BU MANZARAYA AĞLAMAK YUFKA YÜREKLİLİK DEĞİL AMA AĞLAMAMAK; YÜREKSİZLİK
Bağdat, “yufka yürekli değilim”diyen çift kimlikli yazarı ağlatmamış
Abdullah Gül Irak’a giderken uçaktaki gazetecileri uyarmış:
“Bağdat’ı yıllar önce en şaşaalı döneminde görenler uzunca aradan sonra bir de şimdi göreceklerse ağlayabilirler”
Yenişafak’ın çift kimlikli yazarı Bağdat’ın şaşaalı günlerini görenlerdenmiş. Taha Kıvanç köşesinde “Bağdat beni ağlatmadı; daha yufka yürekli biri olsaydım ağlayabilirdim...” yazdı dün.
Sonra da şehre dair izlenimlerini aktardı:
“Sadece yıkım gördüm... Bir de üniformalı kişiler: Askerler, polisler...
Korkusuzca sokağa adım atılamıyor ve ancak belli bir bölge içerisinde el-kol sallanarak dolaşılabiliyor...
Bizim buraya gelişimiz de Bağdat harap olduktan sonra gerçekleşti işte...”
’Yeşil Hat’tın içinde, ‘zırhlı araçlarla’ turlarken görülemeyebilecekleri de ben ekleyeyim:
Katledilmiş 1.5 milyon ’insan’...
Dünyanın en büyük toplu mezarları arasına girmeye aday bir ülke...
Kucakları boş kalan anneler...
Hayata eksik başlayan, bir parçası kopan, bir parçası yanan, bir parçası oyulmuş, bir parçası vurulmuş; kolsuz, bacaksız, gözsüz, kulaksız, kimi ’akılsız’ kalan çocuklar...
İşgalcilerden acı bir hatıra olarak müslüman kadınların gözlerinin önünde büyüyecek, her biri bir tecavüzün belgesi olan “başka çocuklar”...
Sonuçları içini burkmasa, gözlerini sulandırmasa da, bütün bunların yaşanmaması için ’tek başına’ mücadele ettiğini anlatıyor gururla Taha Kıvanç.
“Böyle diyen biri Bush’u savunabilir mi?” diye sormayın. Bende bu tutarsızlığın, bu çelişkinin izahı olabilecek türden bir cevap yok.
Bush’u savundu
Taha Kıvanç yüzyılın en zalim liderlerinden birinin avukatlığına da soyunabiliyor. Utanmasa “Bush masumdur” diyecek. “Irak’ı işgal etmeyi aslında hiç istemedi.... Hatta tek başına kendini neo-conlara siper etti. Ama bu çılgınları durduramadı. Ne yapsın zavallı...”
Kıvanç bir daha böyle “macera”lara atılmamaları için “Bush’u kafasının etini yiyerek Irak’a operasyona zorlayan Neo-Çılgınlar ekibinin öndegelen isimlerini birkaç ay Bağdat’ta kalma cezasına çarptırmayı” öneriyor.
Aklınca “kalebentliğe” atıfta bulunarak tarihle bağ kuracak çiftkimlikli yazar...
Acaba ortada Bağdat’ın kalesi kalmış mı ki, kalebenti olsun...
Irak neo-con’lar için bir sürgün yeri mi gerçekten, yoksa toprağını, petrolünü, sınırlarını, tarihini, kimliklerini, mezheplerini, kadınlarını, kızlarını tepe tepe kullandıkları bir ’vaha’ mı?
Ne demiş atalarımız:
Az laf çok iş!
Çift kimlikli yazarın Irak’ta yaşananları ’Amerikan macerası’ olarak nitelendirmesi herşeyi açıklamaya yetmiyor mu zaten?
Biz yılladır yanıbaşımızda insanlık adına vahşet, bir toplum adına dram, çocuklar için korku sahneleri izliyoruz...
Oysa o, dört yıldır Hollywood yapımı bir aksiyon filmi gibi izlemiş Irak trajedisini...
Eeee siz Lara Craft izlerken ağlayan kaç kişi gördünüz?
Not:
Atalarımız bir şey daha söylemiş:
Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim. Çift kimlikli yazarın kankisi de şehit cenazelerini gülerek uğurlamıyor muydu?
++++++
“SİZ” kimsiniz?
Bu hoca üniversiteyi bile yönetemedi, biz de onu rektör yapmadık.
Prof. Mustafa Akaydın şu anda CHP Antalya Büyükşehir Belediye Başkan adayı. Erdoğan Antalya mitinginde, Prof Akaydın’a sataşıyor:
“Bu hoca üniversiteyi bile yönetemedi, biz de onu rektör yapmadık.”
Ne, ne, ne?
“Biz yapmadık” öyle mi?
“Biz”.
Siz kimsiniz?
İki yüksek şahsiyet. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan.
Yasaya göre rektörleri atama yetkisi Cumhurbaşkanı’na ait. Erdoğan “biz” derken, asıl Gül’ü kastediyor. Kağıt üzerinde kendisinin rektör atamalarıyla ilgisi yok. Buna rağmen, “biz” .
Tarafsızlığı üzerine yemin etmiş olan Gül, şimdi biz parantezinde, AKP ruh ve imanıyla, Erdoğan’la kol kola.
Erdoğan’ın bu sözüyle, en çok açığa düşen Gül. Gel gör ki ağzını açamıyor. Ne de olsa, karşısında kendisini o koltuğa oturtan irade var. Yüzde 47 ile “biz” arasında kayak yapan ülkede ibretlik hikayelere bir yenisi daha ekleniyor...
* Yalçın Doğan / Hürriyet
Üniversitelerarası Kurul eski Başkanı da olan Prof. Akaydın Akdeniz Üniversitesi Rektörlük seçiminden birinci sırada çıkmıştı. Ancak Cumhurbaşkanı, ikinci sıradaki İsrafil Kurtcephe’yi atamıştı.
++++++
T.C. Anayasası ne olacak?
Abdullah Gül’ün Kuzey Irak’tan “Kürdistan” diye bahsetmesi karşısında ne yazacaklarını, nasıl alkış tutacaklarını şaşıranlar ölçüyü fena kaçırdılar
Erivan ziyaretindeki gibi. Gül kokulu muhalefet Cumhurbaşkanı’nın uçağından “Kürdistan” telaffuzu karşısındaki memnuniyetini bildiriyor. Başbakan’a “genel af” göndermesi yapıyor...
Keşke Irak Anayasası’na gösterilen saygının binde birini Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na da gösterebilseler... Bizim anayasamızda da, bir müstemleke olduğumuz değil “Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün” olan “Türkçe konuşan”, “Ankara’dan yönetilen” bağımsız bir devlet olduğumuz yazıyor.
Kimi “tabuları yıktı” diyor, kimi “devletin yapamadığını yaptı”. Bu manşetlere, yorumlara imza atanlar “Devlet” ile “Cumhurbaşkanlığı” arasındaki ilişkiyi neye göre değerlendiriyor? Anayasaya göre olmadığı muhakak. Çünkü Anayasaya göre “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyeti devletinin başı”.
Cumhurbaşkanı, Anayasanın 103. maddesine göre, görevine başlarken“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve Milletin bölünmez bütünlüğünü, Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağına” dair “Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusu ve şerefi üzerine” ant içer. Yani Cumhurbaşkanı, “bölünmez bütünlüğü bozacak bir projeyi” onaylayamaz, kabullenemez, ona dahil olamaz.
Cumhurbaşkanının yasama, yürütme ve yargı ile ilgili çeşitli görevleri vardır. Ancak bu görevler arasında “tabu yıkmak” yoktur. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın görev sınırlarını, başta belirttiğim gibi Anayasa belirler, kimlerle ne tür pazarlıklar yürüttüğü şaibeli durumdaki medya organları veya mensupları değil.
Cumhurbaşkanı’na sınır bütünlüğümüzü bozacak, milli birliğimizi sarsacak adımlar atması yönünde telkinde bulunanlara, bir hukuk devletinde “en tepedeki makam”ın da denetime tabi olduğunu hatırlatmak isterim. Çünkü, Anayasanın 105. maddesi “Cumhurbaşkanı’nın, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az üçte birinin önerisi üzerine, üye tamsayısının en az dörtte üçünün vereceği kararla vatana ihanet ile suçlanabileceğini” hatırlatır.
++++++
Tabu yıkıldı
Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı gitti, o topraklardan adıyla söz etti, Kürdistan dedi. Dünya başımıza mı yıkıldı?
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir tabusundan daha kurtulduk. Fena mı oldu?
* İsmet Berkan / Radikal
++++++
Nihayet
Kemalist kardeşlerimize “ıhhh” dedirtse de Kürdistan’a Kürdistan denilebilen günlere geldik.
* Ahmet Altan / Taraf
++++++
İnşallah
Af konusunda Erdoğan gerekli siyasal iradeyi sergileyebilecek mi? Gül’le Bağdat’a uçarken, aslında Türkiye’nin önümüzdeki siyasal gündeminin bir numaralı konusunu konuşmuş olduk. Yani sivil siyasetin önünün açılması...Gül ’Umutluyum’ dedi. İnşallah...
* Hasan Cemal / Milliyet
++++++
Engin Ardıç’a değmez
Cuma akşamı “Yazımı çekiyorum” dedim, yerine minik bir açıklama koyup.. Sakin sakin düşününce “Değmez” dedim.. “O yazıya yanıt vermeye değmez..”
Ortada yığınla Türk ve Amerikan kaynağı var, Atatürk ve McArthur görüşmesi üzerine.. Hepsi yalan, adını kimsenin bilmediği birisi tam tersini yazmış, o doğru.. Şimdi bunu ciddiye almanın alemi var mı?.. Hem de tartışma adabını dahi bilmeden küfüre sığınan birini ciddiye almanın.. Ayni gazetenin yazarları tartışmaz diye bir kural yok. Tartışır.. Fikir ve ifade özgürlüğüne inanıyorsak, herkes fikrini açıkça söyler.. Kimi adam gibi söyler, kimi beceremez, söver..
Sabah yıllardan beri kritik günler yaşıyor.. Şimdi bunca emeği, bunca savaşı gavura kızıp berbat etmenin alemi yok!..
Öfkelenmeme sözü verdim kendi kendime bir daha..
* Hıncal Uluç / Sabah
++++++
MİNİ YORUM
Halk cahil mi tartışması
Sızdırılan bir kasetten dolayı Karadayı’ya atfedilen “Halk cahildir Cumhurbaşkanını seçemez” sözüne tepki büyük. 29 Mart’ta İl Genel Meclisi, Belediye Meclisi, Belediye Başkan Adaylarına verilen oylar arasındaki oranlara bakıp, halkın tercihlerini neyin şekillendirdiğini göreceğiz. Bakalım ortada bilinçli bir tercih mi, ezber mi var? Adına cehalet mi denir, duyarsızlık mı, ilgisizlik mi, kendi canının derdine düşmek mi, gaflet mi, atalet mi tartışılır... Ama toplumun, ülkenin idari sistemi, makamlar ve onların ifade ettiği değerler konusundaki tutumunu 29 Mart gecesi hep birlikte göreceğiz. Bu tutum Cumhurbaşkanı’nı belirleyebilecek düzeyde midir bunu da 30 Mart günü tartışmak daha doğru olur...