Bölünen millet
Bölücülük kavramı, özellikle son 30 seneden beri PKK ve yan unsurlarının Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alan faaliyetleri ile beraber Türkiye’deki siyaset terminolojisine iyiden iyiye yerleşti. PKK’nın etnik temele dayalı ayrılıkçı söylemi ve bu söyleme dayalı olarak yaptığı terör eylemleri, Türkiye’nin bütünlüğünü hedef alması bakımından ‘bölücü’ sıfatını kesinlikle hak ediyor.
Bölücülük sadece toprak ya da etnik temele dayalı ayrılıkçı söylemle yapılan bir şey mi?
Elbette hayır.
Müşterek bir tarihe sahip, aynı kültür coğrafyası üzerinde yaşayan, müşterek bir dil üzerinden anlaşan topluluğu, sadece bu saydıklarımız bir millet haline getirmez. Üzüntüde, sevinçte bir olan, milletin varlığı ve devamı konusunda aynı duygunun etrafında birleşebilen bir topluluk söz konusu değilse bir milletten de bahsedebilmemiz oldukça zorlaşır.
PKK’nın etnik temele dayalı bölücülük faaliyetlerinden bahsederken, şimdi de karşımıza Başbakan Erdoğan ve onun çeperinde siyaset yapan kurmaylarının kullandığı kutuplaştırıcı politik dil çıktı. Başbakan Erdoğan’ın kutuplaştırma siyaseti aslında bugünün konusu değil. Başbakan Erdoğan, AKP’nin kurulduğu günden beri bu dil üzerinden siyaset stratejisini oluşturuyor. İtiraf etmek gerekir ki, bu stratejisinde de oldukça başarılı oluyor. AKP’nin kurulduğu günden beri oylarını istikrarlı bir şekilde artırmasının altında, bu stratejiyi başarılı bir şekilde uygulaması yatıyor.
Gelin görün ki, Başbakan Erdoğan’ın kullandığı bu kutuplaştırıcı siyaset dili ona ve partisine oy olarak ciddi bir getiri sağlamasa da, Türkiye’nin bütünlüğü konusunda son derece ciddi bir sıkıntıya neden oluyor.
Başbakan Erdoğan sayesinde millet hemen hemen her konuda tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. Kutuplaştırılan toplumun tarafları birbirine şüphe ile bakıyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Ortada alabildiğine komplo teorisi dolaşıyor. Hemen hemen hiçbir konuda aynı şeyleri düşünemeyen, aynı duyguları yaşamayan bir topluluk haline geldik.
Kendisi ve partisini hedef alan her türlü eleştiriye büyük bir tahammülsüzlük gösteren Başbakan Erdoğan’ın Gezi olayları ile beraber artık çığırından çıkan üslubu sayesinde neredeyse her konuda büyük bir kriz çıkıyor. Bunun en çarpıcı örneğini İstanbul’un 2020 Olimpiyatlarına aday olması konusunda yaşadık. Olimpiyatların alınmasını Başbakan’ın itibarı ve başarısı olarak gören kitle ile olimpiyatların kaybedilmesini iktidarın başarısızlık hanesine yazılacak eksi puan olarak gören kitlenin gerek siyaset sahnesinde ve gerekse de sosyal medya üzerindeki gerginliği, birbirleri için kullandıkları tabirler, vahametin hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından oldukça çarpıcıydı.
Güçlü olan her zaman bütünleştirici ve sakin bir dil kullanmak zorundadır. Hele hele %50 gibi ciddi bir oyla iktidara gelmiş ve memleketi 10 seneden beri kesintisiz idare ediyorsanız buna mecbursunuz. 10 seneden beri mağlubiyet psikolojisi ile yaşayan toplumun diğer %50’lik kesiminin göstereceği reaksiyonlar bazen ölçüyü kaçırabilir. Bu gibi durumlarda sizin vereceğiniz karşılık çok daha büyük bir ölçüsüzlük olursa, toplum işte şu an içinde yaşadığımız büyük bir kutulaşmanın tarafı haline gelir ve millet olma vasfımız günden güne eriyip kaybolur.
Bu pazar Türkiye’nin iki büyük kulübü olan Beşiktaş’la Galatasaray’ın oynadığı müsabakanın ardından yaşanan olaylar, bu vahim tablonun hangi noktaya geldiğini gözler önüne serdi.
Mesele, Beşiktaş’ın Galatasaray karşısında aldığı mağlubiyet ya da Melo’nun kırmızı kart sonrası tribünlere formasını göstermesi ile izah edilebilecek bir şey değil.
Maç devam ederken tribünlerde Beşiktaş taraftarının kendi arasında yaşadığı kavgaları ekrandan defalarca izledik. Öyle görünüyor ki, Beşiktaş tribünlerinde maçın başlamasından itibaren büyük bir gerginlik vardı.
Söylenenlere göre, Beşiktaş’ın meşhur ‘Çarşı Grubu’nun Gezi olaylarına destek vermesinden sonra, hükümete yakın bir takım kesimler, Beşiktaş tribünlerinde ‘1453 Kartalları’ adı altında bir grup kurdurmuş ve çıkan olaylar da Çarşı ile ismi geçen bu grup arasında cereyan etmiş. Sonuçta yaşanan gerilimin ardından hangi gruba mensup oldukları şu ana kadar meçhul olan kişiler sahaya girdi. Allah’tan bu durum çok büyük bir facia ile sonuçlanmadı.
Bu konuda son yıllarda kullandığı ölçüsüz şiddet yüzünden defalarca eleştirdiğim emniyet teşkilatına teşekkür etmek istiyorum. Çıkan olaylar karşısında soğukkanlılıklarını muhafaza etmeleri ve taraftarları tahrik etmeyerek ölçülü müdahaleleri sayesinde olaylar çok daha vahim bir hal almadan sonuçlandı. Demek ki vatandaşa düşman gibi davranmadığınız zaman da hadiseleri daha rahat bir şekilde kontrol edebiliyormuşsunuz.
Başbakan Erdoğan inşallah polisin dünkü duyarlı ve soğukkanlı davranışından ders alır da izleyeceği siyaseti yeniden gözden geçirir. Bölünen ve millet olma vasfını hızla kaybetmeye başlayan toplumumuz, Başbakan Erdoğan’ın izlediği kutuplaştırıcı siyaset sayesinde süratle iç savaşa doğru sürükleniyor. Başbakan Erdoğan yaşanan bu olaylardan sonra gerekli dersi almazsa, Allah korusun yakın bir gelecekte yaşanacak felaketin tek suçlusu olacaktır.