Büyütülecek bir şey yokmuş
Şaka gibi. Yine birinci sayfanın göbeğinde teröristler, manşette onlara zafer turu attıranların “çağrıları”. Yine 25. sayfanın en dibinde “şehit ailelerinin dinmeyen öfkesi...” Önceki günden farkı “iki santim”. Önceki gün “iki sütun sekiz santim”di şehit ailelerine ayrılan yer, dün iki sütuna on santime yükseltmişler.
Önceki günün fotokopisi gibi çıkan Hürriyet’i görünce, bazı sayfalarının “teröristlerin, hukuku guguka, kalpleri taşa, yürekleri buza döndüren, vicdanı rafa kaldıran, zafer bayramları” dolayısıyla “kapatılmış” olabileceği geldi aklıma. Kritik maçlardan önce kulüp yöneticileri sezon başında ayırdıkları bir miktar kombineyi, duymak istedikleri tezahüratları yapacak olan taraftar grubuna dağıtır ya o hesap.
Belki “açılım günleri”ni kapsayan dönem için de birileri Hürriyet’in haber sayfalarının kombine mizanpajını “kapatmıştır”. Buna göre de, açılım iktidara oy olarak geri dönene veya Doğan grubuna gösterilen “aba altındaki sopa”, “zeytin dalı”na dönene kadar, manşet teröristlere, 25. sayfanın dibindeki “yazar ve reklamdan arta kalan” alan da şehit ailelerine rezerve edilmiştir.
Böyle bir “yerleşim planı” var mı öğrenmek için söz konusu sayfanın editörü Cenk Öz ile konuştum dün sabah. “Olur mu öyle şey” dedi. Söylediğine göre “yazar ve ilanlardan arta kalan yeri”, ancak böyle değerlendirebiliyorlarmış. Hürriyet, “çok ilan alan bir gazete olduğu için” bir çok haberi giremiyorlarmış. Cenk Bey, “Şehit aileleriyle ilgili haberde zaten büyütülecek bir şey yoktu ki, olsa neden vermeyeyim, mümkün mü böyle bir şey” dedi.
Gazetenin haber verdiği açıklamanın “boyutuna” bakmak istedim. Hürriyet’in 700 vuruşluk bir metinle aktardığı haberin, Anadolu Ajansı’ndan geçen metni tam 4000 vuruşmuş. Hem de resimli. İyi de Hürriyet bunu neden “küçük” görüyor?
Meğer biraz daha sabredip, Ertuğrul Özkök’ün köşesini okusam, gazeteyi yöneten zihniyetle ilgili kanaatim pekişecek, “Bu neyin nesidir” diye sormama gerek kalmayacakmış. “Bir tarafta, sayısı az insanların yıllardır talep ettiği bazı hakların teslimi. Öteki tarafta sayısı çok daha fazla insanın, devletinin kendisine yıllardır ‘terörist’ diye takdim ettiği o insanlara karşı ‘yenilmişlik’ duygusu” diye yazıyor Özkök. Yani “terörist” değil gelenler “devlet” onları bize “terörist” diye takdim etmiş. Biz otuz yıldır “karabasan” görüyormuşuz demek. Şehit cenazeleri “halüsinasyon”muş. Karakol baskınları “sanrı”. Kapalı kapılar ardında hazırlanan raporlar, çizilen haritalar “paranoya”. Mazoşistiz ya biz ordunun “gerilla hareketlerine karşı alnının akıyla çıktığını” görüp de rahatlayamıyoruz bir türlü. Hep acıtmak istiyoruz canımızı. Hep içimiz içmizi yesin istiyoruz. Gün yüzü görmeyelim..
Teröriste terörist diyemediğin gibi bir de “gerilla” diyorsun. PKK’lıları “hak arama mücadelesi yapan azınlık” olarak tanımlıyorsun. “Duygularını büyütmediğin” analardan, babalardan değilse logondaki bayraktan utan! Utanmayı biliyorsan, indir o bayrağı logondan!
++++++
Son pişmanlığa da ceza indirimi var mı?
- Pişman mısınız?
- Yo-oo, değilim.
- Yaz kızım, etkin pişman, beraatine...
- Niye geldiniz?
- Sayın Öcalan söyledi.
- Yaz kızım, örgüt üyesi olmadığına...
Sen mesela, hacı emmi!
“Bunlar dinini bilen çocuklar, vatana millete hayırlı olur” diyordun sakalını sıvazlaya sıvazlaya... Nasıl gidiyor sence vatan millet işleri? Sen değil miydin köyün şehidi için fazladan iki rekat namaz kılan... N’olacak şimdi?
“Etkin pişmanım” deme bana... O, sana uygulanamıyor maalesef, seninki son pişmanlığa giriyor, kusura bakma.
Veya sen, Hatçe yenge. İftar çadırında, senin paranla sana avanta çorba ısmarlayanlara bi hatim indirmediğin kalmıştı... “Allah devletimize zeval vermesin” diye dualar ediyordun... N’ooldu şimdi o devlet?
Ya sen, emekli Ahmet bey. Kahvede başının etini yedin milletin, eczaneden nasıl bedavaya ilaç aldığını anlata anlata bitiremedin, 20 tane reyin olsa, 20’sini de vereceğini söylüyordun... Memleketi iki tane aspirine satmış gibi hissediyor musun kendini?
Ya da sen, laylaylom Arzu.
“Ay bakamıyorum şekerim, hep cenaze, hep ağlayan insanlar, o perişan çocuklar filan, vallahi yüreğim dayanmıyor, fena oluyorum, kapatıyorum televizyonu, seyretmiyorum artık haberleri” diyordun... Seyrediyor musun şimdi?
Sen, liboşik işadamı Tarık.
Bir taraftan “Ben cebime bakarım azizim” deyip, takunyalıların önünde el pençe divan duruyordun, bir taraftan, utanmadan, Mehmetçik Vakfı’na bağışta bulunuyordun... İster misin, Mehmetçik Vakfı’na yaptığın bağışlar yüzünden başın derde girsin şimdi?
Sen, üniversiteli Şebnem.
Sana ders veren hocayı sabahın köründe yatağından kaldırıp, pijamayla tutukladılar, kanser oldu adam kahrından, “neme lazım” dedin, zahmet edip kantindeki protestoya bile katılmaya tırstın, kenardan kenardan araziye uydun... Niye endişeliymişin gibi yapıyorsun ki şimdi?
Sen, memur Hüseyin. Başındaki badem bıyıklı görecek diye, bizim yazıları bile gizli gizli okuyorsun internetten, gammazlanacaksın diye yusuf yusufsun... Zaten o nedenle katılmamıştın Cumhuriyet mitinglerine... Katılsana şimdi PKK mitingine... Sana söyleyeyim, terfi bile edersin belki.
(Bu yazıyı, “İki cihanda lekeli” albümünü heyecanla beklediğimiz Sezen Aksu’nun “Masum değiliz hiçbirimiz” şarkısı eşliğinde okursanız, daha şık olur.)
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
KÜFÜR AÇILIMI
AKP’ye çok yakın bir kanalın sunucusu, “Dağdan inmeleri nasıl karşılıyorsunuz?” sorusunu soruyordu izleyicilere ve e-posta atmalarını istiyordu. İlginçtir ki, sunucu gelen mesajları bir türlü okuyamadı ama sadece benim izlediğim süre içinde 4 kere “Sayın izleyiciler, eğer küfürlü ve hakaret içeren mesajlar gönderirseniz bunları yayınlayamayız” uyarısı yaptı.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Uçan halıdan, özel uçağa
Ferit Şahenk’in Beşiktaş-Wolfsburg maçı için kaldırdığı özel uçakta ağırlanan konuk yolcu listesi hakikaten “tahlile değer” olmuş. Aralarında öyle iki isim var ki, Ahmet Hakan’ın diline düştüler bile: Akif Beki ve Mustafa Karaalioğlu. Ahmet Hakan “Ben de böyle kıyak bir işte çalışmak istiyorum... Fettah Bey! Onları at, beni al...” diye sesleniyor dünkü köşesinden... Hakan önce Genel Yayın Yönetmeni’ne dönüp “Mekke’ye Ahmet Hakan, Berlin’e Mehmet Yılmaz... Adaletin bu mu Özkök?” diye isyanı basması gerekir ya; konu o değil. “Akif ile Mustafa”ya dönersek; Düne kadar “havalanmak” için düşleyebildikleri tek araç “uçan halı”yken şimdi özel uçakların özel konukları olarak maç izlemeye gidiyor ‘beyzadeler’. Bizim buralarda insanın ayağının yerden kesilmesi pek hayra yorulmaz ya, iktidar muhitinde Başbakan’ın “canı ciğeri” olmanın nimeti sayılıyor demek ki...
++++++
Şehit babası haklı
Açılımdan çıka çıka PKK üniforması giydirilmiş, lüks Jeep’lere bindirilerek, ellerinde 9 maddelik mektuplarla Kandil’den Habur Kapısı’na indirilmiş 20-22 yaşındaki gençlerin, sınırda savcılara verdiği ifadelerdeki tutanaklara; “Sayın Abdullah Öcalan, Kürt Halk önderidir...” cümlesinin yazılmasını dayatmaları çıktı.
Açılım buysa!
Şehit babası diyor ki:
Lanet olsun!.
Oğlumu vuranların adamlarını sınırda ellerinde Abdullah Öcalan posterleri taşıyarak törenle, tantanayla, zılgıtla karşılattınız. Karşılayanları seyrettiniz. Savcılar, nazik durum kabul edip 8 dakikalık ifadeler alarak onları salıverdi. Onlar yarın öbür gün Ankara’da üzerlerinde PKK üniforması elbiselerle Büyük Millet Meclisi oturumuna da gövde gösterisi için gelecekler.
PKK Meclis’te!
TV’lerde canlı yayın!
PKK militanlarını törenle karşılayan Türkiye’de; bundan böyle Türk Kürt’e, Kürt de Türk’e ayrı gözle bakmaya mecbur edildi. Şehit babası haklıdır. PKK demokratik açılım sürecini “Abdullah Öcalan’dan bir Kürt Mandela’sı” çıkartma ve 26 yıllık PKK terörist harekâtını, şimdi Anadolu’da “halk isyanına” dönüştürerek 30. Kürt isyanını gerçekleştirme kıvamına getirdi. Abdullah Öcalan, terörist.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Oh olsun size!
Taraf dün öyle bir habere imza attı ki, yayın hayatına başladığı günden bu yana geniş bir kesim için tirajı, güvenilirliği ve saygınlığı çukurdan “0” noktasına bile yükselemeyen gazetenin en büyük destekçilerinden NTV, “Bu nasıl gazetecilik” demek zorunda kaldı. Kanalın “medya” programı Yazı İşleri’nde, Mirgün Cabas ve Ruşen Çakır ilk defa “Taraf” etiketli bir haberi “eleştiri” konusu yaptı.
Bu girişten sonra, Cabas ve Çakır’ın mesleki bir duyarlılıkla “Bu kadar da olmaz” noktasına geldiğini ve “Taraf”sız olmaya karar verdiğini zannetmeyin.
Onları karşı karşıya getiren, dolayısıyla “eteklerinde biriktirdiklerini”, bu zamana kadar “bile bile lades” dediklerini ele vermelerine yol açan “acı”ydı. Taraf, NTV’yi hedef alan/hedef gösteren “Ölüm helikopterinde 139 defa arandı” sürmanşetiyle çıkınca Cabas ve Çakır’ın canı yandı.
“Israrlı arama”yı yapan kişi, o günlerde NTV’nin haber koordinatörü olan Mirgün Cabas’tı. Ve kendisinin telefon sinyalleri ile helikopterin düşmesine sebep olduğunu, maksad hasıl olduktan(!) sonra da ne hikmetse aramayı kestiğini iddia eden bu habere bakılırsa Yazıcıoğlu’nun katili, hatta cinayet şebekesi bulunmuştu: Cabas ve NTV!
Yazı İşleri ekibi, sırtlarından hançerlendikleri bu haber sonrasında yaptıkları ilk yayına, “bir umut, eski dost düşman olmaz” diyerek Yasemin Çongar’ı bağladı. Bir “düzeltme” beklediler, belki haberi yapan muhabirle ilgili “gereğinin yapılacağı”na dair mesaj, hatta belki “özür”...
Nerdeee? Çongar bırakın müdavimi olduğu programın yapımcılarını “tedavi” etmeyi, sözleriyle taze yarayı daha da kanırtmasın mı? Gözlerinin içine baka baka “Telefon dökümlerine göre, kaza olmadan önce NTV’den başka hiçbir medya kuruluşu aramamış Yazıcıoğlu’nu. Kazadan sonra aramalar kesiliyor. Belki katiller tarafından kullanılmışsınızdır. Soru işaretli bir soruşturmanın ayrıntıları çok ciddi haber değeri taşır” demesin mi?
Muhabir de sızma, sızdırma, fotokopi belge haberlerin servis elemanı Mehmet Baransu!
Hani şu “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” başta olmak üzere, Cabas ve Çakır’ın “haber değeri” atfetmek için akla karayı seçtiği “provokasyon malzemeleri”nin kamuoyu sürüşünü yapan Baransu!
Sağlı, sollu darbelerden sonra Doğuş Yayın Grubu yazılı bir açıklama ile “Gazetecilik ilkelerine dayanmadan yapılan haberin sorumluları hakkında yasal işleme başvuracağını” duyurdu.
Çongar’ın geri adım atmaması karşısında şoka giren Cabas, “Muhatapları aranıp, işin aslı sorulmadan yapılan haberde ‘akıl’ eksiliği olduğunu”, sergilenin “abukluk” olduğunu kaydetti. O ‘akıl eksiği’ işleri nasıl ayıla bayıla övdüklerini unutmuş gibiydi. Kuyruk acısıyla, akıl gözü öyle bir açılmıştı ki, hızını alamayıp Yasemin Çongar’ın kendilerini değil de Cem Aydın’ı aramış olmasını, Ahmet Altan’ın Erman Yardelen’le konuşmasını bile es geçmeyip “Bundan sonra biz de sizin patronunuzla mı konuşsak” diyerek, Taraf’ın “patronlar üzerinden” ilişki yürütme biçimine çaktı.
Bir gazete tarafından Yazıcıoğlu’nun katili olarak yaftalanmanın, düpedüz hedef gösterilmek olduğunu akıl eden Ruşen Çakır, etekleri tutuşmuş halde “Böyle bir haberin doğurabileceği sonuçları hiç düşünmediniz mi? Bu sonuçları kestiremiyorsunuz?” diye feryad etti. Ama nafile, bana mısın demedi eski nöbetçi yorumcuları.
Yazı İşleri’nden sonra başlayan ilk haber bülteninin açılışı “komplo teorilerinin bile akil olanı makbuldür” anonsuyla yapıldı.
Bu “yandım anam” çığlıkları arasında bana en anlamlı gelen sözler Ruşen Çakır’ın ağzından çıktı: “Bu programda konuşabiliyor olmasaydık, gazeteci olmasaydık meramımızı anlatma şansımız olmayacaktı. Yazıcıoğlu’nu öldürdüğümüz iddiası üstümüze yapışacaktı.”
Tebrik ediyorum kendisini, nihayet anladı. Tıpkı Taraf’ın bugüne kadar hedef gösterdiği sayısız kişi ve kurumun üzerine yapıştırdığı “darbeci, katil, faşist, kaos planlayıcısı...” gibi etiketlerden kurtulmak için meramını anlatamadığı gibi mi Sayın Çakır? Kimsenin adını sanını bilmediği bu propaganda bülteninin reklamını yapan kimdi?
Hiç tirajı yokken her haberine “değer” atfedip “günün konusu” haline getiren siz değil miydiniz?
Kamuoyunu onların istediği “Taraf”a yönlendiren siz değil miydiniz?
Sanki her satırlarıyla yeri yerinden oynatıyorlarmış, sanki ülkenin en itibarlı fikir adamlarıymış gibi yazarlarını her gün stüdyonuzda ağırlamadınız mı?
Taraf’ın gazete okuyucusu nezdinde ‘eğer varsa’ meşruiyetinde en büyük pay sahiplerinden biri NTV değil mi?
Tirajını sizin pohpohlamalarınıza, şişirmelerinize, onları bir “değer” olarak pazarlamanıza borçlu değiller mi?
Dün canınızı yakmamış olsalardı, bugün kimbilir hangi manşetlerini ciddiye alarak siz de bir sürü insanı yargılamadan infaz etmeyecek miydiniz?
Canınız yanınca mı geldi “gazetecilik” aklınıza?
Taraf söylediğiniz gibi “akıl” yoksunu “komplo teorileri”yle vuran bir silah ise, o silahı büyüten siz değil misiniz?
Kendi yarattığınız canavar değil mi şimdi karşınızda dişlerini bileyen?
Yeniçağ, “bunlar gazetecilkten değil fonlandıkları merkezlerin tezgahlarından Taraf” derken bıyık altından gülüyordunuz...
Bugün toplumunun kafasına çorap olarak örülen her konuda, bu milletin reflekslerini ortaya koyan Yeniçağ’ı yok sayarken, tirajımızı, yarattığımız etkiyi, gösterdiğimiz gerçekleri örtmeye çalışırken, Taraf’ın “gazetecilere” dönük operasyonlarında kendinizi, ekranınızı gönüllü olarak kullandıran siz değil miydiniz?
Oh olsun size! Bir musibet, bin nasihatten evladır...
++++++
MİNİ YORUM
“Bir kesim” dedi
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı teröristlerin kutlama programını abartmasını eleştiriyor:
“Bir kesim rencide edildi.” Kim o kesim Sayın Erdoğan? Böyle bir durumda bile “Türk Milleti” diyemiyorsanız, siz hangi “kesim”i temsil ediyorsunuz?