Bir cebânet hâli ve korku cumhuriyeti...
Kemâl Tâhir, cumhuriyetin kuruluş yıllarını anlattığı romanlarında ülkede oluşan 'korku imparatorluğu'nu, 'Sarı Paşa' müsteârı etrâfındaki kadroların -bağımlı ya da bağımsız olarak- nasıl bir korku ve endişe unsuru ve merkezi olduğu, savaştan yorgun çıkmış yeni kurulan bir ülkenin bir korku ve endişe iklimine nasıl mâruz kaldığını bütün teferruâtıyla anlatır.
Bahse konu tarihin en önemli hâdiselerinden birisi şüphesiz 'İzmir Su-i Kasti"dir, çünkü 'İzmir Su-i Kasti'nin ardından hâdiseye karışmış olanların hâricinde, 'İttihat Terakkî'den geriye kalan bâzı isimler ve kadrolar için 'yolların sonu' gelecek ve tasfiye edilecek, Türkiye artık 'kendi yolu'na devam edecektir.
Kendileri için 'yolların sonu' gelecek olan kadrolar, yüzyılın başında 'kimler çizmiş bu hududu gönlüme, dar geliyor' diyenlerdi. 'Yoluna devam edecek' kadrolar ise 'küçük olsun risksiz olsun' tercihinin kadroları.
Yola devam edenlerin ilk yaptığı işlerden birisi olan 'İzmir İktisat Kongresi'nin baş aktörü 'iki kere ikinin kaç ettiğinden habersiz' Kâzım Karabekir ve 'Kongreye gerçek çiftçiler ve gerçek çobanlar da katılacak' diyen Yusuf Akçora.
Gerçek çiftçi ve gerçek çobanların(!) katıldığı 'İzmir İktisat Kongresi'nden ülkenin liberal sistemle kalkınma kararı çıkar.
"Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" demektir bu, uzun yıllar sonrası Türkiye'sine veciz yansıma 'teslisi' olacaktır bunun, ülkeyi yönetme biçiminin ser-levhası olarak:
"Yollar yürümekle aşınmaz."(Süleyman Demirel)
"Benim memurum işini bilir."(Turgut Özal)
"Verdimse ben verdim."(Süleyman Demirel)
'İzmir Su-i Kasti'yle alâkalı olduğu gerekçesiyle tasfiye edilen ve 'yollarının sonu' gelen kadrolar arasında, 'millî sermâye' ve 'bağımsızlık' tercihinin en önemli portrelerinden birisi olan Küçük Efendi Kara Kemâl, polisçe arandığı sıralarda sığınma isteğine cevap vermeyen İngilizler için, "Sevmezler, yabancılar yerli iktisat kurumları kurmaya çabalayanları... Almanlar da beni bunun için sevmezlerdi. Onlar borç isteyeni severler, hele hele rüşvet alanlara bayılırlar... Kendi yağıyla kavrulmaya çalışan Doğulu suç işliyor sayılır Batılılarca..." demişti.
Osmanlı'nın yıkılışının tarihî mesuliyetini omuzlarında taşıyan ve hisseden Küçük Efendi Kara Kemâl, Kemâl Tâhir'in Osmanlıcı dilinden bu hissiyâtını şöyle anlatır:
"Biz dünyânın en ağır suçunu biraz tartaklanmayla savruşturulur sandık. Yüzüme vuran darağacı gölgesi suikast suçlusu olduğumdan değildir. Büyük suçun gölgesidir bu. Tarihin örneğini yazmadığı kurtlar boğuşmasına girip yenik düştük... Kurtlukta yere düşeni yemek kânundur."
İttihat Terakkî'nin 'Küçük Efendisi' Nâfıâ Vekîli 'Kara Kemâl' de kurtlukta düştü ve yenildi...
Kadîm dostu mâliyeci Emin Bey'in evine sığınmıştı son çâre olarak.
Orada yakalanacağını anladığında kafasına bir kurşun sıkarak intihar etti.
Emin Bey İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklandı, İzmir'e götürüldü; idam cezâsıyla yargılanacaktı.
Sorgulama esnâsında kendisini sıkıştıran ve sık sık idam cezâsı alabileceğiyle tehdit eden 'Üç Aliler'den mahkeme reisine en sonunda şunu söylemişti:
"Siz benim eski arkadaşlarımsınız. İçinizde gerçek dostum olanlar da var. Beni korkutmağa çalışmanız beyhûdedir. Yeterince korktum, daha fazla korkmak gücümün üstündedir. Gerçekten daha fazla korkmak imkânsızdır benim için..."
Bir cebânet hâlinden sıyrıldığı ândır o ân Emin Bey'in. Korkusundan âzâd olduğu ândır.
İttihat Terakkî'nin 'Küçük Efendisi' ve kâdîm dostu 'Kara Kemâl'i evinde saklarken duyduğu korkuyla mücâdelesini yendiği ândır.
Serbest kaldıktan sonra neden o denli korktuğu üzerinde düşünür Emin Bey. Vardığı netice şudur:
"Mutluluğumu, huzurumu, rahatımı yitiririm diye korkmuşum meğer. Oysa insan gerçekten mutlu olayım derse, üstüne yüklenen sorumluluğun, gereğini sonuna kadar yerine getirip kurtulmalıdır. Gerçek hürlük budur bence. Korkuya... hattâ ölüme karşı gerçek direnci veren bir hürlüktür bu..."
Ayrıca, George Orwell'ın '1984' isimli romanı da bu günlerde tekrâren okunası bir roman.
Roman, totaliter bir merkezî tek partinin yönetiminde korku, izlenme, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve toplum hayatının nasıl manipüle edildiği üzerine 'Ağabey seni gözlüyor' metaforuyla örülmüş, 20. yüzyılın en etkili romanlarından birisi olmuştur...
Bu yazıda yazılanların bizim ülkemizle hiçbir alâkası yoktur, bizim ülkemiz gayet demokratik, basın özgürlüğü, yazarların, gazetecilerin tutuklanmadığı, iş adamlarının şirketlerine el konulmadığı, seyahat özgürlüğü ve seyahat güvenliği olan, üniversitelerinde can güvenliği olan ve Fırat'ların ölmediği asâyişi ber-kemâl bir ülkedir...