Bu kadar sessiz mi vicdanın!..
Hastane odasındaki tutuklu hastanın doktorunu da alıp içeri attılar...
Peşinden hemşiresini gözaltına aldılar...
Arkasından refakatçisini götürdüler...
Yatağı kaldı...
Belki karyolasını dört ucundan taşıyıp içeri atsalardı, kendisi de karyolanın üzerinde olduğuna göre, sorun kalmayacaktı...
*
Olmadı, hastane odasını bastılar...
İlaç kutularını aradılar...
Röntgen aletinin içine baktılar, ne çekti diye...
Yatağını da aldılar sonunda...
Tekerlekli sandalyeye oturtup bir başka hastaneye taşıdılar...
*
Tüm bunları iktidarın getirdiği Adli Tıp heyetinin “O kadar da hasta değil” raporuna dayanarak
yaptılar...
Heyet iki kişilik...
Eee birisi heyet başkanı...
Rapor kardiyoloji ile ilgili, ama raporu düzenleyen heyet başkanı ortopedist...
Önceki gün TTB (Türk Tabipleri Birliği) açıkladı; o raporu veren “gerçeğe aykırı rapor düzenlemekten” defalarca meslekten men cezası almış birisi zaten...
*
Ergenekon tutuklusu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın öyküsüdür bu...
Ben onu, muhabirlerimiz haber verdiklerinde, bir gece sabaha karşı yatağından kalkıp, kimsesiz bir hasta için koşup geldiğinde tanımıştım.
Sonra da hep hastalara şifa dağıtmak için koşuştururken gördüm.
Kurduğu üniversiteden yetişen gençler dünyanın dört bir yanındalar...
Bozkır Ankara’nın kayalık-taşlık tepelerinde yetiştirdiği koca bir ormanın önünden geçerim her gün...
Bir hastane kurdu; on binlerce insan şifa buldu orada...
Geliştirdiği ve kurumsallaştırdığı organ nakli ile nice yetişkinler ve çocuklar yaşamlarını sürdürdüler...
*
Şimdi o hasta...
Tutuklu olduğu halde, odasını
bastılar...
Doktorunu, hemşiresini, refakatçisini, odasını, yatağını aldılar elinden...
Tek başınaydı...
Ne diyebiliriz ki!..
Bu kadar mı vefasızsın Türkiye?..
Bu kadar sessiz mi vicdanın?..
İnsanlık bu kadar mı uzaktı?..
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Amerika durduk yerde polemik yaratmaz
... ABD-AKP Şikesi: Dış politikada milliyetçi güdüleri tahrik ederek kitleleri kazanmak AKP’nin iyi yaptığı bir iş. Amerika seçim arifesinde Başbakan’a sesini yükseltebileceği bir fırsat, gollük bir pas vermiştir.
Güngör Mengi / Vatan
+++
YAŞ’lı darbe
Dün TBMM Milli Savunma Komisyonu’nda görüşülerek kabul edilen tasarının tam adı; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı.
Gerekçesinde belirtilen amacı: YAŞ kararlarıyla TSK’dan uzaklaştırılanların yoksun bırakıldıkları haklarının geri verilmesi.
Tasarı Genel Kurul’dan da geçerse 900 dolayında subay ve astsubay isterlerse TSK’ya yeniden dönebilecek. İstemezler ya da durumları uygun değilse mahrum kaldıkları hakları kendilerine ödenecek.
Bu özetten sonra geliyoruz komisyon üyesi CHP Milletvekili Rasim Çakır’ın söylediklerine.
“Tasarı sadece Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) kararıyla TSK’dan atılanları kapsıyor. Bunlar da bilindiği gibi 28 Şubat 1997 sürecinde, büyük çoğunluğu irticai faaliyet gerekçesiyle ordudan atılan subay ve astsubaylar. Oysa bir de ikili ve üçlü kararname ile... Yani, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinde darbeciler tarafından ordudan atılan subay ve astsubaylar var. Dolayısıyla hak, adalet, eşitlik vs. adına onları da kapsaması gerekirdi. İşte bu nedenle ben ve bir grup CHP’li arkadaşım, ikili ve üçlü kararnamelerle atılanları da kapsam içine alan bir önerge verdik. Ancak ne yazık ki önergemiz AKP’lilerin oylarıyla reddedildi.
İktidar partisi 12 Eylül’deki anayasa referandumunda ”Evet deyin ki 12 Eylülcülerden hesap soralım“, diyorlardı. Şimdi bırakın hesap sormayı, 12 Eylülcülerin mağdur ettiği insanların mağduriyetlerini gidermeye bile yanaşmıyorlar. “Yetmez ama evet“çiler kendilerini ve halkı aldattıklarını nihayet anlamışlar mıdır?
Melih Aşık / Milliyet
+++
Neresinden tutsan elinde kalan ülke
Bugün Soner Yalçın...
Yarın Bekir Coşkun...
Öbür gün Yılmaz Özdil...
Sonra Uğur Dündar... Seçimler yaklaştıkça daha çok baskın, daha çok dalga... Bahane çok nasıl olsa...
Kopyala, yapıştır, iddianame kalın olsun, soruşturma uzun sürsün, dava yıllarca sürünsün, seni eleştiren gazeteci ömrünü çürütsün... Neresinden tutarsanız memleketin, elinizde kalıyor artık. Hukuk, sağlık, eğitim, basın, polis. Ve bu durumun bizi soktuğu ruh halinin sorumlusu ’ileri demokrasi’.
Çok merak ediyorum...
İleri demokrasilerde, gazetecinin tahrik edici yazıları da tecavüzü veya tacizi haklı kılıyor mudur acaba?
Ulema Orhan Ç.’ye bir sorsak...
Bilsek ve ona göre tedbirimizi
alsak...
Nihat Sırdar / Akşam
+++
İktidar hareminde gazeteci cariyeler
Eskiden beri dinsel duyarlılıkla yazan gazeteci kadınlar vardır. Fikirlerini beğenmesem bile bunlara saygılıyım. Yazsınlar, konuşsunlar...
Bir de mini etek giyip ithal rujla dudak boyayıp türbancılık oynayan gazeteci kadınlar var.
Onlara ben cariye ruhlu kadınlar diyorum...
Bu iktidar cariyeleri; muhalif gazetecileri karalamak gibi boylarını aşan işe de kalkışıyorlar. Oda TV susturulmuş, gazeteciler gözaltına alınmış... İktidar haremindeki kadın gazeteci; bu baskıyı tamtam çalarak teşvik ediyor.
Ver parayı, yapsın istediğin işi...
Televizyonlarda azarlanmaya bile razı... İktidar taraftarı olsun azarlayan yeter ki...
Bir de görüntüsüne bakıyorsun... İktidar haremine yakışıyor doğrusu...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
İki satırda yavşaklık
Günlerdİr medyada OdaTV ve Soner Yalçın hakkında yorum yapan ’demokrat’ kalemler savunmalarına ’Bizim görüşlerimiz örtüşmezdi, onu hiç sevmezdim, hiç tanımam, görüşmezdik’diye başlıyor. Başkaları hakkında bu kadar büyük ’Ama’larla konuştuklarını hiç görmemiştim; nedir bu rezerv ve kendini garantiye alma, ’Aman beni bulaştırmayın’ diye tedbir alma çalışmaları. Benim söyleyemediğimi Ahmet Hakan söylemiş dün. Umarım bütün mahalle arkadaşları da okumuştur: ’Düşene sahip çıkarken ’Ben asla onunla aynı fikirde değilim’ tarzı kendini garantiye alma yöntemine başvurmaya yavşaklık
denir.’
Oray Eğin / Akşam
+++
Mehmet Altan profesörlük unvanını derhal bıraksın
Mehmet Altan aradı. Verdi veriştirdi tabii ki...
İnsan AKP’yi destekleyebilir, görüşleri örtüşüyordur veya AKP’li bir gazetede başyazarlık yaparak ve AKP politikalarını destekleyerek ekmeğini kazanıyordur. (Böylesi çok var, bunların bir kısmı yarın görüş de değiştirir, devran dönmüştür çünkü.) Bunu, yeri gelince eleştiri konusu yapabilirim ama kınamam! Derin insanlık hallerindendir! Mesela eskiden YÖK’ü yerden yere vururdu, şimdi ise YÖK üzerine yılda bir kez yazar-yazmaz... Mesela bunu eleştiririm!
Mehmet en şiddetli olarak doktorasından girdi tabii söze... ”Ben doktoramı Sorbonne’dan aldım, bunu bile bilmiyorsun ve yanlış yazıyorsun“ dedi. Dünkü yazımda doktora ile ilgili şöyle yazmıştım: ”O, Avrupa standartlarına çok meraklıdır. Değil profesör, doktora bile alamazdı Avrupa’da... Bu standartlara uymalı ve öncelikle şu cüppesini bırakmalı. Çifte standart ayıp oluyor.
Doktorasını Sorbonne’dan almış. Sorbonne’da insanı boş bırakmazlar, doktora payesini öyle kolay vermezler, mutlaka başarılı ve ciddi bir çalışmadır. Tabii, Mehmet’in doktorasını Fransa’da yaptığını araştırsaydım (bir eksiklik!), bu cümleyi öyle değil şöyle kurardım:
“O Avrupa standartlarına çok meraklıdır, orada doçent ve profesör olmak için doktoradan sonra yaptığın bilimsel araştırmalara bakarlardı... Eğer araştırmaların yoksa, ne doçent ne profesör olabilirdin. (Öyle değil mi Mehmet!).. Ama Türkiye’de hem doçent hem profesör oldun... Avrupa standartlarını kendine uygula ve profesörlük cüppeni çıkar...”
Mesela bugün Türkiye’de doçent ve profesör olabilmek için bilimsel araştırmalar yapmak ve bunları kanıtlamak zorundasın. Sen o zamanlar dosyanda bugünkü kıstaslara göre tek bir bilimsel araştırman bile olmadan, -yasal olarak- profesör oldun!
Mesele budur ve dünkü yazımın merkezinde de bu düşünce vardır... Sorbonne’dan doktoranı alman, bu gerçeği değiştirmiyor! O nedenle yineliyorum: Profesörlük cüppeni çıkar! Sorbonne doktoranı gölgeleme!
Gazcılar kullanıyor
Mehmet, Odatv konusunda şöyle dedi: “Sen biliyor musun o yazıyı yazarken elimde ne gibi bilgiler var?” Hayır bilmiyorum, ben sadece yazdığın yazıyı biliyorum!
“Bende neler var neler” masalını biliyoruz. Söylediğinden anlıyorum ki, bugün Balyoz ve Ergenekon operasyonlarını düzenleyen ve yönetenler (emniyet ve savcılık olsa gerek, bir de iktidardan birileri!), sizi arada sırada toplayıp “brief” ediyorlar ve yönlendiriyorlar! Yani gaz verip kamuoyu yaratmaları için, affedersin, “kullanıyorlar”. Şu sahip olduğun “bilgi”leri bir yazsan da öğrensek?!
İnsanların gerçek niteliği, zor günlerde ortaya çıkar, gerçek gazeteciler de! Ama “meslekten” gazeteci olmayıp da gazeteciliğe siyasi nedenlerle bulaşanların foyası da böyle zamanlarda hemen ortaya çıkar!
Oysa iktidar adına “Odatv yetmez, medyada daha neler var neler, onlar da yok edilmelidir” diyerek ortalığa dökülmek, utanç vericidir. Yüz kızartıcı bir suçtur, en azından basın etiği gereğince...
İnsanlık gereğince demiyorum! Çünkü insanlığın tarihi, insanlığa, toplumlara karşı sürekli suç işleme tarihidir! Bu açıdan, kapkaranlıktır bu tarih!
11 No’lu CD’den haber ver
Evet, yineliyorum: Mehmet, Avrupa standartlarına göre asla alamayacağı profesörlük unvanını, derhal bırakmalıdır!
Bir de soruyorum: Şu Balyoz’daki 11 No’lu “sahtekâr CD” üzerine ne düşünüyorsun?
Orhan Bursalı / Cumhuriyet
+++
‘Zıpçıktılar dalga geçse de Anıtkabir’deyiz’
Balyoz’dan tutuklanan askerlerin eşleri cumartesi günü(bugün) Anıtkabir’de buluşma kararı aldı.
Eylemin amacı belli:
Yaşanan hukuksuzluklara karşı hukuku savunmak!
Buluşma yeri Anıtkabir olunca, kendini yazar sanan bazı zıpçıktılar akıllarınca dalga geçmeye başladı...
Bırakın geçsinler!
Çünkü bu zavallılar bilmez ki;
Atatürk sevgisi, bu halkın olmazsa olmazıdır...
Bayramda gider, evlenince gider, askere giderken uğrar, çocuğu olunca çocuğunu götürmek için gider...
Peki;
Bu zavallı yandaş tayfası
nereye gider?
Kim iktidarsa, onun kapı-
sına...
Eeee; ne de olsa Anıtkabir’de insana hak etmediği koltuk ve para dağıtılmıyor!
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
Basın özgürlüğü ülkemizde polisin gazete, dergi, radyo, televizyon ve internet sitelerini “basma özgürlüğü” olarak kullanıyor...
Gülhan Elmas