Biri Erdoğan’a darbe yapıyor ama
Başbakan’ın uçağından bildiren gazeteci kılıklı, önceki gün “Hükümet, hoyratlığın, polislerin bir provokasyonu olabileceğini düşünüyor” diye seslendi.
Dün ise mesajını daha da netleştirmişti:
“Emniyette tasfiye edilen ekip ve bu görüntüler arasında bir bağlantı var mı? Burada hedef Başbakan Erdoğan mı?”
(Ali Bulaç tam bu soruya cevap veriyordu dün:
“Hedef AKP, ya da hükümet değil R. Tayyip Erdoğan...”)
***
Nihayet bingo!
Maske düştü kel göründü!
“Bazı polisler”in, “Erdoğan’a karşı oluşan öfkeyi katmerleyen” akıl almaz kışkırtıcılıklarının üzerindeki perde aralanıyor böylece.
Protestoları “bastırmakla görevlendirilen”lerden “bazıları” protestoların misliyle artmasına yol açıyorlar!
Evet biri Erdoğan’a darbe yapıyor ama; altını oyanlar, “dış odaklar”la iş tutanlar, zannettiğinden daha yakındalar, yanlış yerde arıyor “darbecileri” iktidar.
Hoş artık yekpare bir “iktidar”dan söz edilebilir mi, tartışmalı.
“Benim bakanım”, “benim milletvekilim”, “benim il başkanım”, “benim medyam” hep Başbakan’ın karşısında.
Ne diyorlar bakın satır aralarında?
“The Başkan” olmayı zaten unutsun da “Cumhurbaşkanlığı” da artık rüya...
Yoksa o “sermayedar”lar o böyle güle oynaya karışabilirler miydi “toplumsal muhalefet”in arasına...
Mevzu bu milletin menfaati olsa Açık Radyo gibi, Bianet gibi Soros vakıflarıyla dirsek teması bilinen kuruluşlar, böyle şevkle destekler miydi insanların sokağa inmesini!
Gezi Parkı’nın kaldırılmasına, hukukun çiğnenmesine itiraz etmek, vatandaşlık bilincine sahip herkesin zaten yapması gereken şeydi.
Limanlar, ormanlar satılırken, Kaz Dağları, Karadeniz’in dereleri, kamu kaynakları peşkeş çekilirken, her gün şehit verilirken, insanlar olmayan suç ve delillerle kanunsuz hapsedilirken, çadır mahkemeleri kurulur, çadır tiyatrosunu andıran yargılamalar yapılırken, milli bayramlar yasaklanırken, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine kast edilirken, eyaletleşme başlatılırken, İslam dini, Kur’an dışına çıkarılır ve bedevi anlayışı hakim kılınırken, PKK ile müzakere edilirken, Türk bayrağı, Atatürk, Nutuk, Gençliğe Hitabe, Andımız, adımız “suç unsuru” sayılırken milletin yaşadığı “patlama”nın şaibeli yanı yoktur. Sosyolojik olarak doğal sürecin sonucudur.
Ama..
Bu hadiselerin “halk” açısından iktidara “güle güle” demek anlamı taşıması;
Asla “halk”la aynı değerlerde buluşmamış başka kesimlerin “vakayı”, “gelecek olana selam çakma” fırsatı olarak kullandığı gerçeğini değiştirmez.
“Bak onunla değiliz, sana hazırız” diyor birileri.
Bakın Cengiz Çandar’ın, Şahin Alpay’ın yani sicillerinde “AB temsilcileri ile sivil darbe organizasyonu” bulunanların yazdıklarına... Bakın Ece Temelkuran gibi “Tahrir”i Türkiye’ye taşımak için sabırsızlananlara... Ahmet Altan’a, Sezen Aksu’ya... “Akil”lerin bir kısmına...
Onların varlığı bizi en temel hak ve hürriyetlerimize sahip çıkmaktan geri durdurmamalı ama Polyanna da olmayın; “hepimiz kardeş” değiliz işte, “nihai hedefimiz” bir değil, tek ağızdan “Tayyip İstifa” diye bağırınca “aynı şeyi istiyor” olmuyorsunuz; asıl olan o “istifa” dan sonrasına dair tasarımınız!
***
Yalçın Akdoğan’ın “Başbakan’ı yedirtmeyiz” diye çırpınması, Abdülkadir Selvi’nin “Erdoğan’ı tasfiye edenler, Abdullah Gül’ü Çankaya’ya çıkaralım, Bülent Arınç’ı Başbakan yapalım demeyecek” diyerek darmadağın olmuş safları sıklaştırma gayreti bile yeter anlamaya:
Yukarıda filler tepişiyor, olan bu ülkenin insanlarına oluyor.
Gözleri çıkan, kemikleri kırılan “eylemci”ler de o gencecik Komiser Mustafa da Türkiye’nin yönetimini Türkler’e bırakmamak için her şeyi göze almış haldeki zihniyetin kurbanları aslında...
“Erdoğan’a ne olacağını değil Erdoğan’dan sonra ne olacağı” nı düşünün; o güne dair bir hazırlığınız var mı?
“Devrim” dediğiniz şey, Taksim’den yükselen çığlığı ABD’ye değil Anadolu’nun dağ köylerine duyurarak, sandıkta onlarla aynı adreste buluşarak gerçekleşir.
Bu da takdir edersiniz ki New York Times’a ilan vermekle olacak iş değil!