Bir harem uğruna mı?
Saray hayatının cazibesine dayanamayan Ahmet Altan, milliyetçilik ve bağımsızlığa kin kusarak, Türkleri “azınlık” ilan eden imparatorluk manifestosunu yayımladı
Ahmet Altan’ın üslubunda, atalarının ölüm döşeğinde vasiyet ettiği görevi başarmış hayırlı evlat psikolojisinin izleri var. Öcünü almış, kanını yerde bırakmamış, defterini dürmüş, haddini bildirmiş, namusunu kurtarmış ve şimdi “başı dik, alnı ak(!)” olarak, nihayet eteğindeki taşları dökme cesareti bulabilmiş kendinde...
Mustafa Kemal’in tarihi tavsiyesi unutturulduğu gün, benzer sendromları gösterebilecekler cüretkarlaşmaya başlamıştı. “Sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkardığı adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri tahlil etmek dikkatinden geri kalmıştı” toplum.
Sonra idari mekanizmanın kilit noktaları ‘birilerinin torunları’na devredilmeye başlandı “hayırlı evlat” olabilsinler diye.
Hepimizin dedesi, ninesi vardı kuşkusuz. Ama bu devirde “torun” dediğin üç-beş dönüm tarla, bağ-bahçe, bir çift saban, ev-bark veya temiz bir sicilden fazlasının varisi olmalıydı. Adına, “antika” değerinde bir dava miras kalmalıydı mesela.
Torun vali olacaksa, Dersim’de devlete karşı ayaklanmış olmalıydı dede. Millete vekillik edecekse, işbirlikçi bir şeyh soyundan gelmeliydi. Protokolün ön saflarına kurulacaksa, liyakata bakılmalıydı. Oraya ulaşmayı yüz yıl boyunca hasret ve sabırla beklemiş, “değer bilen”lere yapılmalıydı koltuk tahsisi. Vatanına “paşa paşa” ihanet etmiş bir idamlık yoksa soyağacında, “akil adam”lık neyineydi senin “Eşek Türk”!
Hikayede tam orada başlamıyor
muydu zaten?
Hani Tanzimatçılar ona “Sen, yalnız Osmanlısın. Sakın, başka milletlere bakarak, sen de milli bir ad isteme! Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına neden olursun!” demişlerdi de, Ziya Gökalp’in ifadesiyle “Zavallı Türk, “vatanımı kaybederim” korkusuyla “Vallahi Türk değilim, Osmanlılıktan başka hiçbir topluluğa ait değilim” demek zorunda kalmıştı” ya... Hani ademi merkeziyetçi yapıyı korumak uğruna, ama Türkler dışındaki bütün milletlere “bağımsızlığı” layık görerek, devletin asli sahiplerini “Eşek Türk” diye aşağılama, yoluna gitmişlerdi ya... Hani onlar mandayı savunurken, Türkçülük, “uyur gezer” hale getirilmiş milleti “bir ruh doktoru gibi, Türk olduğuna, dilinin Türkçe ve ölçülerinin halk ölçüleri olduğuna” inandırmıştı da, milli mücadele; biattan direnişe doğru çıkılan yolculuk Cumhuriyet ile taçlanmıştı ya...
Hani kendilerine dalkavukluğu, köleliği layık görenler, kendi kendilerini idare edecekleri rejime başkaldırmışlardı. Yıllarca kin biriktirmişlerdi içlerinde.
Takvimler 1990’ları gösterip, ABD istihbarat servisleri vaktin tamam olduğuna karar verdiğinde, “rövanş” için teknik taktik antremanlarına başladılar. Küllerinden doğacaklardı. Yeni Osmanlılar, toplumun zihnine İkinci Cumhuriyet fikrini nakledeceklerdi. Özal’lı yıllarda büyüyüp serpildiler, kadrolarını yetiştirdi/yerleştirdiler, iktidarı ele geçirdiklerinde de “kaybettiklerini geri almak için” sahaya inmekte zerre tereddüt etmediler. ‘Kıldan ince kılıçtan keskin’di manevraları.
“Ahrar’ın dört atlısı” demişti ya Yeniçağ “hücum kıtaları”na... Rahmetli Mehmet Gül “Batının desteği altında yayınlayarak, kâh Boşnakları, kâh Kürtleri, kâh Arnavutları tahrik edip ayağa kaldırmaya çalışan ve hatta köylüleri bile ayaklanmaya davet eden bir ekip, bütün bunları özgürlükler ve liberalizm adına yapıyordu. Ademi merkeziyetçiler Ahrarcı idi. Şimdi de öyle.” diye uyarmıştı ya...
O gün ruhunu bulgura satanların sayısı biraz daha az olsaydı da, “atlılar” duble yoldan çıkarılıp, yeniden milli mücadele ile yüz yüze gelecekleri tali yollarına sokulabilseydi Anadolu’nun; eyaletleşme hesaplarını İmralı’daki caninin defterlerinden öğreniyor olmazdık kuşkusuz...
Atlıların beşlemesi ‘tarihi hesaplaşma’larını nasıl da ayağa düşürdü. Karşımızdaki altı üstü “vatanı bir çift kadın memesine satmaya” hazır zihniyet artık. Açlığa, yokluğa, zorluğa, zulme, tehdite direnmiş çelik iradeli bir millete meydan okuyan şahıs ancak zaaflarıyla abideleşebilecek tarihte.
Yaşlı kadınlardan hoşlanan, ensest ve eşcinsel ilişki noteri, her türlü sapıklığa Taraf Ahmet Altan’dan bahsediyoruz ey ahali?
600 yıl üç kıtada hüküm sürmek için mi istiyordur yeniden Osmanlıyı? İmparatorluğuna kavuşunca yeniçerinin önüne düşüp sefere mi çıkacak?
Sakın devşirme oğlanlardan, yaşlı kadınlardan kurulu bir hareme sahip olmak için olmasın bu heyecan?
‘Beşinci atlı’ açılımı açtı: Modern bir imparatorluk!
Abdülhamit’i ve imparatorluğu bitiren “Türklerin” milliyetçiliği oldu. İttihatçılar, imparatorluğa “Türk” damgasını basmak isteyince büyük dağılma başladı. Sonunda da imparatorluk çöktü. (...)“Milliyetçilik ve bağımsızlık” akımına bir çözüm bulamayan Osmanlı’nın belki de kurtulma şansı yoktu.
(...) Cumhuriyet’in kuruluşunda “korku” kuvvetli bir yer buldu kendine. “Türk” olmayan her “unsur” bir tehdit olarak görüldü Cumhuriyet tarafından. Kürtler, Ermeniler, Rumlar hep “kuşkulu” bakılması gereken insanlardı. Halife’yi deviren İttihatçılar ve hilafeti kaldıran Cumhuriyet, İslâmı hayat tarzı olarak gören Müslümanları da “kuşkulular” listesine aldı.
(...) Onları “devletin” ve o devletin “asli millet” olarak gördüğü “azınlığın” dışında bıraktık.
Böyle sakat bir yapının gürbüzleşmesi mümkün değildi, gürbüzleşemedik, zebun
olduk. Şimdi Türkiye yeni bir dönemin eşiğinde.
Sarayı, padişahı, “bir azınlık iktidarı” olmayan bir imparatorluğun “birlikte yaşama alışkanlığını” hayata geçirebiliriz, bir ırka, kan bağına dayanmayan, bu ülkenin her ırktan, her inançtan vatandaşlarının eşit olduğu, kimsenin kimseden korkmadığı, bir müminin genelkurmay başkanı, bir Kürdün cumhurbaşkanı, bir Ermeninin başbakan olabileceği “modern bir imparatorluk” olur bu. Bugün yaşanan bütün bu “açılımlara”, eski bir imparatorluk kültürünün “modern bir cumhuriyet” biçiminde yeniden doğuşu olarak bir bakın.
* Ahmet Altan / Taraf
++++++
Bu ne şiddet ne celal; be ey Hasan Cemal!
Güneydoğu Anadolu turnesine çıkan malum gazeteciler Hasan Cemal Kaya ve Osman Cengiz Çandar’ı Ahmet Türk Kasrı Kanco’da ağırlamış; iftar yemeği vermiş! Hasan yazısında, Kasrı Kanco için “Ahmet Türk ailesinin ovaya nazır taştan konağıdır” diyor. Hasan, muhteşem manzara karşısında bir kez daha büyülenmiş. Fakat buranın kanlı bir “derebeyi şatosu” olduğuna ilişkin tek kelime yok Hasan’dan. Hasangiller ertesi gün Eruh’a doğru yola çıkmışlar. Şöyle
diyor: “Uzakta, dağın tepesindeydi
askeri birliğin karargâhı. Kartal
yuvasını andırıyor. Sanki bir ortaçağ şatosu...”
Kürt aşiret reisi kanlı bir derebeylik şatosunda değil, taş konakta oturuyor; asker ise kendine kartal yuvasında bir ortaçağ şatosu yapmış! Bu ne şiddet bu ne celal; be ey Hasan Cemal!
* Deniz Som / Cumhuriyet
++++++
O şimdi DTP’nin yaşam koçu
Kasaptaki etin soğanla beklenen buluşması gerçekleşmiş, Cumhurbaşkanı’nın bahsettiği o “iyi şeyler” fırına verilmiş olacak ki gurme Hasan Cemal Ankara mutfağından iyi kokular geldiğini iddia ediyor. “Aşçı yamakları”nın, “şef garson”un menüsüne limon sıkmasına engel olmak için de yeni bir misyon üstlenmiş. Öyle görülüyor ki DTP artık “Deneyimlerini işbirliğinin derin imbiğinden süzüp stratejiye dönüştürerek” daha çok verim almalarını sağlayacak bir “yaşam koçu”na sahip. Koç ilk antremanında ham bünyeyi çok zorlamadan teorik bilgiler vermiş: “Gırtlak dokuz boğumdan oluşur; konuşmadan dokuz kez yutkunmak gerekir .”
++++++
Orduyu “kağıt parçası” ile vurmamış mıydınız?
Orta Doğu, “Ülkemin petrolünü başkasına yedirmem” diyen Saddam’ın diktatörlüğü bahane edilerek yandı, tutuştu, kavruldu. Sırada petrol ve doğalgaza sahip Kafkasya olabilir. Sonra da İran yanabilir, yakılabilir.
Olmaz değil. Ermenistan ABD’ye... Gürcistan Rusya’ya... Bırakılır, bırakılabilir.
Azerbaycan’ın kolu bükülür, PKK Kandil’den alınır Yukarı Karabağ’a çekilebilir. Süperler arasında “böyle bir gizli paylaşma yapılmış ya da yapılıyor” olabilir. Mazlumların umudu zenci Başkan Obama’nın emriyle ABD ordusu, İran’a girebilir. Birileri Türkiye’yi tarihi bağlarından ve “Yurtta Barış- Cihanda Barış” anlayışından kopartmayı gözüne kestirmiş olabilir.
İran ile Türkiye savaşabilir. Türk ordusu, hazır eli değmişken, Musul’a da bekçilik yapabilir ve ABD ordusu Irak’tan çekilip gidince büyük Arap realitesinin, “Barzani Kürdistan’ına işgalci ABD ile bir olup Irak petrolüne el koymasının bedelini ödetme intikamının” önüne Türk Mehmetçik sayesinde geçilebilir. Bunlar hepsi senaryodur! Fakat bu senaryonun sahici olabileceği izlenimini veren bir gerçek şudur: ABD’nin Türkiye’ye 8 milyar dolarlık füze satmasının onayı Kongre’ye sunuldu.
Türkiye, Ortadoğu coğrafyasında ABD’nin ortağıdır. Her ne kadar biz ABD olarak; Türk ordusunun Kuzey Irak’a girip Kandil dağlarında PKK yuvalarını havadan 48 saatten fazla bombalamasına izin vermediysek ve icabında “başlarına çuval geçirdiysek” de iki ortak bir olacak bölgede barış ve istikrarı sağlayacaklar.
Sayın Kongre üyeleri! Türkiye’nin hem savaş uçakları ve hem de füze saldırılarını bertaraf etmesini öngören uzun menzilli 8 milyar dolarlık füze savunma sistemini TSK’ya, parasını ceplerinden ödemek şartıyla, satmaya izin verin.
Bu izin zaruridir. ABD’nin çıkarı için elzemdir. 90 gün önce Türk ordusuna “bir kağıt parçası” ile yani yazanı bulunmayan sahte bir belgeyle vurmuşlardı. Başbakan, “Bu belge gerçekse vahim, sahteyse daha da vahim!” demişti. 80 gün geçti, hala bu sahte belgenin kimin tarafından yazıldığı ortaya çıkartılmadı.
Şimdi sormak hakkımız! Yazanı bulunmayan kağıt parçası ile vurulan orduya 8 milyar dolarlık füze teslim etmeyi nasıl içinize sindireceksiniz?
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Açılım yılan hikayesine döndü
Açılımcılar açılımı açmak istiyor ama, açık açık açılsın istemiyorlar, kapalı açılsın istiyorlar. Açılımın açılmasını istemeyenler ise kapatmaya karşı... Açılımı kapalı açarsanız, bakın açık açık açıklıyoruz, açık ederiz diyorlar. Diyorlar ama, açılımcılara göre, açacakları açılımı açıklamak suç... En son bıraktığımda, açılımı açacak olan açılımcı parti, kapalı açılımı açıklayacak partilerin kapatılması gerektiğini söylüyordu, sonra ne oldu bilmiyorum.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Saklı seçilmiş emniyetçiler
Polis Meslek Yüksek Okulları giriş sınavı, ÖSYM tarafından yapılmaya başlandı. Ama... Yine; sınavda sorulan soruların bazı dershaneler tarafından Deneme Sınavı adı altında özel olarak seçilen öğrencilere verildiği öne sürüldü. Deneme Sınavı’ndaki sorular sanal âleme bile düştü, mail zincirlerinde dolaşır oldu.
Emniyet Teşkilatı; toplumun tüm kesimlerinin kayıtsız şartsız güvenmesi gereken bir kurum...
İddialar ortadayken, ne yazık ki mümkün olmuyor!
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
ABD uğruna otosansür
Herkes biliyor ki silah alımları Türkiye’nin stratejik ihtiyaçlarını değil ABD’nin ekonomik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik.
Son 7 yılda özelleştirmelerden gelen bütün para silah alımlarına gitti... Ama kimse bunu konuşamıyor. Tartışamıyor. Çünkü konu “ulusal güvenlik” örtüsü altına saklanıyor.
Tartışılmamasının bir nedeni de ABD’nin çıkarları söz konusu olduğunda uygulanan sansür ve otosansür. ABD’yi kurtaralım derken kendimizi yok ediyoruz...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
AKP belediye ayrımcılığı yapıyor
Isparta Belediye Başkanı MHP’li Yusuf Ziya Günaydın’ın ağzından dönemin AKP’li Belediye Başkanı Hasan Balaman’ın ilginç “icraatlarını” aktaralım. Balaman, 125 milyon borç bırakmış. Günaydın “625 milyon değerinde gayrimenkul kayıplarımız var ama para ortada yok” diyor ve şunları söylüyor: “Bu kadar borcuna karşılık hiçbir icra işlemi, haciz yapılmamış, icra dosyaları da birtakım eller tarafından geri çekilmiş. Biz geldik, dosyalar yağmur gibi yağmaya başladı.”
* Yalçın Bayer / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
Dündar’ın insani boyutu
Bu durumda “alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste” denir herhalde. Bir milletin “büyük kurtarıcı”sını, bir devletin “dirayetli kurucusu”nu, “insani boyutu gösteriyorum” diyerek sigarasıyla, içkisiyle, aşkı, meşkiyle vurmaya çalışan Can Dündar, evli bir erkeğe yakışmayacak hallerde yakalanmış. Bu saatten sonra Dündar’a en çok yakışan, “insani boyutu”nu konu alan bir otobiyografik belgesel çekmek olacaktır. Merak etmesin, o da çok kazandırır. Alıştık “aşk-ı memnu” izlemeye...