Bu darbe, başka darbe
Türkiye’nin en güvenilir kurumuna karşı yapılan bu sistematik psikolojik savaşın amacı nedir?
TSK bir karşı darbenin saldırılarına mı maruzdur? Kimdir bu neo-darbeciler ve ne istemektedirler?
Soğuk Savaş bitene kadar Türkiye’nin iç ve dış politikası belliydi. Ortak düşman belliydi; komünistler.
Ne olduysa Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla başladı. Kemalizm “out”, Ilımlı İslam “in” oluverdi!
ABD Türkiye’ye “yeni bir elbise” giydirmek istedi. Eskiden Amerika isteyince askeri darbe yapılıyor ve zorla da olsa “elbise” giydiriliyordu. Oysa şimdi, dün elbisenin giyilmesine aracı olan TSK, bu yeni “elbiseyi” giymek istemiyordu.
ABD olsanız ne yaparsınız? Hemen o “elbiseyi” giymeye istekli kurumlarla işbirliği yaparsınız. Yetmedi parti kurarsanız! Ve bu işbirliği sayesinde “elbiseyi” giymeyenleri tasfiye edersiniz.
2003’e dönelim. Amerika’nın Irak işgalinin mimarlarından Paul Wolfowitz tezkerenin reddinden kimi sorumlu tuttu: Türkiye’de bize destek olacağını düşündüğümüz, aramızdaki ittifakın çok önemli geleneksel destekçisi kurumlardan aradığımız desteği bulamadık. Ordunun söylemesi gereken bir şey vardı: “Amerika’yı desteklemek Türkiye’nin çıkarınadır” demeliydi.
Kurşunsuz savaşan ulus
Tarih 19 Nisan 2003. New York Times’da “Savaşan Bir Ulus” başlıklı bir yazı yayınlandı. Alan Cowell, yazısına, “Tek bir kuşun dahi atılmadan Türk ordusunda çok pahalı bir savaş yaşandı” diye başladı. 1 Mart tezkeresi reddedildiğinde Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. New York Times şöyle yazdı: “General Özkök’ün selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman gibi generaller, General Özkök’ün Amerika Birleşik Devletleri’yle bu denli işbirliği içinde olmaması gerektiğini savunuyorlar.”
Yani: Amerika’nın derdi, Türk ordusunda bazı kesimlerin Amerika’yla koşulsuz şartsız işbirliğine onay vermemesi.
Yazının bir başka bölümünü aktaralım: Dahası, bazı ordu uzmanları, söz konusu krizin, ordunun en üst kademeli kumandanları arasında uzun süredir devam eden bir tartışmayla keskinleştiğine inanıyor. Batı tarafından kabul görme arzusu taşıyanlarla - ki bu arzu Ankara’nın Avrupa Birliği’ne katılma isteğinde de somutlaşıyor - ulusu Avrupa ve ABD’den uzaklaştırarak, Rusya ve Çin gibi yeni müttefikler aramaya itecek daha derin bir ulusalcılığı benimseyenler arasındaki tartışma bu.
“Türkiye’yi Kazanmak”
Amerika’nın dış siyasetini belirlemede en önemli kurumlardan biri olan Brookings Enstitüsü geçen yıl “Winning Turkey” (Türkiye’yi Kazanmak) diye bir kitap çıkardı.
Ortadoğu uzmanı ve Başkan Obama’nın danışmanlarından Philip H. Gordon kitabında Türkiye’de askeri bir darbe sonrasında neler olacağını şöyle kestirdi: Türkiye’de askeri hükümet Ankara’nın 10 yıl önce başlattığı Avrupa Birliği’ne katılma amacından vazgeçerek başvurusunu geri çeker; NATO üyeliğini askıya alır; Amerika’nın Türkiye topraklarındaki askeri üslerini kullanmasını yasaklar ve bundan böyle daha bağımsız bir dış siyaset izleyeceğini açıklayarak Rusya, Çin ve İran’la daha yakın diplomatik, ekonomik ve enerji bağları kuracağını ilan eder ve bunlara ek olarak, Kuzey Irak’ı karşısına alır.
Psikolojik savaşın merkezinin neresi olduğu belli değil mi?
Komutanlar sürekli “artık askeri darbeler dönemi bitti” diye açıklamalarda bulunsa da, Amerikan neo-conları (ve Türkiye’deki takipçileri) bir o kadar Genelkurmay’ın darbe yapacağını yazıyor!
Sormak zorundayız: Türkiye’de “ABD elbisesini” giymek isteyenler, askeri darbe yalanını ortaya atıp, Cumhuriyetçi kadrolara karşı büyük bir tasfiye operasyonuna girişmiş olamaz mı?
Sizin darbeden salt anladığınız, sabaha karşı yönetime el konulması, bildiri okunması, tankların yürümesi gibi soğuk savaş dönemi müdahaleleri mi? Arenada aslanların önüne atılır gibi, saygın isimler, adı şaibeli kişilerle birlikte kamuoyunun önüne çıkarılmıyor mu? Yıpratma taktiklerinin yapıldığı ortada değil mi? Bunlar psikolojik savaşın hep bir merkezden yürütüldüğünü göstermiyor mu?
Ve bu gerçekten Türkiye’nin son yıllarda gördüğü -hakkını vermek gerekiyor- en başarılı psikolojik savaş yöntemiyle yapılmıyor mu?
Hala soruyor musunuz; “bu kirli savaşın arkasında kimler var” diye...
* Soner Yalçın / Hürriyet
++++++
Darbeyi sadece askerler mi yapar?
Darbeyi polisler ya da Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi “renkli -siviller” de yapabilir pekala. Bu topraklardaki darbelerin hep iç dinamiklerle hareket ettiğini düşünüyorsanız 1876 darbesinin arkasında İngilizler yok mu, 1913 Babıali baskınıyla Almanlar’ın ilişkisi ne, 12 Eylül’ü “bizim oğlanlara” yaptıranlar kim bir daha düşünün.
++++++
Bilgileri kim sızdırıyor?
Gizliliği koruması için savcıya söz geçiremeyen bir Adalet Bakanı ve emrindeki polise sahip çıkamayan bir İçişleri Bakanı olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, cumartesi günü gazetecilere şunu söyledi:Gizli olan soruşturmanın basın yayın organlarında yer alması sorundur ve suç teşkil eder.
İlginç bir durum: Savcılık ve Emniyet birlikte bir operasyon sürdürüyorlar ve bu operasyonun gizliliğine riayet etmediği için medya suçlanıyor.
Soruşturmanın hangi yolu izleyeceğini, bulunan delilleri gizli kalması gereken polis ve savcılık ifadelerini hep AKP medyasından takip edebildik. Hatta bazı yazarlar ilerideki tutuklamalarda kimlerin içeriye alınacapını bile önceden haber verebildiler. AKP medyası bu haberleri kimden almış olabilir?
1. Savcılık, soruşturma için kamuoyu yaratmak üzere haberleri kasten sızdırmıştır.
2. Polis bu haberleri gazetelere sızdırarak korku yaratmak peşindedir.
Bu haberler bizzat savcılık ve polis tarafından sızdırıldı.
Gizliliği koruması için savcıya söz geçiremeyen bir Adalet Bakanı ve emrindeki polise sahip çıkamayan bir İçişleri Bakanı olabileceğini düşünebiliyor musunuz?
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
Operasyonla yüzleşmek
Batı Türkiye’de, “Avrupa’daki gibi bir devlet yapısı istemiyor”. Onlar Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’nin yerini alacak, ABD ve İngiltere ile işbirliği içindeki “Sünni Arap dünyasına yamanmış bir Anadolu’yu”, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine istiyorlar... Ancak ABD, İngiltere ve İsrail’in öncülüğünü yaptığı “Ilımlı ve uyumlu İslam devleti” modelinin önünde büyük engeller var;
- Katılımcı demokrasiyi, sosyal ve laik hukuk devleti düzenini savunanlar dinci yapılanmaya karşı çıkıyorlar.
- Bu cephenin içinde yer alan ulusalcılar, Atatürkçüler, sosyal demokratlar ve solcular engeller.
- Merkez ve merkez sağ milliyetçi kesimin önemli bir bölümü işbirlikçi dincilere karşı çıkıyor.
- Siyasal İslamı öne çıkarmakla birlikte, ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün dayattığı “işbirlikçi İslami yapılanmaya karşı çıkan çevreler” de var.
- TSK de kurumsal olarak, şiddetle karşı.
Dış odaklar, ulusalcılar ve TSK’den başlayarak yollarındaki engelleri temizlemeye çalışıyorlar. 2007 ve 2008’de yaşadığımız ve 2009’a uzanan inanılmaz operasyonların nedeni bu. Batılı gizli örgütlerin televizyonlara çıkarıp oynattıkları şarlatanlar, 73 milyon insana karşı yürütülen psikolojik savaşın kuklaları.
- Önce Türkiye fiilen yeşil sermayenin ve Batı’nın dev tekellerinin denetimine sokuluyor.
- ‘AB süreci’ ve ‘IMF süreci’ üzerinden ‘Batı kapitalizminin güdümünde’, ulusal refleks gösteremeyecek bir ülke yaratılıyor.
- Sonra ulusalcı cephede etkili olan aydın çevreler ve kurumlar sindirilerek ‘toplumsal ve demokratik tepki gösterme olanakları’ tırpanlanıyor. Üniversiteler, barolar, meslek odaları ve benzeri kurumlar dinci yapılanmanın etkisi içine sokuluyor. Türkiye, dış güçlerin denetimindeki ‘bir operasyonla yüz yüze’ bulunmaktadır.
* Erol Manisalı / Cumhuriyet
++++++
Cahil, katı ve nefret dolu
Ne zaman televizyonu açsam, artık pek de karizması kalmayan saç modeli ve özenle ’bohemleştirilmiş’ kostümüyle onu atıp tutarken buluyorum. Her şeyi o biliyor! Herkesi kolayca hedef gösteriyor, daha olmamış konularda yargılarda bulunuyor.
Peki nereden biliyor bunları, nereden öğreniyor? Onun cevabı yok. Zaten o kadar çok kanal geziyor ki, ne zaman oturup çalışmaya fırsat buluyor belli değil.
Kaldı ki analizleri bilgiye dayanıyor olsa bu kadar keskin olmaz. Yaptığı sosyal bilimlerin temeline aykırı: Hiçbir kuşku, hiçbir şüpheye yer yok. Dogmatik, bildiği tek şeye hapsolmuş ve onun dışına çıkamıyor. Dinci olsa anlarım, ama o da değil.
Dahası, kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi davranmayanlara karşı da müthiş bir nefret içinde.
Yıllarca hapislerde yatmış, işkence görmüş olsa Türkiye Cumhuriyeti’ne yönelik nefretini bir ölçüde anlayabileceğim. Ama siciline bakıyoruz, öyle bir şey de yok. Paris’te gezmiş bol bol. Eldeki veriler bu nefreti açıklamaya maalesef yetmiyor.
Bayramoğlu ve medyadaki diğer ’Neo-Ergenekon’ çetesinin üyeleri için deniyor ki ’Yıllardır aynı çizgide ilerliyorlar, yıllardır aynı şeyi savunuyorlar.’ İstediklerini savunabilirler, bu bizim zenginliğimizdir.
Ama onlarla ilgili en büyük sorun üslupsuzlukları. Kullandıkları dil çok çirkin.
Kahvehanede maç anlatır gibi yorumluyorlar Türkiye’nin siyasi iklimini. Çünkü maalesef çok cahil, çok katı ve çok sertler. Bilgiye dayalı hiçbir derinlik yok, sadece retorikle iş yürütüyorlar. Bu da onları bir ’dogma’nın esaretinden kurtaramıyor.
* Oray Eğin / Akşam
++++++
Mini Yorum
Bir kanaat önderinin tutarlılık testi
“Sınava girdim diye solcular dövünce ülkücü oldum... Militandım... Hiç kafa göz yarmadım... Liderdim...O gün yazdıklarımdan utanıyorum... Ergenekon ülkücü şehitlerin kan hesabı... Ülkücü kalsaydım mafya da olabilirdim, akademik kariyeri tercih ettim... Bahçelievler katliamını bizim duygulu, narin Ünal’ın yaptığına inanmam...” Birbirini çürüten, birini söylerken diğerinin kapısını da kapatmış sayılacağınız bu cümleleri arka arkaya sıralayan kişi, günümüzün ağır kanaat önderi AKP’li vekil Özlem Türköne’nin kocası Mümtaz’er Türköne. Bana kalırsa hala kimliğini arıyor. Tutarlılık testi için ipuçlarını verdim, karakter analizini de buyrun siz yapın...