Bunlar da 'taş atan gençler'

“Taş atan çocuklar” diye bir olgu yaratıp, terör örgütünün propaganda yöntemini normalleştiren Ece Temelkuran şimdi de üniversitede terör estirdikleri için ceza alan gençlerin avukatlığına soyundu

Terör örgütü PKK’nın propaganda eylemlerinde hem militanların önüne siper edip ’canlı kalkan’ olarak kullandığı, hem de “provokasyon meta”sı yaptığı küçük çocukların karıştırıldıkları suçları, sapanla kuş vurmak kavlinden algılatmaya, son dönemin moda tabiriyle “normalleştirmeye” çalışan, bu uğurda “taş atan çocuklar” davasında avukatlık yapan Ece Temelkuran, aynı sakat yaklaşımı, bu kez de üniversiteli gençlere karşı sergiledi.
Temelkuran dün Milliyet’te yayımlanan “Kurtlar Kampüsü” adlı yazıda, disiplin soruşturması sonucu İstanbul Üniversitesi’nden uzaklaştırılan bir grup öğrenciyi savunurken, “ülkücü” olan başka bir grup öğrenciyi hedef gösterdi.
Temelkuran’a sorarsanız ceza alan öğrencilerin suçları “Kendi okullarına zorla girmeye çalışmak! 1 Mayıs afişi asmak! Ülkücü öğrencilerin satırlı saldırısına uğramak!”tan ibaretti.
Çarpıtma üstadının satırları şöyle başlıyordu:“Onları hatırlarsınız. Bursları kesildiği zaman Kadir Topbaş’a ’tebrik’ pankartı açarak belediyeye girmişler, girdikleri anda da pankartı ters çevirip burslarını istediklerini söylemişlerdi. Aynı şeyi ’Teşekkürler Başbakanım’ pankartıyla yapıp polisleri şaşırtmışlardı...”
Üniversite öğrencilerinin haklarını aramak / savunmak için yaptığı bütün eylemleri destekleyen biri olarak acaba neden bu cümleler bana, “Onları hatırlarsınız; YÖK’ü protesto etmek için sokaklara döküldüklerinde Öcalan posterleri açmışlardı... Sosyal devlet, parasız eğitim istiyoruz derken, okudukları okulları yağmalayarak, o devletin eğitime ayırdığı, zaten kısıtlı olan bütçede koca koca gedikler oluşturmuşlardı... Basın açıklaması yapmak için toplandıkları ”Adliye“ önünde yapılan aramada, bağlama çantalarından ”demir sopalar, zincirler, soda şişeleri, kesici aletler “ çıkmıştı... Demokrasi için, tehditle amfi boşaltıp, o gün okula gidebilmek için belki son parasını harcayan yüzlerce çocuğun eğitim hakkını engellemişlerdi...” diye başlayan başka cümleleri çağrıştırıyor.
“Kolunun altında 15 dikiş olan Ali”den bahseden Temelkuran’ın, aynı okulda, aynı bölümde öğrenciyken başına “15 dikiş” atılan, kafatası çöktüğü için ölümü şöyle bir selamlayıp, saatler süren cerrahi mücadelenin ardından hayata dönen ‘Hakan’ı tanımıyor olması ne manidar!
Temelkuran’a göre “Hiçbir olaya bulaşmamış öğrenciler” bunlar, “yasadışı örgütlerle” hiç işleri olmaz... Nedense kiminin DHKP-C eylemlerinde görüldüklerini fısıldıyor Beyazıt Meydanı’nın sevimli güvercinleri kulağımıza... Keşke şiddetli rüzgarın oynadığı bir oyundur deyip geçebilsek...
“Özellikle Kürt öğrencilere gözdağı verildiği”nden söz ediyor avukat yazar. “Kürt çocukların üzerine sistematik bir operasyon sürdürülüyor”muş.
Pek konjonktürel bir iddia değil mi? Açılımcıların ağzına layık.
O okulun öğrencisi olduğum yıllarda, Temelkuran gibiler “Sağ-sol çatışması”, “Faşistler saldırdı” manşetleri atarken, operasyonun daniskasının hazırlandığını anlatmaya çalışmıştık. Bugün Temelkuran’ın bu cümleleri yazmasına referans olan “etnik provokasyonlar”dan söz etmiştik. Herhalde şartlar olgunluşmamıştı ki kulaklarını tıkadılar.
Yazları Kandil’de geçiren koca koca adamların, kışları öğrenci kılığında üniversitelere inip “Türk/kendini Türk hisseden” öğrenciler üzerindeki sistemli kışkırtmalarını yazacak kadar yürekli olabilselerdi keşke...
“Üniversite kimin tarafını tutuyor acaba? Kurtlar Kampüsü mü İstanbul Üniversitesi?” diye sormasından belli; olamaz(lar)...
Çünkü ne harcanan bir nesil, ne “hakkaniyet” dertleri. Üniversite “kendi taraflarını tutsun”, oyuna çomak sokmasın yeter!
“Biz de tabii boş duracak değiliz!” diyor yazısını bitirirken Temelkuran...
Durmayın tabii. Beyazıt’a kadar gitmişken Rektörlüğe uğrayın. Suça bulaşmamış çocuklarınızın, Türkçe Yaşam Kulübü’nün Türk Dil Bayramı nedeniyle düzenlediği paneli sabote etmek için Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin camını çerçevesini nasıl indirdiğini anlatsınlar... Hukuk Fakültesi’ne gidin. Dekanın kapısı çalın. Belki sütten çıkmış ak kaşık çocuklarınızın öğretim üyelerinin üzerine yürüdüğünden bahseder.... Ben mücadelenizi örnek aldım ve boş durmadım dün. Rektör Prof. Dr. Yunus Söylet toplantıdaydı. Yönlendirdiği Basın Halkla İlişkiler Birimi’deki görevlilerle görüştüm, onlardan öğrendim bulaşmadıkları suçların neler olduğunu...
Gençleri kullanmaktan vazgeçmediğinize göre vebal altında kalmaktan korkmuyor olmalısınız. Yine de söyleyeyim, bundan sonra İ.Ü.’de herhangi bir öğrencinin burnu kanasa, kendi adıma, kindar tutumunuzdan dolayı sizi sorumlu tutarım...
İyisi mi, düşün artık bu gençlerin yakasından...


++++++

Doğan Grubu’nda garip şeyler oluyor
Bayram değil, seyran değil nereden çıktı bu “Erdal İnönü ile son söyleşi” diye düşünüyorduk. Durmuşlar durmuşlar da neden bugün açmışlardı eski defterleri? Bugüne “ışık” tutan bir yanı mı vardı?
Diziyi haızrlayan Can Dündar’ın ikinci gün için seçtiği manşeti görünce mesele anlaşıldı.
“İnönü’nün Baykal isyanı:
Deniz Baykal güvenilmez biri”
Bir gazete, tam da AKP politikalarına karşı “sağlam” durduğu için puan toplamaya başladığı bir dönemde “anamuhalefet lideri” hakkında kara propagandaya neden başlar?
Doğan Grubu’nun en büyük gazetesi Hürriyet de benzer bir rüzgara kapılmış gidiyor.
Evvelce yazdığı bir çok yazıyla okuyucuya “hımmm” dedirten, Ankara kulislerine kulak kabarttıktan sonra “milleti uyandıran” Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu’na da Başbakan’ın uçağıyla çıktığı “Tahran seferi” sonrası bir haller oldu.
CNN Türk’teki Parametre programında tıpkı Milliyet Ekonomi’nin yeni rengi gibi “pembe” tablolar çizmeye başladı. Berberoğlu gibi tecrübeli bir gazetecinin, uçağına bindiğinin düdüğünü çalanlar kervanına katılabileceğine inanmak istemiyorum. Belki bu yumuşamanın başka bir nedeni vardır. En kötüsünü düşünmeyelim, belki banyoda ayağı kaymış “yumoş” kutusunun içine düşmüştür. Belki “bir yıkama” sonra geçer, yine dokunduğuna iğne gibi batan yorumlarıyla çıkar ekranlara... Kimbilir...

++++++


“Yine kalleşlik yaptılar”
Yazıcıoğlu’nun içinde bulunduğu helikopterin NTV santralından yapılan aramalar yüzünden düştüğünü yazan ve Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın açıklamasıyla “yalan” haber yaptığı anlaşılan Taraf’ın “özür dileme erdemliliği” kısa sürdü.
CNN Türk’te, “Asil davrandığımız için mazarete sığınmadık” diyen Altan, yalan habere kılıf uydurmaya çalışınca NTV konuyu yargıya taşıma kararı aldı.
Ruşen Çakır, Yazıişleri programında, Altan’ın açıklamalarıyla ilgili, “Yine kalleşlik yaptılar” derken, Mirgün Cabas da Taraf’ın “Kafa bulandırdığını” söyledi.
NTV den yapılan “Altan, özürün samimiyetsizliğine inananları haklı çıkartmıştır. NTV’yi töhmet altında bırakan bu çarpık yaklaşımın hukuk yolundan başka bir yolla düzeltilmeyeceği ortadadır” açıklamasıyla da konunun mahkemeye taşınacağı netlik kazanmış oldu.


++++++


Ergen çocuk hırçınlığı
“NTV’nin helikopter düşürebileceği”ne aklı yatmış bir gazetecinin yaşaması gereken utancı yaşadığını gösterebilseydin... Tuttun “asi bir ergen çocuğu” hırçınlığıyla... “Özür diledik ya kardeşim...” edasıyla... Posta koydun...Tumturaklı kibrinden kıl aldırmamayı tercih ettin... Bu durumda... Geriye senin iticiliğin kalır abi...
* Ahmet Hakan / Hürriyet


++++++


İktidar demokratları
Bir grup İslamcı ellerinde pankart yollara döküldüler ya.. ‘Cuntaya hayır. Darbeciler yargılansın’ diye..
Boşuna çenemizi yormayalım..
12 Eylül’le anında uzlaşan onlar değil miydi?
Unutmadık..
Şimdi çıkmışlar ‘darbeciler yargılansın’ diyorlar..
O günleri hatırlayın..
Solcudur damgası yiyen hapse atıldı.. Ülkücülerin tırnakları söküldü..
İslamcılar ne yaptı?
Memleket komünistlerden, faşistlerden temizleniyor diye göbek attı..
Zındıklardan kurtulduk diye!
Bir tek gün demokrasi mücadelesi vermeyenler, demokrasi umurlarında olmayanlar, AKP iktidarda diye demokrat kesilmez mi..
Ben de buna uyuz oluyorum..
Ahmet Hakan’a katılıyorum.. Meydanlara çıkmışlar, izinle, icazetle ‘En Kahraman Rıdvan’ı oynuyorlar..
Ayıp!
* Mehmet Tezkan / Vatan


++++++

TRT’de neler oluyormuş, neler...
Şamil Tayyar, Star’daki köşesinde, “One Ajans’ı, danışmanlık çöplüğünü, Ergenekon kadrolaşmasını” yazdığı gerekçesiyle TRT Genel Müdür Yardımcısı Zeynel Koç’un “ambargo”su ile karşı karşıya kaldığını ileri sürdü. Tayyar’ın aktardığına göre program yapımcılarına “Şamil Tayyar’ı TRT ekranlarına çıkarmayın” talimatı veren Koç, bir de “Şamil’e program vermeyince aleyhte yazıyor söylentisi” yayıyormuş.
Demek ki TRT, eleştiriye tahammülü olmayan, gerçekten ekranlarını her türlü muhalif düşünceye kapatan bir kurum!
Koç’a, “İspat etmeyen, şerefsizdir, namussuzdur” diye çıkışan Tayyar’ın öfkeli kalkışı ‘eski dostları’nın zararla oturmasına yol açabilir. TRT ayarlı bomba gibi Tayyar; kurumun adını duyduğu anda başlıyor parça tesirli çığlıklar atmaya: “ Medya Müfettişi programı daha önce bana teklif edildi, reddettim. Teklifin birinci elden sahibi ise Genel Müdür İbrahim Şahin’dir. Fikret Bila, Murat Yetkin ve Prof. Dr. Mustafa Erdoğan’la birlikte cumartesi sabahları yayınlanmak üzere teklif edilen tartışma programını da geri çevirdim. Bu teklifin sahibi de genel müdür talimatıyla beni arayan danışmanıdır. Daha sonra teklifi Fehmi Koru’ya götürdüler.”
Vay vay vay vay... Demek ki TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin yandaş kadrolaşma operasyonunu bizzat yönetiyor...
Sezer tarafından iki kez veto edilmesine rağmen, Gül Çankaya’ya çıkar çıkmaz ataması onaylanan Şahin’in işine nasıl titizlendiğini, programcıları “kendi elcağızlarıyla” seçip, teklifi “bizzat” götürdüğünü öğrenince gözlerim yaşardı... İnsan görevinin hakkını vermek için ancak bu kadar didinebilir!
Tayyar’ın “ben reddedince Koru’ya gittiler” sözlerinden de, ‘bir yandaşın yegane alternatifi başka bir yandaştır’ ilkesinin hayata geçirilmiş olduğu ve Şahin’in bu konuda “0” risk ilkesiyle hareket ettiği sonucuna varabiliriz.
TRT’yle ilgili en vahim iddialardan biri de, Tayyar’ın dizginleyemediği öfkesi sayesinde itirafa da dönüşen “TRT’den alacağım üç beş kuruş yüzünden Ergenekonculara malzeme vermem” sözü.
Soruşturmanın sahte haham muhbiri Tuncay Güney’in canlı yayın konuğu olarak ağırlanması, saatlerce birçok kişi ve kurumu hedef göstermesi, devletin imkanlarını kullanarak sağa sola hakaret ve tehdit yağdırmasına izin verilmesinden sonra başta muhalefet partileri olmak üzere geniş bir kesimden sert tepki gören TRT’nin, CHP’nin baskısına boyun eğerek Ergenekon konusunda “geri adım” attığına inanan Tayyar’ın sözlerinden, “beraber yürüdükleri” günlerde TRT’nin Ergenekon tetikçiliği yaptığı sonucunu çıkarmalı mıyız?
Ne demek “Sizinle zaten işim olmaz. Silivri’ye döndünüz...”
Muhalefet işe uyanana kadar TRT Ümraniye davasında Başbakan’ın üstlendiği “savcılık” rolünün dublörü müydü?
Tayyar’ın TRT ile işi olduğu günlerde yoksa “Özel Yetkili Savcılık Makamı” na mı dönmüştü TRT? Silivri olmazdan önce Beşiktaş mıydı? Veya Sultanahmet?
Göreve başladığı günlerde Şahin’i, “Asla taviz vermeyin sayın genel müdür” diye yeni görevine motive etmeye çalışan Tayyar’ın paniği ve öfkesi bile, başlı başına TRT ile ilgili iddiaların doğruluğunu kanıtlamaz mı?
Demek ki TBMM’ye üst üste sunulan soru önergeleri, medyanın ciddi takibi sonrasında “rahat rahat at oynatılamamasından kaynaklanan” ciddi bir siyasi, ideolojik, ekonomik rant kaybı var!..
“Çiftlik”leşme iddialarına cevaben sümen altında standart bir “tekzip” bulunduran TRT’nin “Ergenekon çiftliği” suçlaması(!)na karşı nasıl bir savunma(!) geliştireceğini gerçekten çok ama çok merak ediyorum...


++++++

MİNİ YORUM
“Sahte belge rehaveti”

Başlıktaki tespiti oda.tv’nin. Gizli belgenin sızmadığı gün, yazı yazamayan Ahmet Altan’ın ve Taraf’In halini böyle özetlemişler. Öğle saatlerinde telefon eden bir okuyucumuz Mehmet Altan’ın Mehtap TV’deki programında “İhbarcı belgeyi Adli Tıp’a götürdü, orjinal olduğunu öğrenince sızdırdı” mealindeki konuşmasını Şahin Alpay’ın zor bela toparladığını söyledi. Biliyorsunuz Adli Tıp’a gönderecek merci Savcılık.
Demem o ki rehavete bağlı hata riski bütün Altanlar’ı tehdit etmeye başlamış...

Yazarın Diğer Yazıları