Bütün bu kötülüklerin anası da, babası da o
Gazeteleri eleştiren gazetecilerin, ülke sorunlarından şikayet eden
iktidardan farkı kalmadı. Beğenmedikleri, kınadıkları, yerin dibine batırdıkları,
giderek ‘kirlenen’ medyayı da ‘Ayşe Teyze’ temizleyecek değil herhalde!
Yılmaz Özdil basının hafıza sorununu gündeme getirdi.
Bizimkilere ’balık hafızalı’dan ziyade, ’git gel akıllı’ denir. Çünkü çoğu kez ’sağır duymaz uydurur’a yatsalar da, işlerine geldiğinde, bin yıllık tozlu arşivleri gün yüzüne çıkaracak ’sihirli dokunuş’u yapabilme pratikliğine sahipler.
Daha birçok yazısında, basının işlevini sorgulayan Özdil’e de, bugünlerin moda çağrısını yapmak ve “çuvaldızı kendine batır” demek gerekmez mi?
Türkiye’nin en büyük medya kuruluşlarında etkin görevler üstlenmiş, en çok
okunan gazetelerde köşe yazarlığı yapmış bir gazeteci olarak, basının bugününde hiç pay sahibi değil mi Özdil?
Sadece o mu?
Okuyorum; Hasan Pulur, Melih Aşık, Umur Talu, Mustafa Mutlu, Can Ataklı, Güngör Mengi, Hıncal Uluç, Necati Doğru, İlhan Selçuk...
Herkes aynı dertten
muzdarip...
Dünyayı bugünümüz kadar dünümüzle, yaptıklarımız kadar yapamadıklarımız la da etkiliyorsak, gazetelerimizin “sektörel bülten”lere dönüşmesinde ki vebal ile ilgili herkes şapkasını önüne koyup düşünmeli...
Ver akbili, otobüse binsin...
4 sene önce. Ağustos, 2004...
Haber şöyle:
“Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, lüks bir yatla Göcek’teydi. Sahibinin kim olduğu sır gibi saklanan Moonstar isimli yatın, Rixos’un sahibi Fettah Tamince’ye ait olduğu anlaşıldı.”
4 sene sonra. Ağustos, 2008...
Haber şöyle:
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, lüks bir yatla Göcek’teydi. Sahibinin kim olduğu sır gibi saklanan Moonstar isimli yatın, kime ait olduğu merak ediliyor.”
Ben Abdullah Gül’ün yerinde olsam, Türk basınında bu hafıza varken, getirir Çankaya Köşkü’nün kapısına bağlarım o yatı, kapısına... Nasıl olsa üç gün sonra onu da unuturlar.
**
Ve, aslına bakarsanız...
Halk çocuğu “başkomutan”ın ‘destroyer’ gibi yatla gezdiği bir ülkede, “laik” Genelkurmay Başkanı’nın değil zırhlı Audi, anca bisiklete binmesi lazım.
Kaykay bile çok.
Veya ne bileyim...
İlla jest yapılacaksa, Meclis Başkanı’nın 1 trilyon 200 milyar liralık zırhlı BMW’siyle, YÖK Başkanı’nın ayda 10 bin euro kira ödenen zırhlı Mercedes’i yarışsın... Kaybedenin arabası verilsin Genelkurmay Başkanı’na... Kaybedene daha pahalı, daha hızlı bi şey alınsın.
Çünkü... Daha üç gün önce açıklanan Şûra’da “orduda atılacak asker yok” diyen Genelkurmay Başkanı, askeri uçaktaki otomobilinin fotoğrafını çekip, horlayan generalle birlikte gazetelere servis yapan “asker”in farkında değilse... Ver Akbil’i, belediye otobüsüne binsin...
* Yılmaz Özdil/Hürriyet
+++++
Hadi oradan kersen kafalı
“ Türkiye’de yaşayan insanların mutlu olması ve ülkesinin nereye gittiği yönünde iyimser görüşler taşıması için her türlü sebep var...”
Bu satırlar elbette bizim kalemimizden çıkmadı.
Türkiye’de çoğunluğun ruh hali ‘bir garip serçe’ misali olsa da, iktidarın fani dünyadaki ‘korsan cennet’te yer tahsis ettiği azınlığı yok saymak mümkün değil!
Suç bu satırları yazan Fehmi Koru da değil. Adam ne yapsın sağına bakmış, soluna bakmış hepsi kendisi gibi...
Yeni Şafak’ın çift kimlikli yazarı, Today’s Zaman yazarı, ATV’nin ‘beyin fırtınacısı’, TVNET’in spor yorumcusu, Kanal 24’ün “acaba” sorgusucu ve Kanal 7 yorumcusu Koru, her hafta 11 Türkçe, 2 İngilizce makale, saatlece konuşma arasında (bu arada bir de NTV, CNN Türk, Sky Türk... tekmili birden medyanın kıdemli konuğu olunca) 6 senede devri alem yaptıkları saltanat kayığından aşağıya bakmayı unutmuş.
İhmal belgelenmeseydi, Vakit ‘umre’den sonra, ‘tüp’ pomosyonu yapar mıydı?
Cennet’in tapusu da kaçakmış
Vakit’in haber serisine göre 17 kızı cennete gönderen İpragaz’ın ihmalini bilirkişi tescillendi. Konya’daki Kuran Kursu binasında tüp patladığı günden beri Vakitçiler ne hissediyor, ne düşünüyor, ne amaçlıyor anlayamadık. Önce feryat etmesi gereken ama metanetli duruşlarıyla dikkat çeken ailelere “kızlarınız şehit, cennete gittiler” dediler. Sonra bu küçük kızları “cennete gönderen” gaz firmasına taktılar kafayı. Bu ‘cennetlik’ olayını öyle abarttılar ki, bir ara neredeyse sebep olanları ödüllendireceklerini, hatta bayileri önünde sıraya dizilip “bizi de gönder” başvurusunda bulunacaklarını düşündük. Yayınları tam “itina ile cennete yollanır” noktasına gelmişti ki, pat bir manşet “patlamada İpragaz’ın ihmali bilirkişi raporuyla tescillendi” Peki Vakit bu sonuca sevindi mi? Üzüldü mü?
Evlat kaybeden anne babaların acı çekme hakkını bile elinden almaya çalışan bir gazeteye bu kadar kafa yormaya değmez mi diyorsunuz?
Haklısınız!
Ayıp olmuyor mu Bakan bey?
Edibe Sözen gençleri düşünüyorsa, boyacı sandıkları, çöp tenekeleri, mendilcilerin tuttuğu köşe başları, okul önlerindeki üstü simit altı esrar tezgahlarında kimlik tespiti yapsın...
Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan Kars ve Ardahan’a gitmiş...
Esnafı ziyaret ettiği sırada iki küçük ayakkabı boyacısı yolunu kesmiş... O da onları kıramayarak, ayakkabılarını boyatmış...
İşte tam o sırada çekilen bu fotoğraf, Türkiye’deki sefaletin ve devletin bu sefalet karşısındaki gaflet ve dalaletinin göstergisidir!
Sefalet
Yasalarımıza göre 14 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaları ciddi bir suç ama umursayan yok! Milyonlarca küçük çocuk en ağır işlerde çalıştırılıyor.
O çocukların yoksul aileleri çaresizlikten buna göz yummak, belki de teşvik etmek zorunda kalıyor... İşverenler de “ucuz emek” görüp, kapışıyor!
Ama bu duruma devletin seyirci kalmasına ne demeli?
Fotoğraftaki iki çocuk, şanslı (!) akranları gibi bir iş yerine girip, çırak olamamış... Ayakkabı boyacılığına soyunmuşlar... Bütün gün çalışıp, kazandıkları üç beş kuruşu götürüp babalarına verecekler!
Gaflet ve dalalet tam da bu “sefalet” noktasında başlıyor!
Gaflet!
Bakan Çağlayan, “sosyal devlet” ilkesinin önemini kavramış olsaydı, yolunu kesen çocuğa “iyilik olsun” diye ayakkabılarını uzatacağına, fotoğraf çektireceğine, sahip çıkardı! Ceplerine 5-10 lira koymaktansa, babalarına iş buldurur, o çocukları da yaşıtları gibi oynamaya gönderirdi!
Düşünün ki bu basit gerçeği, artık bu ülkenin “bakan”ları bile umursamıyor... “İyi ama çaresiz vatandaşlar” gibi, ayakkabılarını boyatıp, unutuyorlar o çocukları! Bu bana göre “gaflet”in tam da kendisidir!
Ve dalalet!
Dalalet ise Bakan Bey’in bu akıl almaz fotoğrafı çektirdiği sırada yanında bulunan bürokratların, siyasetçilerin, iş adamlarının, gazetecilerin bu işte bir graplik görmemeleri! Bakanı uyarmayı bile akıl etmemeleri... Bu trajediye seyirci kalmaları!
***
Zafer Çağlayan’ı iyi tanırım.
Bu yazının onu üzeceğini biliyorum.
Zaten üzülsün diye yazıyorum.
Üzülsün de karşısına o çocuklar gibi başka çocuklar da çıktığında ayakkabılarını boyatacağına, “sosyal devlet” ilkesinin uygulayıcısı olduğunu hatırlasın!
Bu fotoğrafı da makam odasındaki çalışma masasının tam karşısına kocaman assın ki başını her kaldırdığında bakanlık ettiği “devlet”in ve “halk”ın halini görsün!
* Mustafa Mutlu / Vatan
+++++
‘İbadet arası’ bitti, ‘ders zili’ çaldı
AKP Genel Başkan Yardımcısı Edibe Sözen, hazırladığı “Gençleri Koruma Yasası” taslağını geri çekti.
Dün ’her kademedeki devlet okulunda ibadethane açılmasını’da öngören taslak yasalaşırsa sağlıklı biçimde uygulanmasının mümkün olmayacağına dikkat çekmiştik.
Taslağı Almanya’dan esinlenerek hazırladığını söyleyen ancak Alman milletvekillerince yalanlanan Sözen’e sorumuz basitti:
Bu taslak ile amaçlanan inanç özgürlüğü müydü gerçekten. Okullarda Müslüman, Hristiyan ve Yahudi öğrenciler dışında, mesela bir Budist, mesela bir Taoist, mesela bir Zerdüşt, mesela bir Yezidi... kendi ibadetini yapmak isterse ona uygun fiziki koşulllar sağlanavak mıydı? Bir ananç biçimi olan satanizmi benimseyenlerin ritüellerine eğitimciler göz yumacak mıydı?..
Aklın yolu bir.
Toplum ve siyasetin farklı kesimlerinden gelen tepkiler üzerine Sözen, daha yazımızın mürekkebi kurumadan geri adım atmak zorunda kaldı.
+++++
MİNİ YORUM
Kaleler tahrik edicidir
Sınır komşumuz ‘savaş’. Masal anlatanlara ’uzaylıdan dünyalıya’ sinyali gönderiyoruz. Algımızı terbiye eden ‘eğitim’ ancak buna yarıyor. ‘Sezerciler’le ‘Gülcüler’ rektörler kazanını ateşe verdi. Kazan kaynadıkça, asıl sorun buharlaşıyor. Konunun ‘Rıza Ayhan’ ismi ile gündeme taşınması yerinde oldu. Bu atamayı ‘haksızlık’ kadar, ‘iade-i itibar’ sayan da var. Gazi, İstanbul, İnönü, ODTÜ, Akdeniz... birer ideoloji kalesi değil de bilim yuvası olsaydı, ele geçirmek için böyle hırslanılır mıydı? Ve o kaleler komünist, ülkücü, dinci, ateist, etnikçi, özgürlükçü... değil bilim adamı yetiştirseydi, Türkiye bu halde olur muydu?
ST