Bunlara rağmen kuruldu... Bunlara rağmen korunacak!
Soruyorsunuz ya şimdi:
- Baştan sona silme hakaret, aşağılama, tehdit ve şantaj olan bir mektuba neden Yarabbi şükür denildi?
- Suriye'nin kuzeyine yaptığımız harekat terör örgütünü bitirmek üzere idiyse, neden terör örgütünü "özgürleştirecek" bir şekilde neticelendi? Şehitlerimiz hangi gizli pazarlıklara feda edildi?
- Rusya'yla kapalı kapılar arkasında konuştuklarımız, kapının önünde ilan ettiklerimizden ibaret mi?
"O zaman" da Damat Ferit, İngilizlerle yaptığı gizli anlaşmada İngilizlere "Mustafa Kemal bize de size de karşı, ya bizim bir ordu göndermemize izin verin, ya da siz bir askeri kuvvet göndererek stratejik noktaları işgal edin" demişti.
Bir "kararname"yle Kuva-yı İnzibatiye'yi kurduğunu ilan etmişti. O kararnamenin birinci maddesi:
- Kuva-yı İnzibatiye'nin asıl görevi, Kuvayı Milliye adı altında eşkıyalığı meslek edinen kötü adamların yakalanması ve bastırılmasıdır!
***
Bir Osmaniye Kaymakamı vardı; Mesut Fani… "400 yıldır altında yaşadığımız bayrak denilen o kırmızı paçavradan ne fayda gördünüz? Bugün muazzam bir devletin (Fransa) şanlı bayrağı üzerimizde dalgalanıyor. Bari bundan istifade ederek mesut yaşayalım" diyebilmişti; "bez parçası"cı takımın aynısı değil mi!
***
Sindiremiyorsunuz tabii;
"Devlet"in en tepesinde, el bebek gül bebek "bakılan" gazeteci sıfatlıların dilinde bir gün "katil devlet" oluyor, bir gün "seri katil" Türkiye Cumhuriyeti. Cumhuriyet Türkiyesi'ne kast eden terör örgütlerinin ise "güçlendirilmesi" beklentileri.
"O zaman" da, "İstiklal Harbi"nin, "Vatan ve millet menfaatına aykırı bir savaş" olduğunu savunuyordu gazete manşetleri! Çoğunluk, "Bizim için yapılacak tek şey bir devletin siyasi beraberliğidir, o devlet de İngiltere'den başkası olamaz. Olamaz! Olamaz." Diyenlerin elindeydi.
Çarşaf çarşaf "Milliyetçilik demek çetecilik demektir. Soygunculuk ve yağmacılık demektir. Milliyetçilerin amacı milleti soymak aç bırakmak ve tamamen öldürmektir" diye yazanlara göre "medeniyetin temsilcileri"ydi ülkenin işgalcileri.
Misak-ı Milli'yle bile dalga geçildi:
- Bereketi bol olsun başımıza bir milli daha çıktı, geceler bir milli daha doğurdu. Millet anamız yine varlığını gösterdi, ortaya bir yavru daha attı: Misak-ı Milli. Aman Allah'ım! Söylenmesi ne güç, ne çirkin, ne gayri milli…"
Sindirilecek gibi mi!
***
Birer korkak böcek gibi kaçıp saklandıkları, sığındıkları ülkelerden Türkiye aleyhine atıp tutanlara sinir oluyorsunuz ya;
"O zaman" da, Türk ordusunda albaylığa kadar yükselmiş ama cebinden "drahmi"ler fışkıran, Yunanlılar tarafından Savaştepe'de Türk'e karşı görevlendirilip, Türk taarruzu başlayınca Selanik'e kaçanlar vardı. Kaçtıkları ülkelerden Türk'e Yunan, İngiliz, Fransız propagandası yapıyorlardı.
***
Hani şimdi öz yurdunuzda garip hissediyorsunuz ya siz kendinizi…
Bakın, Yüzbaşı Selahattin Bey "o zaman"ın İstanbul'unu nasıl anlatmıştı:
"Bağımsızlık peşinde koşan Arap, Kürt, Rum temsilcileri İstanbul'a doluşmuşlardı. Bir evin kapısında 'Trabzon Rum İmparatorluğu Temsilciliği', bir başka kapıda 'Pontus Cumhuriyeti', bir başkasında 'Kürt Krallığı', biraz ötede 'Klikya Ermenileri Temsilciliği', güzel bir konağın girişinde 'Arnavutlar 'Birliği' gibi levhalara ve uydurma bayraklara rastlanıyordu… İstanbul'da aranıp bulunamayan yalnız Türklük'tü. Payitaht tam bir uluslararası kent niteliğine girmişti. Bu şehirde en hakir, en zavallı olanlar Türklerdi. Türklerde ne hayat yeteceği kalmıştı, ne şeref… Türk de Türklüğünü bir günah gibi saklayarak kenara çekilmişti…"
***
Kızarmayanlar adına sizin yüzünüz kızardı değil mi, Putin, sehpanın üzerinden "o harita"yı kaldırttığında…
"O zaman" da bir Türk'ün haritası istenmiyordu "masada"; "Anadolu'da Türk'ten başka her azınlığa devlet kurma hakkı tanınmalıdır"da buluşmuş gibiydi bütün milletler dünyada!
***
Yokmuş gibi davranınca yok olmuyor… Önce ailesi sonra "Mehmet"imizi evlat bilen koca bir milletin yüreğinde kolay kolay kapanmayacak bir yara haline geldi, kendine "Türk" diyenlerin, o lanetli gecede, köprüde, bir gariban Türk askerini linç edişi…
Böylesi bir gözü dönmüşlüğün tek emsali Menemen sanırsınız değil mi?
"O zaman" da, Bolu'da, vücudunu delik deşik ederek, boğazına ip bağlayarak, sokaklara sürükleye sürükleye katletmişlerdi 32. Kafkas Piyade Alayı'ndan Abdülkadir'i…
***
Ezanını, Cumhuriyete borçlu olan camilerimiz, Atatürk'süz, Cumhuriyet'siz hutbeler geçidi…
İtirazım yok, ağır tabii.
Ve fakat…
"O zaman" da "din" sözüm ona, "Yunanlıların dinsizleri terbiye etmek için Cenab-ı hak tarafından gönderildiğini", "camilerin Yunanlılar sayesinde dolduğunu söyleyebilen ahmakların", "Venizelos hazretlerinin sağlığı için dua eden haysiyetsizlerin", "işgal kuvvetleriyle işbirliği yapan alçaklar"ın,"büyük bir devlete karşı gelmenin küfür olduğunu savunan cahiller"in elinde oyuncak edilmemiş miydi?
***
Atatürk, silah arkadaşları ve öyle ülkenin, toplumun, halkın tamamı filan değil bir avuç Türk, bütün bunlara rağmen kurdu Cumhuriyeti.
Cumhurbaşkanı haklı:
"Millet ve devlet olarak, varlığımızı ve geleceğimizi korumak amacıyla yine tarihi bir mücadelenin içindeyiz…"
Ve biz, "bir avuç Türk", bugün de bütün bunlara rağmen koruyacağız kutlu emanetimizi!