Bütünleştirici devletten ayrımcı devlete

1-Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay''ın, "İnisiyatif almak istemeyen yöneticiler… Külliyeye soralım diyorlar" şeklindeki açıklamasının üzerinden neredeyse iki yıl geçti. Bu tespitin gerçekliğini yaşadığımız depremle birlikte gördük.

Türkiye, ilk iki gün devleti aradı.

Devlet gelememişti. Eskiden şimşek gibi felaketlerin başına dikilen devlet, bu sefer ortada yoktu.

Peki neden?

Çünkü devlet, hem partileştirilmiş ve hem de kişiselleştirilmişti. Devlet, genelde iktidarın, özelde ise partili cumhurbaşkanının kişiliğine dönüştürülmüştü. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak da bürokrasi, kendiliğinden (inisiyatif) karar alamaz hâle gelmişti.

Yaşanılan duruma yönetim bilimleri açısından bakıldığında, bir çeşit "Yetki krizi" yahut "Yetki çıkmazı" diyebiliriz.

5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu halen daha yürürlükte. Bu kanuna göre valinin olağanüstü hallerde kullanabileceği, olağanüstü hale uygun yetkiler var.

Asker sevk edebilir.

Yol güzergâhlarını yeniden düzenleyebilir.

Kriz masası kurabilir.

İster devlete, isterse özel ve tüzel kişilere ait olsun her türlü araç gerece, iş makinesine, arabaya el koyabilir.

Deprem alanında, belediyeyi geçtik, vali göremedik.

Niye göremedik?

İnisiyatif (kendiliğinden hareket) alamadıkları için. Yasaların kendilerine verdiği idarî (yönetsel) yetkiyi kullanmaktan çekindiler.

Herkes AFAD''ı bekledi. AFAD da kendisine verilecek emri bekledi tabii. Bu durumda ortaya çıkan durum açık: Herkes birbirini bekledi. Olan vatandaşa oluyor. Binlerce kişi can derdinde, alt yönetimler emir beklemede.

Devlet, tüm kurumlarıyla partili partisiz, şu partili bu partili, her bir yurttaşın devleti olmaktan çıkıp sadece iktidar partisinin siyasal kişiliğine büründürülünce, partizanlığın yarattığı ayrımcılık herkesi rahatsız etmeğe başlıyor.

Bütünleştirici devletten ayrımcı devlete doğru yol alıyoruz.

"Bizden" ve "sizden" olanlar ayrımıyla toplumda derin yarılma yaşmaktayız. Bu durum beraberinde büyük "ötekileştirme" sonucunu doğurdu.

Millî birlik yerine ikilik politikaları.

Deprem alanına alınmayan kovulan yardımseverler vs.

2-Bu ötekileştirmenin basına yansıyan yüzünden bir örnek vereyim size. İktidar yakını gazetelerin birinde, önceki gün şu manşet vardı: "Dönüşüm karşıtları İskenderun''u yıktı."

Alt başlığında; "Devlet İskenderun''da 5 mahallenin dönüşümü için iki kez karar aldı. ''İstemezükçü'' zihniyetin itirazıyla Danıştay iki kez iptal etti. Yenilenemeyen 185 bina, 1000''den fazla vatandaşa mezar oldu."

Her bir cümlesiyle kendi iddiasını çürüten, birbiriyle çelişkili olan bu manşet, zor günlerde bile "Bizdenciliğin", ayrımcılığın, dürüstlüğün, haber ahlakının ne hale geldiğini gösteriyor.

Birincisi, "İstemezükçü" dedikleri kimseler, İskenderun''da bir mahallenin halkı. Bu halk, kentsel dönüşüme itiraz etmiyor. Kentsel dönüşüm yapılırken hâlihazırda var olan haklarının korunmadığından şikâyet ediyor. Danıştay''a da bunun için dava açıyor.

İkincisi, bu haberi yapan kişiler, "Danıştay iki kez iptal etti" diyerek bir hukuksal sonucu söylüyor ama savunması gerekirken siyasi inadı ve itirazı haklı bularak, depremde ölenlerin kusurunu hak arayan, yakınlarını göçük altında bekleyen depremzede vatandaşlara yüklüyor.

3-Devletin gecikmesini AFAD''ın tepe yöneticisi olan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu kabullenerek şöyle diyor:

"Bizim hazırlığımız İstanbul depremiydi, fakat Kahramanmaraş hattı da bizim için önemli alanlardan bir tanesiydi… Havalimanlarının kapalı olması, telefonların çekmiyor olması, hava şartlarının ciddi şekilde etkilemesi evet bir zaman diliminde alana ulaşmayı zorlaştırdı."

"Özürü kabahatinden büyük" dedikleri örnek olay bu olsa gerek. Ne demek "Bizim hazırlığımız İstanbul depremiydi". Önünüzde kendi bakanlığınıza bağlı olan ve depreme müdahalede de birinci derecede sorumlu olan AFAD''ın raporları var ya.

Görmüyor musunuz?

"Yanlış depremde mi öldük?" şeklindeki ironi, haklı hale geldi.

Partili Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye''yi işte bu hale getirdi.

Yazarın Diğer Yazıları