan’ın yanında ayakta duran komutan hakkında ’darbeci’ diye hapis kararı veriliyorsa... Bu ülkeye hizmet etmiş komutanlara ’kaçakmış’ gibi haklarında ’yakalama’ emri çıkıyorsa...
Elekten geçirilen Türk Silahlı Kuvvetleri nasıl korur bu toprağı, nasıl mücadele eder dağdaki teröristle, nasıl vatandaşının can güvenliğini korur?
Bu işin sonu nereye varır bilmiyorum. Türkiye üzerine tahminler yürütmekten, umut etmekten de epey zaman önce vazgeçtim.
Ama bir şeyden eminim: Bu şebekenin operasyonları bir gün gelecek ve geri tepecek. Tasarlayanların ellerinde patlayacak. O gün ne zaman gelecek bilmiyorum ama o günün geleceğini biliyorum.
Oray Eğin / Akşam
+++
Çeyrek porsiyon aydınların dönüşüne az kaldı
Büyük Fransız ihtilalinin önde gelenlerinden Marat, hemen her devrimcinin başına gelenlerden mahkemede yargılanıyor, suçu: “devrime ihanet...”
İhtilal mahkemesinin yargıcı Marat’a sorar:
“Suç ortaklarınız kimdi?”
“Başarıya ulaşsaydık, bütün Fransa halkıyla, siz de suç ortaklarım arasında olacaktınız. Ama şimdi yalnızım, tek suçlu benim!”
***
ya Kemal, arkadaşlarıyla Ankara-İstanbul treninin yemekli vagonunda oturuyormuş, sohbet sırasında biri sormuş:
“Üstat, Türkiye’de kaç tane aydın vardır?”
Yahya Kemal, hemen cevap vermiş:
“İki vagon dolusu! Vagonlardan biri Ankara’dan Haydarpaşa’ya giderken öbürü de Haydarpaşa’dan Ankara’ya döner.”
***
dın” denince, çeşit çeşit aydın vardır,
“Yarım aydın” dan “çeyrek porsiyon aydın”a kadar.
“Yarım porsiyon” da rahmetli Cem Karaca’nın deyimidir.
Onlarla dalga geçer:
“Her zaman ki köşenizde
Her zaman ki barımızda
Önünüzde viski ve havuç
ve bir eliniz çenenizde
Kaşınız hafifçe yukarıda
Bakışlarınız ne kadar ilginç
Hiçbir şey üretmeden sadece eleştirirsiniz
Sinemadan siz anlarsınız
Tiyatrodan, müzikten
Heykel, resim, edebiyat sorulmalı sizden
Ekmeğin fiyatını bilmezsiniz
ama ekonomik politika
Karılarınızı döverken siz
ne kadar bilimselsiniz
Bu yaz yine güneydeydiniz
Bol rakı, güneş ve deniz
Her şey harikaydı, ancak yerli halkı beğenmediniz
Burada orada aynı barlar
Hep o yarım porsiyon aydınlık
Aynı çehreler aynı laflar
Vallahi hiç değişmemişsiniz.”
Diyeceksiniz bunları yazmanın
sırası mı?
Hiç sırası olmaz mı?
Dönüşlerine az kaldı, hazır olun!
Referanduma yetişir, kim bilir ne ahkâm keserler.
Hiç olmazsa, televizyonların “demirbaş” malları değişir.
Hasan Pulur / Milliyet
+++
Erdoğan’ın
nifak tohumları
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin, cumartesi günü Düzce ve Sakarya’da bazı ilçe ve beldelere yaptığı eziyi izledim, verilen molalarda sohbet olanağı buldum. Bahçeli, hem miting meydanlarında hem de bu sohbetlerde en çok kutuplaşma üzerinde durdu; “Ekonomi bozulur, bir hükümet gider diğeri gelir düzeltilir; ama ayrışmayı bir-iki hükümetle bitirmek mümkün değil” dedi. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 8 yıldır her alanda bölünmeyi, ayrışmayı teşvik ettiğini anlatan Bahçeli, 12 Eylül ve idamlar üzerinde başlatılan tartışmayı da bu anlayışın yeni halkası olarak ifade etti. Bahçeli’nin, bu yeni korkusunu bana nasıl ifade ettiğini yazmak istiyorum.
Attı nifakı kenara çekildi
“Bakın Şükrü Bey, 1968’den başlatırsak, 40 yıllık geçmişi olan bir konu bu. Çok acılar çekildi; ama son 30 yılda iki taraf da özeleştirisini yaptı, anarşi bitti; insanlar birbiri ile konuşmaya başladı, iş ortaklıkları kurdu, evlilikler gerçekleşti. 30 yıllık bir sosyal barış, diyelim buna. Çıktı Başbakan grupta öyle bir konuşma yaptı ki sonunda bu barışı da kaşıdı. Açtım televizyonu bizim Yaşar Okuyan ile 78’liler Vakfı’ndan Celalettin Can karşı karşıya. Önce güzel güzel de konuştular, sonra bir tartışma başladı ki sormayın; sen haklıydın, ben haklıydım... Şimdi soruyorum bu kaşımanın ülkeye faydası ne? Okuyan ile Can ortada; ya Recep Tayyip Erdoğan nerede? Söyleyeyim; attı nifakı çekildi, kenarda seyrediyor. Başbakan, bu ayrıştırma politikalarından derhal vazgeçmeli. Diğer arkadaşlara da ‘bu oyuna gelmeyin’ diye sesleniyorum.”
Valiler sağolsun
Bahçeli’ye, “Başbakan MHP’den ‘evet’ firesi bekliyor” diye anımsattım. “Boşuna bekliyor” diye başladı; “Sağolsun valileri de tabanımızın kenetlenmesini sağladı. Bir de ‘evetçi’ eski ülkücü üretme merkezi kurdular. Bizimle hiç ilgileri yok. Devam etsinler. MHP daha çok kenetleniyor.”
Şükrü Küçükşahin / Hürriyet
+++
Yandaş medya işini iyi yapmıyor
İngiliz Financial Times’ta gazetenin Ankara muhabiri Delphine Strauss ve Londra’daki kıdemli editörlerinden David Gardner imzalı bir haber analiz yayımlandı.
Yazı Türk dış politikasının son dönemdeki durumunu inceliyor. O makalede dikkatimi çeken husus, Washington’da dilden dile dolaştığı belirtilen bir anekdot oldu.
İsrail’in Mavi Marmara saldırısından sonra ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile görüşen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, görüşmenin bir yerinde masayı “güm güm yumruklayarak Hillary Clinton’a bağırmış”.
Kafama takılan iki husus var:
1- Dışişleri Bakanı Davutoğlu, masayı yumruklayacak ve muhatabına bağıracak kadar kontrolünü neden kaybetti. Bu diplomaside hoş karşılanacak bir durum değil. Davutoğlu gibi bir akademisyenin düşüncelerini karşı tarafa anlatırken daha sakin olması gerekirdi.
2- Yandaş medya işini iyi yapmıyor! Eğer oturup bu makaleyi okumuş olsalardı, hükümetin bir bakanının kahramanca çıkışını nasıl büyütebilirlerdi, kolayca düşünebiliyorum!
Başbakan bütün olanakları onlar için seferber etti ama böyle ayrıntıları kolayca gözden kaçırabiliyorlar, çok ayıp, Başbakan’ı sinirlendirecekler, haberleri olsun!
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
+++
Güneydoğu’da asker kaldı mı!
“Balyoz” davası çerçevesinde aralarında çok sayıda general-amiral ve üst rütbeli subayların da olduğu 102 kişi hakkında yakalama kararı çıkarılması tartışılıyor. Bu kişilerin yargılanması için 145 gün sonrasına gün verilmesi, iktidar partisinin yöneticilerini bile rahatsız etti. Tutuklanması istenen askerler arasında Doğu ve Güneydoğu’da teröre karşı savaşan deneyimli komutanların da bulunması, ister istemez bir güvenlik sorununu da beraberinde getirdi.
Adalete karşı herkesin boynu kıldan ince. Öyle de olmak zorunda. Ama özellikle Doğu ve Güneydoğu’da doğacak deneyimli komutan açığının nasıl kapatılacağını da kamuoyu merak ediyor. Artık sorumlusu kimdir, Başbakanlık mı, Milli Savunma Bakanlığı mı, Genelkurmay mı; birileri bu konuda kamuoyunu aydınlatmalı, güvenlik konusunda zafiyet olmayacağı, boşluğun doldurulacağı konusunda kamuoyuna tatmin edici bilgi verilmelidir.
Hikmet Bila / Vatan
+++
Halep oradaysa
“Kozmik Oda” burada..
İddia o ki, İbrahim Şahin’in, Sezer’in adeta “karaçalı(!)” gibi aralarına girdiği “TRT Genel Müdürlüğü” koltuğuna oturduğu gün itibariyle, “yandaşlık” suçlamalarının odağında bulunan devlet televizyonu, “Kozmik Oda” gibi manidar bir isimle yayına sokacağı yeni programında, “Her sese açık...” olacakmış.
“Her sese açık” olmayı bir “yenilik” gibi
sunmaları dahi daha önce “öteki sesler”e kapalı olduklarının itirafı...
Halep oradaysa, arşın burada; TRT de bize bir televizyon kumandası uzaklığında. Bekleyip göreceğiz “her ses”mi olacak “kimi ses”mi, yoksa “hiç ses”mi?
+++
MİNİ YORUM
Mektup açılımı
Engin Balım kulağımıza kar suyunu kaçırdı:
“Başbakan 12 Eylül’de asılan solcu ve sağcı gençlerin veda mektuplarını okuyarak ağlayınca olay oldu! Daha durun bunlar iyi günlerimiz sırada Şeyh Saitlerin mektupları da gelebilir...”
Olur mu olur, olmazımız mı kaldı sanki?