Bu büyüme kimin için?

Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK ), önceki gün bu yılın üçüncü çeyreği büyüme oranlarını açıkladı. Büyüme ile ilgili ne söylerseniz söyleyin, ne yazarsanız yazın, halktan aynı soruyu alıyorsunuz: Büyüme varsa ben neden hissetmedim?! Bu soruyu soranlar yüzde 90 çoğunluk ise, lafı dolandıranlar bir sonuca gidemez. Çünkü piyasa ekonomisinde herkes kendi cebine girene bakar... Kendi geçimi iyileşmişti mi yani refahı arttı mı, artmadı mı, ona bakar.
2010 yılının üçüncü çeyreğinde cari fiyatlarla GSYH 297.2 milyar lira idi... Bu senenin üçüncü çeyreğinde GSYH 348.8 milyar liraya yükseldi.
Yani cari fiyatlarla yüzde 18.7 arttı. Enflasyonun etkisi düzeltildikten sonra GSYH yüzde 8.2 büyümüş oluyor. Gayri Safi yurt içi hasıla, bir dönemde bir ekonomide yaratılan katma değerlerin toplamı veya nihai mal ve hizmetlerin değeridir.
Normal olarak mal ve hizmet üretimine herkes katılıyor... Sermayeyi koyan sermaye sahibi, bu sermayeyi üretime ve hizmete sokan müteşebbis, çalışan işçi ve memur, toprağını üretime sokan toprak sahibi ve çiftçiler, hepimizin GSYH’daki artışta, yani büyümede payımız var. Bu nedenle herkesin bu büyümeden pay alması gerekir.
Buna rağmen neden herkes “Büyümeyi ben hissetmiyorum” diyor.
Burada temel sorun gelir dağılımı sorunudur. İktisatta, üretim kadar, istihdam ve dağılım da önemlidir. Büyüme ekonomide canlanmanın olduğunu gösteriyor. Bu şartlarda istihdam yaratması ve işsizliğin düşmesi gerekir. Türkiye’de işsizlik oranı kriz yılına göre düştü... Ancak yine de 2011 yılı ortalama işsizlik oranı yüzde onun üstündedir.
Üçüncü çeyrekte dünyanın en fazla büyüyen ülkesi, yüzde 9.1 büyüme oranı ile Çin oldu. Çin’in arkasından yüzde 8.2 oranında büyüme ile Türkiye geldi. Çin’de işsizlik oranı yüzde 4, Türkiye de yüzde 10’dur.
Çünkü Çin yuanın değerini düşük tutarak, aramalı ve hammaddeyi de içeride üretti. Türkiye ise tersine bu yıla kadar TL’nin değerini yüksek tutarak, aramalı ve hammaddeyi ithal etti. Büyüme, istihdam yaratamadı.
İhracata dayalı bir büyüme değil, ithalata dayalı bir büyüme yaşadık. Bu büyümeyi de dışarıdan borçla veya varlık satışları ile kaynak ithal ederek finanse ettik.
Şimdi kur artışı olduğu için , üçüncü çeyrekte ihracatın büyümeye pozitif etkisi oldu. Yani bir düşük kur sorunu yaşamazsak, zaman içinde aramalı ve hammaddeyi de içeride üreterek, işsizliği düşürebiliriz. Ne var ki, dünya konjonktrü de maalesef yüksek büyümeye imkan vermeyen bir sürece girdi.
İşsizlik oranı yüksek olunca, büyüme işsizlere yansımıyor. Büyüme çalışan kesime ve memura da yansımıyor. En taze örneği memur zammıdır. Söz gelimi 2011 yılında hem memura büyümeden hiç refah payı verilmedi; hem de enflasyonun altında zam yapıldı. Yani memurun satın alma gücü de düştü. Diyelim ki Türkiye yüzde 8.2 büyümeyip, 8.2 küçülseydi memurun durumu daha iyi olacaktı. Çünkü fiyatlar da düşmüş olacağı için satın alma gücü artacaktı.
2011 yılında memura 4 artı 4 zam yapıldı. Yani memurun maaşı ilk 6 ayda yüzde 4 ikinci altı ayda da tekrar bunun üstünden yüzde 4 zam yapıldı. 12 aylık ortalama zam, yüzde 6.08’demektir. Oysaki enflasyon yüzde 10 oluyor. Aradaki 4 puanlık zam farkı verilse bile, bir yıl gecikmeli veriliyor. Kaldı ki, büyümeden de hiç pay verilmiyor. Gerçekte memura 4 yüzde puan enflasyon farkı ve 2011 büyüme oranı olan 8 yüzde puan da büyüme payı verilmesi gerekirdi.
2012 yılında da memurun büyümeden pay alması ve reel maaşının devamı için, 2011 yılı için 12 yüzde puan zam farkının verilmesi gerekir. Bu farkı vermeden 2012 zamlarını belirlerseniz, memur büyümeyi haliyle hissetmeyecek, tersine fakirleşecektir.

Yazarın Diğer Yazıları