Bizde, küresel risklerin hepsi var...

Paris’te G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısında küresel ekonomideki sorunların “son yıllarda artan gıda ve emtia fiyatları, döviz kuru, kamu borçları ve bütçe açıkları ile küresel ekonomideki ticari dengesizliklerin” olduğu ifade edildi.
Aslında, döviz kuru ile ticari dengesizliklerin arasında doğrudan bir ilişki var. Kurun düşük kalması, ülkenin dış rekabet gücünü düşürüyor. Kur sorununu öteden beri bütün dünya kabul ediyor... Bizde Merkez Bankası’nın sonradan aklı başına geldi... Ancak başta hükümet olmak üzere, siyasi partiler ve birçok insan, kura müdahaleyi “korumacılık” ve “piyasaya müdahale” olarak algılıyorlar .
Ekonomik alanda korumacılık, gümrük vergisi ve ithalat yasakları ile olur. Engellemeler yoluyla olur.
Bugün kimsenin aklına ekonomiyi dışa kapatmak gelmez. Hiçbir ülke bu anlamda korumacılık yolunu seçmez. Aksi halde dünyadan izole olur. Gelişmekte olan ülkelerde aksak piyasa şartları hakimdir. Birçok sektörde oligopol yapılar bulunmaktadır. Mali piyasalarda derinlik yoktur. Reel sektör ve finans sektörü arasında dengesizlik mevcuttur. Sıcak para ve spekülatif sermaye, dalgalı kur sistemini çalıştırmaz. Bu nedenle bizim gibi bazı gelişmekte olan ülkeler, yüksek cari açıklar vermektedir.
Örneğin Türkiye, 2010 yılında 46.5 milyar dolar cari açık vererek dünyada en fazla cari açık veren ülkeler içinde 5. sırada yer almıştır. Cari açık ve finansman maliyetleri, bugün görünmez. Ne var ki dış borçlanma ve bu borçlar için ödenen faiz ile varlık satışlarının kâr transferi, uzun dönemde ülkenin büyümesini engeller. Dışarıya kaynak transferi olur. Bu transferin GSYH’ya oranı, büyüme oranından büyük olursa, ülke fakirleşir.
Türkiye G-20’lerin risk olarak gördüğü, döviz kuru ve küresel ticari dengesizliği çözmek için, mevcut kur sistemini değiştirmelidir.


Varlık satıp, borç kapatmak sorunu çözmez...
Türkiye’de kamu borçlarının GSYH’ya oranı, AB standartlarının altındadır. Buna karşılık devletin aktifleri azalmıştır. Devletin kârlı kuruluşları, altyapı yatırımları satılmıştır. Devletin mülk gelirleri düşmüştür. Başka bir ifade ile pasifteki borçları azaltmak için aktifteki değerler satılmıştır.
Bu bir tercih meselesidir. Yunanistan da devletin aktifindeki milli emlakini, varlıklarını ve adalarını satarak, pasifindeki kamu borçlarını düşürmek istiyor.
Devlet borçları yükünü düşürmenin en doğru ve kalıcı yolu, bunları bütçeden ve vergi gelirleri ile ödemektir. Bütçe açıkları devam ederse, kamu borçları yeniden artacak ve bu defa devletin elinde satacak aktifi de kalmayacaktır.


Gıdada dışa muhtaç olduk...
20 sene önce Türkiye, gıdada kendi kendine yeten 20 ülkeden biri idi. Bugün gıda ithalatçısı olduk. Örneğin 2010 yılında, toplam ithalatın yüzde 13.3’ü, tüketim mallarından oluşmuştur. Yani 2010 yılında tüketim malı ithalatına 25 milyar dolar ödemişiz.
Türkiye’de tarıma verilen destekler, IMF ve Kemal Derviş tarafından 2002 yılından itibaren yarı yarıya azaltıldı. AKP de aynı yolu izledi. Tarımda birçok girdi maliyeti yüksektir. Bu nedenle üretim pahalıya geliyor. Oysa ki kur düşük olduğu için, gıda ithalatı suni olarak daha düşük kalıyor. Fark cari açığa yansıyor.
PKK terörü de özellikle Doğu ve Güneydoğu’da tarıma ve hayvancılığa darbe vurdu.

Yazarın Diğer Yazıları