Büyüme Analizi (2)
Türkiye, 2020 ilk çeyrekte yüzde 4,5 büyüme ile rekor kırdı. Bizden sonra ikinci sırada yüzde 2,7 büyüme ile Romanya ve üçüncü sırada yüzde 2,5 büyüme ile Litvanya geliyor.
Büyüme gelir ve refah artışı açından önemlidir. Ancak aynı zamanda kalkınmanın da bir aracı olursa toplumsal refahın artmasına yardımcı olur. Kalkınmanın aracı olması için gelir dağılımının daha adil olması ve istihdam yaratması gerekiyor.
Ekonomide anlaşılması zor işler oluyor… Bunlardan birisi büyüme oranı açıklanmadan yapılan büyüme tahminleridir… Ertesi yıl veya bir çeyrek sonrası için önceden tahmin yapmak doğru ve gereklidir. Ancak TÜİK' in büyüme oranını açıklamasına üç-beş gün varken böyle bir tahmin yapmanın ne gerekçesi olabilir? Söz gelimi ciddi akademik kuruluşlardan birisi kesinleşen Ocak-Şubat ve Mart ayları verilerini kaynak göstererek ilk çeyrek büyüme oranının yüzde 6,7 olacağını açıkladı. Bir köşe yazarı akademisyen de ilk çeyrek büyüme için yüzde 6 fazlası yüzde 7'ye yakın olacak dedi. Bu yanlışlar ilgili kurum ve kişilere eksi yazıyor. Ancak kafa karışıklığı yarattığı için toplum için de zararlı oluyor.
1936 yılında kurulan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi kurucularından rahmeti Prof. Dr. Ömer Sarç'ın istatistiklere güven konusunda fakültede hep söylenen bir sözü vardır; "Yalan … Kuyruklu yalan … İstatistiki yalan…"
Aslında istatistikler olmadan da olmuyor. Ancak kullanırken ihtiyatlı olmamız gerekiyor.
Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidar olduğu yıl 2002 yılı sonundaydı. Ekonomik performansını değerlendirmek için başlangıç yılı olarak 2003 yılını almak gerekir. 2003 yılında 1998 baz yılına göre sabit fiyatlarla GSYH 773,3 milyar lira idi. 2019 yılında 1 757,3 milyar liraya yükseldi. Bu durumda 17 yılda yıllık ortalama büyüme oranı 4,93 oldu.
GSYH hesabında, 2007 yılında TÜİK tarafından 10 yıl geriye gidilerek düzeltme adıyla bir gecede yapılan yüzde 31 oranındaki artış, büyüme hesabının zafiyetini oluşturuyor. Buna rağmen Resmi veri olduğu için bu veriyi esas almak zorundayız.
Türkiye'nin nüfus artış oranı yüzde 1,5 ile yüzde 1,3 oranı arasında değişiyor. Yüzde 1,4 nüfus artışına göre hesaplarsak bu 17 yılda ortalama fert başına yıllık GSYH'de büyüme yüzde 3,48 oldu. Gelir artışı göstergesi fert başına büyümedir.
Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yaşanan büyüme oranını değerlendirmek için Türkiye'nin fert başına ortalama gelirini eski yıllarla değil, dünyanın fert başına geliri yakın olan ülkeler ortalaması ile karşılaştırmak gerekir. İki nedenle;
İlki; Her ülkede GSYH az veya çok artar ve önceki yıllara göre daha yüksektir. Baz yılında GSYH daha düşük olunca büyüme oranı da daha yüksek olur. Çok basit bir matematiksel gerçektir. Söz gelimi GSYH büyüklüğü 100'den 110'a çıkarsa, büyüme oranı yüzde 10 demektir. Yaratılan katma değer 10'dur. Buna karşılık 1000'den 1050'ye çıkarsa büyüme yüzde 5, fakat yaratılan katma değer 50 olur.
Son 20 yılda gelişmekte olan ülkelerin ortalama büyüme oranı Türkiye'den daha yüksek, yüzde 5,5 dolayında oldu. GSYH büyüklüğü olarak Türkiye, Dünyada 17. sırada iken son yıllarda 19. sıraya geriledi. Bu gerilemede kur artışı etkili oldu. Ancak dolar kurundaki artışta satın alma gücünü düşürüyor.
İkincisi ; Dünya ekonomik konjonktürü dönemler olarak farklıdır. Söz gelimi dış talebin düşük olduğu ve sermaye hareketlerinin sınırlı kaldığı dönemlerle tersine daha yüksek olduğu dönemleri karşılaştırırsak mevcut ekonomik performansı ölçemeyiz.
Türkiye de fert başına büyüme yaklaşık yüzde 5 olmalıdır. Bunun bir nedeni dış borçların çevrilmesi için önce içerde gelir yaratmak gerekir. Bir diğer nedeni de refah göstergesi olarak çağdaş ihtiyaçlar artıyor. Buna yetişmek için kişilerin satın alma gücünün artması gerekir.
Adalet ve Kalkınma Partisi, hem siyasi hem de ekonomik açıdan çok şanslı bir konjonktürde iktidar oldu. Koalisyonlar dönemi dediğimiz adeta siyasi karmaşadan sonra ve Dünyada sermaye hareketlerinin yoğun olduğu, kaynakların bol olduğu, küreselleşmenin yükseldiği bir dönemde iktidar oldu. Avrupa Birliği ilişkileri 2004 yılında zirve yaptı. Yerli ve yabancı sermaye destek verdi.
Bu konjonktürde eğer mevcut kaynaklar daha etkin değerlendirilseydi, söz gelimi bütçeden verilen desteklerin bir kısmı ile yatırım yapılsaydı ve istihdam yaratılsaydı, inşaat sektörüne talebe orantılı kaynak ayrılsaydı, kalan kaynaklar üretimi artıracak yatırımlara yönlendirilseydi, altyapı yatırımlarını devletin kendisi borçlanarak yapsaydı hem büyüme oranı daha yüksek olurdu hem de sürdürülebilir olurdu.