Bir istifanın perde arkası
Gazetecilik mesleğim sürecinde çok milletvekili istifası, çok parti değiştirmeler gördüm. En baştan söyleyeyim; bu seferki diğerlerine hiç benzemiyor. İzmir Milletvekili Aytun Çıray'ın CHP'den istifa edip Meral Akşener liderliğinde kurulan partinin saflarına katılması... Bu bir siyasi ikbal arayışı mı?.. Aytun Çıray'ı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmesinin hemen ardından yakaladım. Açık açık sordum, Çıray yanıtladı:
-Sizde parti değiştirme fikri nasıl oluştu?
*Sorunuzun cevabına geçmeden önce şahsımı tanımayanlar için kısa bir siyasi özgeçmiş özeti yapayım. Adalet Partisi gençlik kollarında Atatürk'ü içten kucaklayan, pragmatik ama demokrasiye inanan, yumuşak başlı insanların yanında siyasete başladım. Benim fikri namusum kurucu ruha sadakattir. Bayrak ve ezan bizim özgürlük ve inanç sembollerimizdir. Selanikli ve Balkanlı hemşerilerim beni iyi anlayacaklardır; toprak kaybederek anavatana döndüğümüz için vatan ve Atatürk konusunda belki de daha hassasız. Yani benim siyasi kararlarım bu temel değerler üzerinde şekillenir. Ben 36 yaşında müsteşar olarak devletle tanıştım. Önce devlet ve millet diyen bir devlet adamı olarak eğitildim. Siyasete gelince hep AP çizgisinde siyaset yaptım.
-DYP'den neden ayrıldınız?
* Ayrılmadım. Tam aksine 28 Şubat mücadelesinde yargılanma pahasına Sayın Akşener'le birlikte DYP'nin içinde mücadele ettik. Müsteşarlık makamımı arayıp, 'Sen hâlâ orada mısın? Sizi ayaklarınızdan asacaklar' diyen ve bugün demokrat geçinen gazetecilere rağmen müsteşarlık makamında dimdik durdum. DYP'nin o dönem İzmir'de bulunan 7 milletvekilinin yedisi de istifa ettiği için İzmir gezisinde Tansu Çiller'i yalnız bırakmamak adına müsteşarlık görevimden 1997'de kendi isteğimle ayrıldım. Bu arada 1995 ve 99'da iki defa siyasete girme denemem oldu. İki defa ön seçimle seçilecek sıralara gelmeme rağmen Genel Merkez beni listeye koymadı. DYP, 1999 büyük kongresine giderken başta benim ve Sayın Akşener'in olduğu bir grup arkadaşımızla Sayın Köksal Toptan'ın Genel Başkan adaylığını destekledik. Başaramayınca hepimiz tasfiye edildik. Dağıtıldık. Sonuç; DYP, 2002 seçimlerinde barajı aşamadı.
-Bir ara ANAP deneyiminiz oldu..?
* Siyaseten başarısız olunca Başbakanlık Danışmanı olarak devlete geriye döndüm ve Sayın Mesut Yılmaz beni kendi yanında görevlendirdi. Biliyorsunuz; o günlerde çıkan ekonomik krizi ortadan kaldırmak üzere Faik Öztrak, Hakan Özyıldız gibi çok önemli bürokratların teknisyenliğini yaptığı muazzam ama, can yakıcı yapısal tedbirler alındı. Eğer normal seçim zamanına kadar beklenebilseydi, sonuçlar alınmaya başlanacak belki de AKP o kadar oy alamayacaktı. Ama Sayın Bahçeli işin tam ortasında ilk sürprizini yaptı ve erken seçim istedi. O şartlarda seçime giden koalisyon ortaklarından ANAP beni İzmir 2. sıradan aday gösterdi. Barajın aşılamayacağı ortadaydı, ama bana iade-i itibar eden Mesut Yılmaz'a ihanet edip görevden kaçamazdım. Sonrası merkez sağ açısından daha ilginç...
-İlginç olan nedir?
* Tayyip Bey kendisine asıl rakibin soldan değil merkezden çıkacağını bildiği için çok akıllıca bir tutumla merkez sağı tasfiye etti veya ettirdi. Bugün geriye dönüp baktığımda merkez siyasetini AKP'nin o zamanki partneri 'cemaat'in açık rolünü görüyorum. Yine hafızaları tazeleyelim... 2002 seçimleri sonrasında Yargıtay adı -galiba- DEHAP olan partinin seçimlere girme yeterliliğinin olmadığına karar verdi. O durumda DYP barajı aşıyor ve altmışın üzerinde milletvekili çıkarması gerekiyordu. Bilin bakalım ne oldu? 'Kirli' referandumda olduğu gibi YSK devreye girdi ve DYP'yi Meclis'e sokmadı. Meclis toplam yüzde 54 oy ama, üyelerin tamamını paylaşan iki partiden oluştu. İkinci şans ise aynı çizgiden gelen iki partinin, ANAP-DYP'nin birleşmesinde oldu. O dönemi yakından izleyen biri olarak FETÖ'nün tekrar devrede olduğunu düşünüyorum. Biz bu gidişe Sayın Hüsamettin Cindoruk ile müdahale ettik, DP yönetimini aldık, ama başaramadık. Kısacası DYP, ANAP ve DP aynı çizgide partilerdir. Demek ki neymiş? Çıray'ın siyasi çizgisi hiç değişmemiş.
-CHP bu çizgilerin tamamen dışında değil mi?
* Şüphesiz. Ancak her olayı zamanı içinde değerlendirmek gerekir. Merkez siyaset tasfiye olmuş, iktidar merkez görünümlü ama merkez olmayan bir partinin eline geçmiş. 2010 yılında AKP ile 'cemaat' bir anayasa referandumu ile yargıyı siyasallaştırmışlar ve sayın Kılıçdaroğlu CHP'yi takviye etmek istiyor. Ben de o sırada köşe yazarak fikirlerimi ifade ediyorum. Birlikte siyaset yapma önerisini istekle karşıladım ve bana bunun nedenini soran merkezdeki siyaset arkadaşlarıma şunu anlattım: Türkiye bu yönetim anlayışı ile 1914-18 yıllarımıza benzer bir döneme doğru gidiyor, Celâl Bayar ile İsmet Paşa'yı hangi nedenler bir araya getirdiyse o nedenlerle CHP'ye destek olmalıyız. Bu vesile ile Sayın Kılıçdaroğlu'na kendimizi ifade etmemizi sağladığı için müteşekkirim.
-Peki ne oldu da CHP'den ayrılıp Meral Akşener'in partisine girme kararı aldınız?
* 7 Haziran seçimleri sonucunda millet muhalefete bir imkân vermişti. Ne yazık ki şu ya da bu nedenlerle muhalefet Meclis Başkanını dahi seçemedi. Sadece bu başarılabilseydi, demokrasi tarihimiz değişebilirdi. Ne yazık ki iş bununla da kalmadı ve Sayın Erdoğan'ın istediği şartları oluşturarak tekrar bir seçime gitmesini engelleyemediler. Amerikan dizilerinde olan ne varsa Türkiye üzerinde deneniyordu. Birdenbire terör ve kaos ortaya çıktı ve dediler ki, 'Şimdi güç ve millî beraberlik günü, hadi bizi seçin.' İşte o günlerde karar vermiştim: Siyaset statik hale dönüşmüş ve oy dağılımı donmuştu. AKP, merkez sağdan sonra MHP'yi asimile etmeye başlamıştı. Bu demokrasiyi yerle yeksan ederdi. AKP için de kötüydü. Bu nedenlerle merkez sağ bu defa daha kucaklayıcı bir şekilde 'millî merkez' olarak inşa edilmeliydi. Bunu kim yapabilirdi? Millet kimi talep ediyorsa o yapabilirdi. Millet ise Sayın Akşener'i işaret ediyordu. Ama araya bir felâket girdi: 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması.
-Siz o hain kalkışmayı araştıran komisyonda görev yaptınız. Orada yaşadıklarınız kararınızı etkiledi mi?
* Önce şunu netleştirelim: Bu hain kalkışma gerçektir. Ancak 15 yıllık AKP iktidarlarının Anayasa ve yasalara uymamaları, MGK kararlarını hiçe saymaları, görevlerini ihmal ve kötüye kullanma sonucunda ortaya çıkmış bir felâkettir. Ne yazık ki bu felâket Sayın Bahçeli'nin büyük katkıları ile tek adam rejimine geçiş için fırsata dönüştürülmüştür. Türk Milletinin 95 yıllık mücadelesi sonunda kazandığı demokratik kazanımları adeta yerle bir olmuştur. Mücadele noktasında ise canına kast edilen Sayın Cumhurbaşkanı'nın dediği gibi, arkadaşları onu yalnız bırakmıştır. Bana kalırsa 'metal yorgunluğu' FETÖ yorgunluğudur. Ama bunu çözmesi gereken AKP merkez yönetimi değil savcılardır.
-Konumuza dönersek, istifa nedeniniz nedir?
* Türk Milleti bugün anayasası fiilen iptal edilmiş, hukuk devleti ortadan kalkmıştır. Bir partinin AKP'ye iltihakı ile muhalefet, fren etkisini kaybetmiş, CHP tutuklama ve tehditlerle baskı altına alınmaya çalışılmaktadır. Dış politika -eskiden kullanmaktan hoşlanmadığım- beka sorununa dönüşmüştür. Yurt dışına Sayın Cumhurbaşkanı'nı rahatsız edip uyaracak boyutta sermaye ve beyin göçü başladı. Türkiye'yi yönetenler savrulmakta, Amerika, Rusya ve İran arasında baş döndürücü bir şekilde turlamaktadırlar. Kıbrıs elden gitti gidecek. Hatay risk altında. 3,5 milyon sığınmacı gettolaşıyor, sonra mafyalaşacak. Bunlar yetmiyormuş gibi bu yönetim bizi izolasyona tabi tutmaya başladı. Türkiye'nin adeta ikinci bir Kuzey Kore muamelesine maruz bırakılmasına göz yumamayız. Peki bu nasıl yapılacak? Demokrasi içinde çare bulunarak yapılacak. Sayın Akşener düşmüş yollara, merkezin yeniden inşasına çalışıyor. Başarırsa Türkiye nefes alacak. O gelenekten gelen biri olarak bana düşen omuz vermekti. Ama bu bir ikbal için değil, uzun süredir iktidarı terk etmek isteyen seçmenin önüne bir alternatif koymak içindir. 'Ülke ve demokrasi elden gidiyor' diye yakınıp, sonra statükoyu bozduğunuzda feveran etmek iki yüzlülüktür. Şunu herkes bilsin ki Aytun Çıray'ın başı göklere değecek kadar dik.